in ,

Süleyman Deveci: Eşcinsel Düşmanı

Öykü

Birisi siyah saçlı, diğeri sarışındı kadınların.

Genç kadınları tren istasyonunda gören inşaat işçisi Bernd sevindi. Tren gelene kadar göz banyosu yapacak, fıstık gibi güzelleri dikizleyecekti. Birisi siyah saçlı, diğeri sarışındı kadınların. Kendi kendine sevindi. Birinden bıkarsa diğerine bakabilecekti.

Bernd bebek gibi genç kızlara ve kadınlara hastaydı. Hafta sonları hep diskotekteydi. Bir tek bira karşılığında kendisiyle yatan kadınları, sonra da bir daha ne arayıp, ne de sormayı çok seviyordu. Kaç yüz kadın olmuştu şimdiye kadar artık bilmiyordu.

En kıl olduğu şey o genç kadın avındayken kendisine musallat olan ibnenin birinin oradan buradan çıkmasıydı. O kadar çoklardı, o kadar fazlaydılar ki, kızıp duruyordu. „Bende ibneleri çekecek ne var?“ diye sorup duruyor, arkadaşları kendisine takılıp onu kızdırıyorlardı.

Zamanla Bernd’deki bu anlayış büyüdü, yerleşti, kökleşti. Neredeyse hemen her yeni tanıştığı erkeğe lafa girer girmez „eşcinsel misin?“ diye sormaya başladı. Hayır lafını duymadan kimseyle sohbete devam etmiyordu. Her yerde onları görüyordu. Artık bıkmıştı, yolda, trende, gemide, trafikte, sinemada, yemekte, diskoda. Gittiği inşaat işlerinde de. Hem patronlar, hem de işçiler arasında bile varlardı.

O kadar yakışıklı, iri yarı, sportif olanları bile vardı aralarında. Ne zevk alıyorlardı anlamıyordu. „Normal yaşamak varken sapıklıkta diretmek niye?“ diye kendi kendisine sorup dururdu. Yanıt veremeyeceği noktaya geldikten sonra, „aman bana ne? Ne yaparlarsa yapsınlar, beni rahat bıraksınlar da, ne isterlerse onu yapsınlar. Benim sorunum olamazlar!“ derdi. Nihayetinde kendisi kadınları, dahası genç kızları seviyordu. Ona neydi, onu bu denli ilgilendirmemeliydi.

Almanya’yı bozuyorlardı. Aile anlayışını dağıtıyorlardı. Hele bir de evlenmeleri yok mu? Zaten olmayan veya bayağı zayıflamış bu kutsal kurumu bu denli bozmaları anlaşılır gibi değildi. Yasalar bile onlardan yanaydı. Onca özgürlüğe, toleransa rağmen hâlâ ezildiklerini söylemeleri onu patlatıyordu.

Her geçen gün hayatın her alanını ele geçiren eşcinsellere kızan Bernd onların şimdi de evlat edinmeleri için mücadele verdiklerini öğrendiğinde düşmanlığı tam bir nefrete dönüştü. Birbirlerinden ayrılmalarıyla, boşanmalarıyla meşhur bir milletin önce evlat alıp bir yuva verdikleri çocuğa, sonrasında yaşatacakları acıyı düşündü. İyisi mi değil onlara evlatlık edinme hakkının verilmesi, evlenme hakları bile hemen kaldırılmalıydı. “Bu ne yahu? İnsan hemcinsiyle evlenebilir mi? Yarın bunların arzuları, istekleri bitmez ki?” diye düşünüyor, politikacılara küfrediyordu.

Almanya’nın başına eşcinselliği politikacılar musallat etmişlerdi. Toplumu tepeden zehirlemeyi kafaya koymuş bu insanlar her geçen gün biraz daha güçleniyorlar, sapık anlayış ve yaşam tarzlarını meclise, yasalara kadar rahatlıkla sokabiliyorlardı. Eyaletin başbakanı, hükümet kabinesi eşcinsellerden olursa o ülkede neler olacağı ortadaydı.

Kızların kendisine bakmamalarına bir anlam veremedi. İşten sonra bir şeyler atıştırıp doğru vücut geliştirme salonuna gidiyordu. O kaslı, endamlı, alımlı vücudunu sekiz yılda yapmıştı. Kızların ve genç kadınların kaslarına deli olduklarını biliyordu. Erkekten anlıyorlardı.

Ama o ikili bir garipti. Kendisine bakmıyorlar, hatta görmezden geliyorlardı. Dikkatlerini çekmek için yanlarına gitti. Bernd şaşırdı. Esmer olan sarışından, sarışın olan esmerden gözlerini ayıramıyorlardı. Sanki daha önce birbirlerini hiç görmemişlermiş, konuşmamışlarmış gibi bakışıp duruyorlardı.

Bernd o bakışlardan düpedüz tiksinti duydu. Kendi kendine bir anlam vermeye çalıştı. Oyun mu oynuyorlardı ne? Yoksa kendisini mi denemek istiyorlar, onunla dalga mı geçiyorlardı. İşte yanlarında, karşılarındaydı. Normalinde bakışlarıyla kendisini soyan kızlar güya onu görmüyorlardı. Aslında bal gibi de görüyorlar ama görmezden geliyorlardı.

Kızlar bir anda birbirlerinin ellerini tutunca Bernd anladı. Bunlar iki samimi arkadaştılar. Çok uzun zamandan beri birbirlerini görmemişlerdi anlaşılan. Hasret gideriyorlardı bal gibi. Ve bu hasret giderme konuşularak değil bakışarak gerçekleşiyordu. Uyanık kızlar çeneyle değil de gözleriyle sohbet ediyorlardı. Bazen yapıyordu böyle güzel, fıstık gibi kızlar. Kendi aralarında ilginç olmak için oynayıp duruyorlardı. İyi de Bernd de oynamak istiyordu. Onların oyunlarına tren gelen kadar katılıp eşlik edebilirdi.

“Hey hanımlar, oynadığınız oyuna ben de katılmak istiyorum!” diye bodoslama sessiz lafa girdi. Kızlar hiç istifini bile bozmadan birbirlerinin ellerini tutup gözlerine bakmaya devam ettiler. Bernd kendisi hakkında kızların “yabani zontanın biri daha” diye düşündükleri kanısına vardı. Yaptığının eğlenceye daha da eğlence katacağını düşündü.

“ Siz sağır ikizlere sesleniyorum. Alo orada mısınız uzaylılar? Benim frekansıma geçin lütfen!” Başka zaman, başka yerde, başka kızlar olsa hemen bu lafa gülerlerdi. Ama bunların kılı bile kıpırdamıyordu. Bernd bu ikilide bir terslik var diye düşündü. Birazdan kahkahayla birbirlerine bakıp ondan özür dileyecek, kendisine asılmalarına başlayacaktılar.

Canı sıkılan Bernd onlara istedikleri oyunu oynama şansını verecekti. İntikamı acı olacak, o da ikiliyi görmezden gelip dışlayacak, yoklarmış, orada değillermiş, yaşamıyorlarmış muamelesi çekecekti. Yine de yan gözle çaktırmadan ne yapacaklarını kontrol etmekten kendisini alamadı.

Sarışın kadının esmere olan aç bakışlarını Bernd yakaladığında, esmer olanın da şehvetle sarışına baktığını fark ettiğinde başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Olamazdı. Bu kadarı mümkün değildi. Yoksa bu kızlar da mı, diye kendi kendine sorup dururken kızlar ateşli aşıklar gibi birbirlerinin dudaklarına kenetlendiler. Bernd’in gördükleri her türlü estetik anlayışına, doğallığa, kadınları tanımasına aykırı bir şeydi. İki tane taş gibi fıstık kadın kendisi gibi yakışıklı, üçgen vücutlu, sportif ve şakacı biri dururken birbirlerini öpüyorlardı.

Midesine ağrılar girdi. Deminden beri hafiften tahrik olmuş erkekliği söndü. Gözü döndü. Artık istasyona kadar gelmişti bunlar. Demek ki erkeklerden kadınlara geçmişti ibnelik. “Ne ya bu, bu kadarı da olmaz ki, buna hangi erkeğin kalbi dayanır?” dedi ve kadınların üzerine saldırdı.

O anda tam olarak ne düşündüğünü, nevri döndükten sonra neler yaşandığını bilmiyordu. Simsiyahtı olup bitenler. Hafızası her şeyi bloke etmişti. Yine de hakim söylediklerine zerre kadar inanmıyormuş gibi bir bakış attı.

Ona istasyondaki kameralardan elde edilen görüntüleri izlettiler. Kızlara nasıl saldırdığı, tekme tokat giriştiği, ikiliyi nasıl boğmaya kalkıştığını gösterdiler. İstasyondaki güvenlikçiler ile gelen polislerin onun elinden kızları nasıl güçlükle kurtardıklarına baktı sessizce. Bernd bu ben değilim dese de hakim acımadı.

Duruşmada Bernd isimlerinin Anita ile Bahriye olduğunu öğrendiği kadınlardan özür diledi. Hakim yüklü bir para cezası ile mahkemeyi sonlandırıp, akşam erkek arkadaşına anlatacakları epeyce malzemenin biriktiğine sevinerek, Bernd’e acımasızca son bir bakış fırlattı. “Hâlâ böyleleri var” bakışlarıydı bunlar.

Süleyman Deveci / 23.06.2015

05:54

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Türkiye’nin İlk “Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı” İstanbul’da tanıtıldı

YEPYENİ DENEYİM VE KEŞİFLER İÇİN: TADIM TURLARI