in ,

Eleştiri Notları – 24

Fethi Naci : Yüz Yılın 100 Türk Romanı

Fethi Naci gibi haddinden fazla titiz hatta pimpirikli diyebileceğimiz birinin daha 100 yılı bile olmamış bir cumhuriyetin, ki dil devrimi yapılalı, Türkçenin Latin alfabesine geçişi bile o kadar süreyi kapsamaması gözönünde bulundurularak, eserine böyle bir ad vermesi şaşırtıcı.

Fethi Naci gibi haddinden fazla titiz hatta pimpirikli diyebileceğimiz birinin daha 100 yılı bile olmamış bir cumhuriyetin, ki dil devrimi yapılalı, Türkçenin Latin alfabesine geçişi bile o kadar süreyi kapsamaması gözönünde bulundurularak, eserine böyle bir ad vermesi şaşırtıcı. Osmanlıca yazanları da Türk romanı sanması tam bir gaflet. Bir eleştirmen olarak Türk kelimesinin ne anlama geldiğini çok iyi bilir veya bilmeli aslında. Biz diyelim yayınevinin dayatması olsun, onun da bir şövenist olabileceğine ihtimal vermek yanlış olurdu denilebilir. Türkçe romanı demeliydi kanaatimce.

Adından da anlayabileceğimiz gibi 100 romanı ele almış Fethi Naci. Hüseyin Rahmi Gürpınar‚la başladığına göre ne Tanzimatçıları, ne de onların ikinci kuşağını Türk edebiyatına mal ediyor. Hüseyin Rahmi’yi iyi anlayabilmek onun hocasının kim olduğunu bilmekten geçiyor. O büyük üstada değinmeden yerli romandan bahsetmek garipsenmek ve yadırganmaktan öte acı verici bir şey. Oysa Fethi Naci’nin ilginç olabileceği en önemli yanı bu anlayışını, milli edebiyat öncesi dönemi dürüstçe ele alması, o döneme ait fikirlerini ortaya dökmesi olabilirdi.

Marksist bir eleştirmenin canının istediği gibi ele aldığı romanlar var. Adı sanı duyulmamışlardan solculara, kadınlardan sağcılara, modernistlerden post-modernistlere her kesimden örnekler bulmak mümkün. Metodolojik bir teknik programdan bahsetmek söz konusu değil.

Eleştirilerde sistematik bir benzerlik arayanlar hayal kırıklığına uğrar. Yazarın keyfi tahlilleri cömertçe sergilenmiş. Kendi dünya görüşüne yakın, yatkın olanların ağırlığı göze batsa da onları eleştirirken de ortada sistematik olarak uygulanan bir teknikten bahsetmek mümkün değil.

Üstadın hayat hikayesinden, ölmek istemesinden, ailesini trafik kazasında yitirdikten sonra, kendisini bırakmasından sonra hayata dönüşte karar kıldığı bir çalışma elimizdeki. O yüzden baştan savma incelemeler de çok. Derin, çok boyutlu, yer, zaman, karakter tahlilleri, olaylar, yazarın dile hakimiyetine dair göz dolduran, objektif değerlendirmelerden bahsetmek mümkün değil.

Usta, bir kaç dil yanlışı kullanıyor, tezini veya iddiasını doğru sanıyor. Eleştiride gerçekçiliği, sanat anlayışında toplumcu ve Marksist bir anlayışı, dünya görüşünü savunuyor, değerlendirmelerinde çoğu zaman bunun izi yok.

İnsan ruhunun karmaşıklığını anlatmakta Marksizmin tek başına yeteceğini sanmak yanlış. Zira insan Marks’tan önce de yaşadı. Roman burjuvaziyle ortaya çıktı diye burjuvayı eleştirdiğimiz, değerlendirdiğimiz gibi romanı ele almak garip. İnsanı, onun ruhunu, psikolojik durumunu, ilişkilerini, olayları, olaylardaki yerini, rolünü, zamanı, hayallerden, kurgulardan oluşturduğumuz bir dünyayı salt bir ideolojik anlayışla ele almak bana sadece garip değil aynı zamanda yetersiz geliyor.

Türkiye’nin romanı henüz yazılmadı değil, çok yazıldı. Ama ele alınmadı. 100 değil, 500 değil eminim on binlerce Türkiye’nin romanı. Her birinde bir veya birkaç hayat, iz, özveri, emek bulmak mümkün. Romana giriş için, ön bilgilenme için okunabilecek bir eser. Ama büyük ustanın şanına yakışır bir çalışma olduğunu söyleyebilmek romandan ve edebiyatçıdan anlamıyor olmak gerek. Daha iyisini beklerdim.

25.03.2012

08:10

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Mehr Unterstützung für Medienschaffende im Exil

Großes Kanada Comeback zum Indian Summer