in ,

Meryem Gülbudak: YENİ BİR CAN

Öykü

Ses gelmeyince telaşlandı. Dereye inen yamaçta iç içe geçmiş fındık dallarından ilerisi görünmüyordu.

Makbule, bahçede otlamaya bıraktığı ineğine: ”Ge gızım ge geeee…” diye seslendi. Bir daha bir daha bağırdı. Ses gelmeyince telaşlandı. Dereye inen yamaçta iç içe geçmiş fındık dallarından ilerisi görünmüyordu.

Beyaz boncuk oyalı çiçekli yemenisini buruşmuş çenesinin altında sıkıca bağladı. Kırmızı yeleğini giydi. Güçsüzlüğüne dayanak olan değneğini alıp yerdeki ıslak ot cümbüşünde kayıp düşmemek için taşlara dikkatli basarak dere yönünde ilerledi. Tekrar ineğine seslendi: “Ge gızım geeee… Nirdesin? ”  Rüzgârın buluşturduğu dalların sesiyle derenin şırıltısı karşılık verdi ona. Bahçede ne insan ne de hayvan görebildi… Yeşilin tonlarının egemenlik kurduğu bu ağaç deryasında endişeyle ağır ağır ilerledi. İnek yakında olsa mutlaka ses verirdi. Neredeydi acaba? Bu soru kafasında zonkladı durdu. İneğin bahçede gezeceği alanı ayıran telleri aştığını, yerdeki kapı görevi yapan odunların darmadağın olmasından anladı. “İnşallah başığan kötü bi şey gelmemişdur.”  diyerek yamaçtan aşağıya indi.

Önündeki akasyaların dikenleri, yabani hurma fidanları, iki avuç içi büyüklüğündeki yabani ot yaprakları, dikenler bir olmuş yürümesini engelliyordu. Sopasıyla kendisine yol açıp güçlükle ilerledi. Odun yığınının arkasında bir hışırtı duydu. Bir domuz, bir yaban keçisi ya da ineği olabilirdi. Sessizce yaklaştı, odunların hizasından gözünü kısarak baktı. Gördüğü Muratların boz renginde yaralı eşeğiydi.

Sahibi fındık zamanı taşıma işlerini yaptırmış; bundan sonra ona yem vermemek için doğa ananın kucağına salmıştı. Eşek, sırtındaki birkaç yara dışında iyi görünüyordu. Makbule’yi görünce ona doğru bir kaç kere puflayıp başını kaldırmadan otlamayı sürdürdü.

“Nirde bu inek? Hangı cehenneme gettin be hayvan? ” diye söylene söylene kırık sivri taşlardan kendiliğinden oluşan daracık patikada ilerledi. Başını kaldırdığında evinin ta tepede kaldığını gördü. İnek buralara inemezdi. İnse de… Kötü olasılıkları düşünmek bile istemedi. Bir inleme sesi duyunca kulak kabarttı. Sağına, soluna, önüne, ardına bakındı. Birkaç dakika sonra ineğin tanıdık zil sesi geldi kulağına. Gözlüğünün altına gizlenen sönük ateşi andıran gözleri parladı, yüzü aydınlandı.

“Ge gızım ge… Nirdesin yavrım? ” diye bağırdı tekrar tekrar.

Ağaçların sıklığından bir şey göremedi. Adımlarını hızlandırdı. Elma ağacının dalları meyvelerinin ağırlığından yerlere göçmüş, kırmızıya çalan renkleriyle iştah kabartıyordu.  Dalların arasından tepenin en alt ucunda boylu boyunca yatan ineğini gördü. Dizleri titredi. Başından kaynar sular inerken göz pınarları doldu.

“Amanın! Benim gızıma ne olmuş? Ya karnındaki yavru !”

Telaşlı yürüyüşünde bastonun tıkırtıları ayak seslerine karıştı. Uçar gibi ineğin yanına varıp önünde çömeldi. Önce hayvanın kahverengi başının arkasından başlayıp burnuna uzanan beyaz yeri öptü. Sonra da gözlerini, kulaklarını sırtını okşadı. Karnına giden dokunuşları korku doluydu.

”Yavrı yaşıyo mu acep? Gendisi eyi görünüyo emme…”deyip karnının alt tarafından gelen hareketlere dikkat kesildi. Kendi gebeliğini düşündü. Bebek de böyle tekmeler atardı. Sevinç ve telaş duyguları arasında zorla eve vardı.

Bahçedeki ıhlamurun altında fındık dallarından sepet ören kocasına:

“Gocuman ineği buldum! Hem de sağ. Eyi şükürler olsun.” Mavi gözlü ufak tefek yaşlı adam:

“Neye alıp gelmedin. Gendin boş boş döndün? ”

“İnek ta derede… Hem de yüklü, bilmiyon sanki. Şimdi veterinere danışacam.”

Aceleyle yanlarına iki battaniye alıp ineğin yanına indiler. Makbule, rengârenk yumuşak battaniyeyle yavaşça ineğini örttü.

Kocasına dönüp : “ Veteriner ineği yerinden kaldırmayın, dedi. Bu gece sen nöbettesin. Zabah olunca ben gelurum.”  Mavi gözlü küçük adam, başındaki dantel başlığı çıkarıp saçsız başını kaşıdı:

“Eyi, tamam. Zabaha gadar buradayım. Bi şey olursa gelurum.” diyerek hayvanın yanına oturup sepetinin sapını örmeye başladı.

Alaca karanlık çökerken yaşlı adam, önce ineğin ayak hareketlerinden sonra doğum bölgesinden buzağının gelmekte olduğunu anlayıp ineğe yaklaştı. İneğin karnına dokunmasıyla böğrüne inen tekmesini yemesi ve bu darbeyle dereye yuvarlanması bir oldu. Soğuk suyla kendine gelen yaşlı adam, kıpkırmızı olan yüzüyle öfke yumağına döndü.

Şapkasını tuta tuta eve vardığında Makbule’ye bağırdı.

“Var get ineğini doğurt! Yardım edeyim dedim; dekmiği yeyip gendimi derede buldum.” Makbule kapıya çıkıp heyecanla:

“Doğum başladı mı?”

“He ya… Ama ben yoğum bu işte.”

“Karanlıkta ben ni yapacam? Hem o insan deel hayvan.”

“Sen de dekmiği yiyip depeden dırnağa ıslansan ni yapardın?” diyerek titreyen ellerini oğuşturdu. Makbule başını sallayarak:

“Etduğunu buldun gocuman. Geçenlerde ineğe kızıp bacağına savurduğun pıçağun acusunu unutmamış besbelli…”

“O da fundukları yimeseymiş.” diyerek hızla eve girdi yaşlı adam.

Makbule komşusu Naciye ile sırtlarında sepet, akşamın karanlığını el fenerinin cılız ışığıyla yararak bayırdan zorlukla indiler. Bulutların içinden kaçmaya çalışan parlak ay, ışıklarını yolladı kadınlara. Onların sevinç, korku, telaş duyguları birbirine karıştı.

İneği bıraktıkları yerde başının ortası bembeyaz küçücük sevimli buzağısını yalarken buldular. Makbule, getirdiği sepete ıslak buzağıyı özenle yerleştirip sırtına aldı. Komşusu da ineğin yularından tutup kaldırdı.

Makbule yürürken başını arkaya çevirdiğinde ay ışığının ineğin gözüne vuran aydınlığına dalarak gülümsedi ona.

Meryem Gülbudak

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Dünyaca Ünlü Stil İkonu Ece Sükan ile Yeni Sezonda da ‘Trendlerin Adresi Koton’

İETT’Yİ DE İSKİ’Yİ DE BATIRMAK İSTİYORLAR, AKILLARI GİTMİŞ