in ,

Ali Şeker: EKMEĞİ KİMİN VERDİĞİNİ UNUTMA

Deneme

“ Adım atmaya başladığımız andan itibaren, yürünecek bir yol önümüzde varsa, her şey olanaklıdır. Yitip gitmek bile, mükemmel bir karşı duruşla olur…”

Güneşte onlarca insan yüzü, şimdi o kadar çoğuz ki, hayat. Tatlı bir alışkanlığımız daha var, ara – ara gelen sıkıntılara rağmen, yeniden başlamak gibi. Sevineceğimiz o taze ilkbaharlar çok yakın.

Hani insanın içinden geçmiyor değil, güneşli bir öğleden sonra kaldırım boyunca gölgede yürüyüp, tanıdık – tanımadık yüzlere selam verip de geçmek ister. Belki de, güneşli bir gün için bu yeterli olurdu, güne kaldığı yerden devam etmekte. Bir haftadır çoğunluğu evde olmak üzere, bir ara güneş yüzünü gösteriyor, kül rengi bulutların arasından. İlgi alanlarımız hayatta kalmaya yönelik olmalı, insan ve güneşin bir arada olması en güzel kahkahalarla gülünesi bir şey. Sıcaklığını unutmuş insana, sokağın sesine dokunarak duyumsamak, sımsıkı bir güne sarılmak isterdim. İşte ben buradayım dokunabilirsiniz bana. ” Ama her dilde anladığımız tek şey olan müzikle dokunmak isterdim hayatta. “ Yaşadığım evin çatısı betonarme değil, o günkü koşullarımız yetmediğinden dolayı, sac izolasyonlu dörtgen çatı. Bilgisayardaki klavyenin tuşlarıyla yağmur damlaları birlikte inip kalkıyor. İşte bu anın yazmaya değecek kadar değerli olduğu kanısına bir daha varıyorum. Fırtına dışarıdaki yağmur damlalarını pencereye sürtüyor. Yağmur ve tuşların melodisi üzerimdeki karanlığın bir kısmını püskürtüyor. İçinde ruh barındıran bir taş kütlesinin altında yeşil otlar ve cümleler zihnimde uç vermeye başlıyor. Doğanın bir kısmı kendini yeni bir kış mevsimine, çırılçıplak teslim edilişinin bütün masumiyeti işte orada, karşımda duruyor. Dört mevsim ve günleri birlikte geçirdiğimiz biriyle, her sabah güneşle beraber hayata yeniden doğarız. “ Şu anda, vızıldayan bir arının saksıdaki çiçeğe konması kadar, gerçek görünür bana sokakta oynayan bir çocuk. “ El ve omuz arasındaki akıl heybemizde, her zaman bir iki adet kitap bedenimizin bir parçasıymışçasına, bizimle birlikte yürür. El ve omuz arasında taşıdığımız, bir iki kitabın ağırlığı çözülebilir bir ağırlıktı. Hiç olmazsa el ve bileklik arasında taşınan bir tespih ve anahtarlık değildi. Sokakta yürüyen insanların evreninden de kopmuş gidiyordu, tek başına. Sonra tartımsız bir senle konuştu. Kendisinden kopuk bir dünyaya doğru… Yalnız kalmaktan daha kötü şeylerde var hayatta. Mesela: Tedavisi olmayan bir sağlık sorunun pençesine düşmekten daha iyidir. Gerçek yaşam ve yazın hayatında, kişi boşluklara da gerektiği kadar zaman ayırabilmelidir ki, tekrara düşmesin. Ve bir yazarın ne yaptığını öğrenmek için, merakını gidermenin bir yolu her zaman vardı, ilk iş, sende onun yazdıklarını okumakla işe başlayabilirsin. Artık çocukların dolaşacağı boş arsalarda kalmadı bu kentte. Ana yüreğinde, her biri bir yüreğin yıldızıydı. Ancak evrenin bütünsüz parçalarını görebilmiş olsalardı, belki farklı olanı daha iyi anlardık…

Dedim ya! Yaşamak ve yazmak birlikte yürürse, insan daha iyi yaşadığını anlamaya çalışır. Geçenlerde bu yaşamak dediğimiz, aslında zaman öldürmek hiçte değil. Yaşamdaki boşlukları, yani önümüzü görebildiğimiz anlar olan, bu zamanlarda İspanyol sinemasının kendine özgü bir filmini, film kanallarını taramaya başlarken, tesadüfen ortalarına doğru filmi seyretmeye başladım. “ Bir yazarın gözlem yeteneği öyküyü olduğu gibi anlatmak değil, gidişatı kendince değiştirmektir. “ Ve bende öyle yapıyorum. Öykü bu ya! İspanyanın küçük bir köyünde geçiyor. Siyahî bir adamın beyaz tenli kadına duygusal anlamda yüreğinin kayması, sonrasında kadınında ona karşı hislerinin olduğunu açık yüreklilikle ifade etmesi ve bu birlikteliğin evlilikle noktalanması oldukça hoş bir sahne. Hem denize kıyısı olan, hem de sarp kayalıkların arasına yerleşmiş, yerleşkesi çok eskiye uzanan tarihi bir köy. Bu köye ulaşım deniz yoluyla sağlanan tek bir seçenek, yine de denizin üzerinde bir dağ gibi tek başına aydınlığa direnen bir halk vardı. Zenginlerin ihtiyaç duyduğunda, uğrak yeri olan bir kilise, yoksullarının buluştuğu ortak kullanım alanları olan, bir pazaryeri ve akşamları ara sırada olsa birlikte sohbet ettikleri bir bar. Köyün arazisinin büyük çoğunluğu babasından kendisine miras kalan, orta yaşlı zengin bir adamın, sağ kolu değil de eli ve ayağı, elinden hiç indirmediği bir anahtarlık veya bir el maskotu da diye bilebileceğimiz oldukça yaşlı bir adam… O yaşlı adama: maddi varlığı olan o şahsiyetin oturmasına bile hiç fırsat vermediği yaşlı insana ikide bir emirler yağdırmasının ardından, “ Fi tarihindeki şarabı akşam yemeği için mahzenden alıp getirin gibi “ yüzüne gözlerini dikerek “ Ekmeği kimin verdiğini unutma. “ “ Ve zengini daha zenginleştirmek için hayatlarımızın orta yaşlarını hastalıklara ve onlara feda ettiğimizin bilincindeydik, ertesi gün işbaşı yaparken… “ Filmin bu ikili karakter arasında geçen her sahnesinde, maddi – varlıklı şahsın, bu repliği öne çıkarıp, yaşlı insana elinin ayasını şamar yapıp sözcükler savurması çok inciticiydi. Ama koşulların uzun bir uğraştan sonra değişmesiyle, onlara bağlı olan isteklerin de karşı bir koyuşla değişmesi, şaşılacak bir şey değildi. Arada birde yaşamanın yanında da karşı çıkmak gerekiyor. Maddi varlıklarına bir yenisini eklemek için köyün her hanesine ipotek koymaya çalışır. Ve bu girişiminden de kısmen başarılı olur. Köylünün elinde bir kilise ve bir bar kalır. Köylü; Deniz yoluyla dışarıdan köye gelen siyahi bir kişiye, bu barı işletmesi için el birliğiyle ona devrederler. Siyahî adam: Hiçbir işte muaf fak olamayan, kent meydanlarında rap ve pandomi yapan sokak sanatçısı – uçarı bir kişilik. Bu toprak zengini adama aynı köyde ona eşlik eden biri oldukça iri kıyım, diğer ikisi de normal insan vücut yapılarına sahip iki adam, zengin adamın hem gözü hem de kulağı olan sopalarıdır. Ama bu çubuklar köyün ortak kullanım alanında olup bitenleri, yalnız iletmekle yetinen birazda yufka yürekli adamlardır. İşler sarpa sardığında köylülerin yanında her an yer almaya can atan üç çocuk yürekli adam. “ Buz sarkıtların ömrü, güneş görünceye kadarmış. Beyaz rengin insanı kör eden mevsimsel halleri. “ Zaman ilerledikçe köy halkıyla ilgilenen ve elinde ne varsa, her şeyini paylaşan bu siyahî adamı köyün büyükten küçüğe her ferdi sevmeye başlar. Bu arada zengin adamın; köyün tamamını ele geçirme planlarını fark eden bu siyahî adam, bütün planlarını bozar. En sonunda, zengin maddi – varlıklı adam, sadece kendisine miras kalan elindeki toprakla yetinmek durumunda kalır. Başka inancın Tanrısı olmayı beceremeyen insanlar. Yine kendi Tanrı ‘ sının inancıyla tapınmayı başkalarına öğretmeye çalışır. Çünkü suçlarını örtbas etmenin en büyüğü, en acımasızı yoksula susmayı öğütlemek ve yoksulluğuna kaldığı yerden tekrar devam etmesiydi, onların bil fiil refahı için… Cümlesini de boşa çıkaran bir karşı çıkışı vardı, bizim yaşlı insanın toprak sahibi adama verdiği cevapta, çok yerinde bir cevaptı. Ben emeğim ve alın terimle çalışıyorum, ben çalışmazsam siz bana saçınızın bir tek beyaz telini bile vermezsiniz. Zengin ve özel mülkiyet gücü olanlara bağımlı olan bizlerinde, yeri geldiğinde açık bir dille “ yeter artık “ diyerek düşüncemizi söyleyebilmeliyiz. İnsanlık tarihinin bizlere öğrettiği direnme duygusundan da payımıza düşeni alabilmeliyiz. Bir sistemi ya da birini tanıyabilmemiz için ilk önce onun içinde hapsolduğu sınırları keşfetmemiz gerekiyor ki, birbirimizi daha iyi tanıyabilelim. Bir ülkedeki vatanseverlere bakarsak, özel mülkiyet zengini olduğunu görebilecek kadar, kömünal bir yaşamı inadına savunan insanların da hala var olduğunu çevremizde görebiliriz. Bir yazın – düşün insanının hiç kimseye ya da bir okura istemeden kitap vermek veya imzalamak gibi bir niyetinin olmadığını gayet açık sözlülükle buradan ifade etmek istiyorum. Yine bu yürüyüşlerim esnasında uzun zamandır görmediğim, aynı sokağa belki defalarca ayak izlerimizin birbirine değdiği anlar çok olmuştur. İşte bu tesadüfi karşılaşmamızda, istek karşı taraftan geliyor. Lütfen bana yeni çıkan kitabınızı imzalar mısınız, şu kafede hem soluklanıp hem de bir çay içimi mesafesinde sohbet etmiş oluruz, buyurun gidelim. Ve gidiyoruz, çok da güzel bir sohbet oldu…

Adım atmaya başladığımız andan itibaren, yürünecek bir yol önümüzde varsa, her şey olanaklıdır. Yitip gitmek bile, mükemmel bir karşı duruşla olur…”

Ali Şeker

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Emirates erhält seine 123. A380 und komplettiert A380-Flotte

Fabio De Masi und Heribert Hirte verstärken Finanzwende