in ,

Pansiyon

Öykü

Kimisi iskambil, kimisi tavla oynuyor, bir kısmı bağıra çağıra sohbet ediyordu.

Kahvehanenin ortasından geçip çay ocağının yanındaki basamağa adım attığımda, ‘Öyle uzak ki evim, uzakları aşıyor,’ diye söylenen şarkıya sevinçle karşılık verdim.

Bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor.”

Üst kattan, ‘Ya her şeyim, ya hiçim,’ diye devam edildiği sırada oturanların çoğu başka bir dünyadan gelen yaratık görmüş gibi gözlerini ayırarak tuhaf bir şekilde bana baktılar. Kimisi iskambil, kimisi tavla oynuyor, bir kısmı bağıra çağıra sohbet ediyordu. Ortadaki sobanın başına oturmuş birkaç kişi kalın paltolarına sarılmış ısınmaya çalışırken dışarıda kar yağıyordu akşamın bastırdığı puslu zamanda. Sobanın yanında duran ince, uzun boylu, yaşlı adam başını sallarken mırıldandı.

İyi, hoş, bir bu eksikti, bunlarda çocuk gibi sanki. Hani, burası neredeyse pansiyon oldu; tıpkı, çok eski günlerdeki gibi. Bizim kahveciye de talih kuşu kondu; ne zamandır boş duruyordu.”

Tepkisiz, hiç ses etmeden bakarlarken merdivenleri adımlamaya başladım. Yukarıdan ‘Fuu’ diye gelen sese etrafa hiç aldırmadan umarsızca,

Huuu” diye karşılık verdim.

Kahvehane içindeki anlaşılmaz konuşmalar arttı.

Tırabzanlara tutundum, başımı kaldırıp adımlarımı hızlandırdım. O an çok içten, neşeyle atılan bir kahkahaya onun, şarkı söylemeyi bırakan doktorun sesi karıştı.

Fu, sen misin?”

Evet, benim!”

Merdivenleri adımlarken aşağıdakileri baştan aşağı süzdüm. Yadırgar gibi bakan gözlerine, küçümser tavırlarına içerlenmiş olsam da pekte umursamadım onları. Düşünceli bir halde etrafa bakarken iç geçirdim.

Her ne olursa olsun, buraya gelişimiz iyi oldu. En sonunda başardık. Hiç olmazsa, biraz daha serbest hareket edebiliyor, tugayın havasından farklı bir hava soluyor, kendi halimize yuvarlanıp gidiyoruz. Yağmurda çatısı akan soğuk barakalardan en sonunda azat edildik. Koca yaz mevsimini tahtakuruları ile birlikte geçirmemize rağmen lütfedip en sonunda zehir sıktılar. Doktor olmasa o iş biraz zor olurdu ya, neyse. Üşenmeden birde bu işin başı kim diye uzun uzun araştırma yapmışlar. İyi ki onun üzerine kaldı. Ne de olsa doktor, böyle bir yerde az bulunur birisi; elbette kolayca harcayamazlar. Ya benim gibi birisine ya da piyadelerin üzerine kalsaydı; vay o zaman onun haline, kim bilir başına neler gelirdi? En sonunda yatakhanenin önüne hepimizi topladı binbaşı. Ama nasılda hayretler içinde kalmıştı. Sende mi, sende mi derken en güvendiği, her nasılsa yolu buralara düşmüş sakıncasız birkaç asteğmen bile isyan halinde olunca ne kadar şaşırmıştı; belli ki, ayrıntıların hiç birinden haberdar değildi; o durumda bile rol yapacak hali yoktu herhalde. Her neyse sonunda pansiyon eskisi bu binaya gelmemize izin verdiler. Ama burada bu soğukla nasıl baş edeceğiz?

Merdivenin ara bölmesinden dönüp adımlarımı atarken korkulukların yanında onları gördüm. Elimi sallarken hüzünlü, buruk bir sesle yarım kalan şarkıya devam ettim.

Ya her şeyim, ya hiçim / Sorma dünyam ne biçim / Bir kördüğüm ki içim / Çözdükçe dolanıyor…”

Elini döndüren doktor levazım asteğmene göz kırptı.

Bizimki bülbül gibi şakıyor, Hümeyra halt etmiş…”

Yoksa karga gibi mi desem,” diye yanıt verdi diğeri.

Gülmeye başladıkları sırada merdiveni çıktım.

Karga!” dedim.

Önlerinde durduğum zaman kollarımdan tutup göğsünü öne çıkarırken başını geriye doğru çeken doktor gözlerini kırpıştırdı. Başıyla alnıma tos vurduğunda muzipçe söylendi.

Neredesin alçak!”

Ancak gelebildim!”

Doktor elini omzuma attı.

Eee, görmeyeli ne var, ne yok? Hafta sonun nasıl geçti? İstanbul’da havalar nasıl?”

Gayet iyiyim, iki günlük tatil çok iyi geldi ama yollar tam bir felaketti, her taraf kar altında, hele Çerkezköy’den bu taraf daha bir acayip. Sizden ne haber?

Ne olsun, her şey bildiğin gibi!”

Ara koridora döndük. Koridor boyunca sıra sıra dizilmiş, karşılıklı odaların kapıları açıktı; içeriden mırıldanır gibi konuşan insanların sesleri duyuluyordu belli belirsiz. En sondaki kapı sonuna kadar açıktı. Pencereden caddenin diğer yanında, sebze halinin bitişiğindeki tek katlı bina görülüyordu karlı ağaçların dalları arasından. Peşi sıra takip ettim onu. Kapıdan içeri adım attığında küçük, loş odanın köşesinde, iki divanın yanında duran sobayı gösterdi.

Bak,” dedi, “senin yokluğunda bizimkiler geldi. Hani annem halimizi görünce çok üzülmüştü ya, bu hafta sonu soba için tekrar geldiler, sana selamları var.”

Oh ne güzel! Desene artık, sayende dört battaniyenin altında ezilmeyecek, daha rahat uyuyacağız.”

Üçle dördün zaten farkı yoktu; yük olmasından başka!”

Birde dolap için şu odada yer olsa diye iç geçirdiğim anda küçük valizimi divanın altına, büyük valizin yanına koydum. Divana oturdum, yan odadan gelenler kapının önünde belirdi, ulaştırmacı ile geçenlerde astsubayların saldırısına uğrayan güleç yüzlü, esmer, istihkâmcı asteğmen. İlk giren ulaştırmacı, yan yan yürürken levazımcıya göz kırptı. Solgun yüzüyle muzipçe bakan kara gözlerinin üzerindeki göz kapağı her zaman kontrolsüz bir şekilde aşağı düşerdi, yine öyle oldu. Gözünü kırpıştırırken hınzırca sordu.

Ne haber lan, kerhaneci!”

Git başımdan götoş, adımı söyle diye kaç kere dedim,” diyen levazımcı tepeden bakan bir edayla kaşlarını çattı.

Ne o beyefendi, sen değil miydin, zamparalıklarını böbürlenerek anlatan,” diye yanıt verdi ulaştırmacı.

Elbette anlatacağım, o başka!”

Doktor, istihkâmcıya hınzırca baktı. Bıyık altından gülerek muzipçe kaş göz işareti yaptı.

Sevgili duloşcuk, sustursana şunları!”

Hışımla işaret parmağını ileri geri sallarken gözlerini ayırdı, dudaklarını büzdü o.

Git len doktor, bu yaşta gaza gelmem!”

Yaşında ne var,” dedim gülerek.

Sen sus çocuk!”

Yüzümü ekşittim.

İnsan, önce hoş geldin der, değil mi ama?” dediğimde doktorun gözleri parladı.

Bakın, bakın kızdı, kaşlarını çattı. Yüz ifadesinde bakın.”

Hayır!” diye inler gibi ses çıkardım. Alın derim saçlarımla birlikte geriye doğru gitti, hepsi birden bana döndü.

Şimdi sırası değil, kızmayacağım,” diyebildim.

Hiç boşuna konuşma çocuk,” dedi istihkâmcı.

Diğerleri üzerime çullandı.

Hava çok soğuk!” diye feryat etmem hiçbir işe yaramadı.

Doktor homurdanıyordu.

Asker adam üşümez, acıkmaz, yorulmaz, hele hele hiç korkmaz!”

Doktor kemerimi çözerken diğerleri kol ve bacaklarımdan sıkı sıkı tutuyordu. Kolları arasında patırdamam kar etmedi. Bir anda ne oldu, nasıl olduysa beni bırakan doktor kolunu havaya kaldırdı. Yere bakarken işaret parmağını hızla salladı, dudaklarından muzip bir tebessüm yayıldı.

Durun arkadaşlar!”

Bir an için bırakacaklarını zannettim.

Burası güzel değil, geniş odaya geçelim.”

Hepsi birden tekrar hareketlendi. Kurbanlık koyun gibi aralarına aldıkları beni karga tulumba öbür tarafa götürürken hınzırca gülüyorlardı.

Şuna bak! Birde karşılık veriyor, hoş geldin partisini eminim çok seveceksin!”

Büyük odanın dört duvarı önünde duran dört divanın ortasındaki boşluğa, beton üzerine yatırdılar; üst tarafımı soyduktan sonra tüm uğraşılarıma rağmen teker teker göbeğime imza atarken hepsi birden kahkaha atıyor, koro halinde söyleniyorlardı.

Al sana hoş geldin partisi!”

Aralık 2007

 

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Hamburg Parlamentosundan Notlar (20.10.2021)

Kurzzeitvermietungen bereichern das Tourismus-Angebot in der EU, aber belasten Gemeinschaften