in ,

KURMACADAN ÇAĞA DÜŞENLER

Dile Gelen İnsan

Bir sessiz çığlıktır yazmak eylemi.

Bir sessiz çığlıktır yazmak eylemi. Kendinle başlayan yolculukta kılavuzunun sözcükler olduğunu fark ettiğinde, yalnızlığınla barışırsın bu eylemci tavrında. Korkunla yüzleşemediğinde söz, büyüsüyle kuşanır. Yola çıkılmıştır artık, yeni ülkeler ve yüzler sığıverir anlatılan her öyküye. Öykü sensin, siz, onlar ve herkes. Yeter ki, büyüsünü yitirmesin söz ırmağı. Sözün olduğu yerde başlıyor insanın öyküsü. Söz, yazıya dökülüyor, en umulmadık yerde en mahrem dışavurumlarla şekilleniyor. Yola çıkış öyküleri anısal olmaktan çıkıp, sözel bir kıyafete bürünüyor. Söz, hapishanelerin kapılarını açıyor düşünen beyinlere. Susmanın temel amaç olduğu bir toplumda, söz suçlu oluyor, giyotin sözü susturmaya yarıyor, ölüme mahkûm bir suçlu için. Susulan bir dünya sözün ve üretmenin filizlenmediği bir çorak toprağa dönüşüveriyor. Yazmadan düşünülemiyor, unutkan beyinler yazıyla anımsıyor geçeni ve gideni. Kitaplar yakılıyor, yasaklanıyor çağlarca. Yazar deniliyor suçun sahibine. Yazılanın düşünmeyi ve yazmayı bir salgın gibi yaymasından korkarken, yönetenler, sözü baskılamanın tek yol olduğunu düşünüyor. Söz yaşıyor hâlbuki, yıllarca yasaklı olan kitaplar belki yüzyıllar sonra kitaplıklarımızda yerini buluyor. Yasaklayanlar unutulur ve lanetlenirken, yasaklananlar söz ırmağının akmaya devam etmesi için yürüyor, koşuyor, üretiyor. Söz var, yaşıyor.

Metinler yazarlarının öyküsüyle yola çıkıyor, sözün büyüsü yazarın dil ustalığı kadar yaşanmışlıklarının arda kalanı oluveriyor. Kafkanın Dava”sında, Dönüşüm”ünde okur Kafka’yı bir bankacı, sigortacının sistem tarafından kıstırılmışlığı içinde keşfediyor. Yazar ne derece öte öykülere öte insanlara gönderme yapsa da içinde hep kendisini gizliyor. Korku tapınaklarından çıkmış insanlar arasında korkuyu yenmenin er- demi gizli o metinlerde. Araştırmacılar metni yapısal, dilbilimsel açıdan incelemeye koyulduğunda, yazarı keşfedebiliyor tapınak kalıntılarının altında. Tozlanmış kitapların diri, sahici ve genç çocukları onun sözcükleri. Yaşlanmaya inat dirençli ve inatçı çocuklar, sözün evrensel anlatıcıları oluveriyorlar. Suç ve Ceza”da Raskolnikov ne kadar Dostoyevskidir diye sorgularken araştırmacı, yazarın yargıladığı insanlık hallerini keşfedebiliyor. Bin yılın ardından ses veren Don Kişot’un inatla çıktığı yolda, düşlerle örülü yüce mücadelesine şapka kaldırıyor okur Cervantes’i sözler arasında keşfederken. Dil, korku tapınaklarını yıkarken, dille ses veriyor yüzyılların insanlık öyküsü, hayat doğanın yasalarıyla akıyor, söz doğanın yasalarıyla soluklanıyor. Sait Faik’in Istanbul’u, Burgaz’ı, o büyük yalnızlığı oluyor söz, kimi zaman. Kimi zaman da Iranlı ozan ruğ Ferruhzad’ın dizelerinde, kendi coğrafyasında kadın olmanın acı tortuları siniyor metne. Metin, yazar ve okur arasındaki kopmazlıkla çağlar ötesine çağlar ötesinden seslenebiliyor. Homeros’un Ilyada’sında, Troya savaşları kan, nefret, ölüm ve iktidar savaşlarıyla yerini alırken, Sheakspeare ise Hamletle baba-oğul ve iktidar açmazını anlatıyor. Okur, her birinde yazarını arıyor, yazar metinler arasındaki bu arayışta ölümsüzleşecek, okurda farkında bunun. Kitaplığının başköşesinde tozlanmadan duran kitap her dokunuluşunda yazarına can suyu taşıyor.

Kuşkusuz söz, sanat metinlerinde gerçekliğin öykünmesi değildir bir başına, yazarın başkalaştırırken, başkalaştırdığı yaşamını kimi zaman rü- yaya benzetilen gerçeküstücü yorumu olarak da karşımıza çıkabilmiştir. Adorno’nun Edebiyat Yazıları” kitabında da değindiği gibi psikoloijsinin sanatı olarak söz, bu metinlerde başkalaşmış, alt metinlerle okuru bir hayli zorlamıştır. Kutsal kitapların insana sunduğu söz” ne derece tahakküm üzerinden şekillenmişse de gerçeküstücü metinlerde de bir o kadar okura ve yazara “özgürlük” alanı sağlamıştır. Yaşam bir ruh hastalığıdır” der Novalis. Sanatçının bu açıdan düz gerçeklerden veya gerçeküstücü anlatımdan yola çıkıp çıkmamasından daha öte bir sorun ortaya çıkar. Yoksa metin kavramı, insanlığın bu ruhsal hastalığının estetik dille anlatılmış analizi midir? Resimdeki eğilip bükülmeler kadar sözcüklerdeki başkalaşma, bu açıdan söz evreninde ruhsal açmazların işaretleri sayılabilir… Modern toplum sonrası arayışlarda özellikle kültürel dünya, bu sefer söze tarihsel bilinci yer yer körelterek yerelin dilinden bakmış, evrensel gerçeği reddedebilmiştir. Giderek evrensel anlatının yerini toplumsal cinsiyet, ırk ve kimliğe dair anlam kodlarının yer aldığı anlatılar almıştır. Yazar anlatıcıdır bu yeni dönemde. Yeni ve özgün anlatı yoktur, eskinin yeniyle estetik sentezidir sözün yeni anlamsal karşılığı. Her metin yaşadığı çağın turnusol kağıdı gibi bir yansımasını aktarırsa da okura yeni dönem anlatacak büyük anlatının kaybolduğu, gelecek ütopyasının yitip gittiği an”lar toplamının sözsel karşılığını sunar.

Hamlet”, Don Kişot”, Goriot Baba”, Suç ve Ceza” modern dünyanın aydınlanma sonrası ütopyaları ve büyük anlatıları olarak karşılığını söz evreninde bulurken, post modern anlatıda oyun” öğesi, gerçekçiliğin reddi, metaforlar, toplumsalın reddiyle söze adeta bir ritüel, kutsal anlam yüklemeye başlamıştır. Her metin eskinin göndermelerini onu değiştirerek taşır. Her metin bu açıdan artık sözün anonimleştiği yerde birleşir. Sözün evrenselliği yerel anlam kodlarıyla tahrifata uğrasa da yeni metinler Ilahi Komedyadan, Hüsn-ü Aşktan, Ilyadadan, Dickens, Hugo ve nice klasikleşmiş anlatılardan alıntılarla yeni anlam örüntüleri kurarak, adeta metni bir derleme anlatıya da dönüştürmüştür. Kuşkusuz bu anlamda Orhan Pamuk, Joyse, Wolf, Borges gibi yazarlarda dil yapısalcılığın reddi olarak sö, değişmesi gereken ve yaşamın birebir aktarıcı olmaktan çıkaran bir noktaya taşımıştır. Dil gerçekliği temsil eden değil, kurandır artık. Mitolojide, kutsal anlatıda yeni gerçekliğin içinde yeni anlam kodlarıyla karşımıza çıkar. Tek doğruluk, tek anlamların yerini sön değişken ve yorumsallığı almıştır. Kuşkusuz tüm bunlara karşın yine ütopyaların yitirildiği inancıyla doğan bu apolitizmin içinde bile söz, aydın duyarlılığı, yasaklara rağmen toplumsal gerçeğe de ışık tutmaya devam etmiştir. Tek boyutlu ve tek anlamlı olmasa da politik eleştiri ve ironi bu sefer metaforlarla siyasal ve toplumsal silah olma rolünü diri tutabilmiştir. Jale Parla’nın da söylediği gibi yeni anlatıya tamamlanmış bir metin gözüyle bakılamaz artık: Bu durum yeni göstergeler, yeni yorumlarla sözün edebiyatça dile getirilişinde yeni bir politik alan, bireyi kuşatan, bireyle yürüyen yeni bir politik dil de inşa edebilmiştir. Max Frisch’in ifade ettiği gibi belki yeni çağ büyük gerçekleri sarsıntıya uğratırken, neden-sonuç ilişkilerine duyulan güveni alt üst etmiş, ve sözün anlatı” düzeyinde güvenilir alanını da sorgulanır kılmıştır. Bugün söz, büyük anlatının, kavram olarak devrim”in dillendiricisi olamasa da insanlığın bir noktada gözünü kapadığı kimi başlıkları sorgulanır hale getirmiştir; kimlik, aidiyet, cinsel kimlik politik dilin parçası haline gelerek, aslında sözün başka bir politik alana kaymasını da beraberinde getirmiştir.

Kuşkusuz metin, sözün yaratma eyleminin ardı sıra ortaya çıkan görüngüleri olarak kabul edilmelidir. Geleneksel anlatıdan bu yana sözün ben anlatıcı, kahraman-anlatıcı veya anlattırıcı anlatıcının izinde hem otantik ve yerel olanla ilişkisi kaçınılmaz hale gelmişken modern anla- tıda, sakıncalı duygulanımlarda anlatıcının söze yüklediği değerin bir parçası olabilmiştir. Sanatın doğuş öyküsünde sanatçının moral ve yaratıcı cesaretinin payı büyük olmakla birlikte Dionysos”yan olarak belirtilebilecek yaratıcı ve özgür boyut, başından beri söylediğimiz iktidar ve aydın çatışmasının hazırlayıcısıdır. Nesnel dünyayla sanatçının kurduğu ilişki kendisi kılan yaratıcı bir eylemdir bu anlamda. Dünya, insan için varoluş modeliyse sanatın ve sözün yaratıcı boyutu, bu modelin içindeki insanı da şekillendirir. Yapısalcı metinler nasıl bilincin izinden giderek yola çıkmışsa, bu modelin inşasında post-yapısalcılık da bilinç dışını söze taşımayı yeğlemiştir. Alışılmadık olanı, metni şekillendirmesinin de ana kaynağı bilinçdışının, sanatın giderek bir sığınağı olmaya başlamasındandır. Özellikle sanatçının yaşadığı toplumsal atmosferin yıkıcı ve boğuculuğu bu açıdan kaçışın yine sözün evreninde keşfine yol açmıştır. 1937’de Picassonun Guernicada Ispanyol faşistlerinin bombardımanı altındaki kenti, bir lanet okumayla resmetmesi kadar 1956 sonrasında pop-art akımıyla sanatın reklam unsuruna dönüşerek, sanatın kopyanın kopyası olarak tüketiciye sunulması, bu sefer rutinleşmeye tepkinin sonucu olarak sanatın kendince politik alanlarını alışılmadık olanla yansıtmıştır. Yazınsal metindeki tek biçimciliğe karşı çıkış da buradan kaynaklanır. Bu anlamda akıldışı görünen sanatsal yaratım ve söz, kentsoylu iktidar aygıtı için de bir tehdit olagelmiştir.

Benzer bir mekanikleşmeye karşı çıkış romanımız adına bir dönem Tutunamayan” imgesiyle anılan Atay’ın Tutunamayanlar”ı için de geçerlidir. Kendi içinde metin bu yapı bozumcu işaretleri sunan mein, klasik roman örgüsünden çıkarak türsel geçişlerle gelişen bir anlatı özelliği barındırırken, roman kahramanları Dickens, Balzac, Tolstoy’un roman kahramanları gibi konuşturulmaz, zihinsel süreçlerle kahraman ve okur arasında bağlar yaratılır. Turgut Özben ve Selim Işık ego” ve “üst ego”nun cisimleşmesidir bu anlatıda. Kimi zaman kutsal metinlere gönderme yapılarak, örneğin Selim Işık’ın soyadı Yuhanna’nın Incil’ini çağrıştırır, tümüyle ironik bir toplum eleştirisi, dönemin toplumsal eleştirisinde oldukça uzak bir yerde konum alır. Artık söz bireyin iç gerilimlerinin de yansıtıcısı, tabiri caizse Türkiye’nin modernleşme tarihine, küçük burjuvanın içeriden eleştirisi şeklinde somutlaşır Atay’ın bu anlatısında. Sanatın dış dünyayla bu uyuşamama hali, bilincin kabul edilirliğinden öte, bilinçdışının özgürleştirici yanı bu metinde karşımıza çıkar. Sanatçının söze yüklediği yeni anlam kodları sonuçta yine kurulu olana, mekanikleşene itirazdır. Bu itiraz yine sözün aktarıcı ve yeniden kuran öznesi olarak sanatçıyı bir biçimde giyotinin altına sokacak olan unsurlar olmuştur.

Kaynakça:

Rollo May, (1987). Yaratma Cesareti, Istanbul: Metis Yayınları.
Theodor W. Adorno, (2008). Edebiyat Yazıları, Istanbul: Metis Yayınları. Feridun Andaç, (2000). Edebiyatımızın Yol Haritası, Istanbul: Can Yayınları. Murat Belge, (1994). Edebiyat Üzerine Yazılar, Istanbul: Iletişim Yayınları.

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Rheingold

Trauriges Jubiläum: Bundesfinanzministerium ignoriert Urteil des Bundesfinanzhofs seit fünf Jahren