in ,

Demirci

Öykü

Kaynak sesi ile yoldan geçen araçların sesi birbirine karışır.

Depo ve tamirhanelerin bulunduğu bölgede önü demir yığınlarıyla dolu bir atölye var. Yarım asırdır işlevini sürdürür. Kaynak sesi ile yoldan geçen araçların sesi birbirine karışır. Öndeki büronun kirli ve kara kapısı buranın kullanılmadığı izlemini verir. Duvarları ahşap odada masa dışında hiçbir obje dengede durmaz. Demir tozuna bulanmış cilt cilt kitapları, dergileri, kâğıtları, cetvelleri, kalemleri, kahverengi küresi, dümen şeklindeki duvar saati ile daha çok bir geminin kaptan köşkü gibidir.

Yabancı plakalı bir cip tam da bu atölyenin önüne park eder. Biri entarili diğeri spor giysili iki adam camdan içeriye bakarlar. Masa başındaki adam onları fark eder etmez kapıyı açar;

“Ya ehlen!” der. Gelenlerden biri Suudili diğeri Suriyelidir.

“ Edip Bağdatlı’yı arıyorduk.” Derler. Uzun boylu demirci cevap verirken gülümser;

“Doğru adres! Benim!”

Arabistan’dan dün geldiklerini, Büyük Antakya Otelinde kaldıklarını anlatırlar. Hararetli sohbetin ardından, kandura giysili olan;

“Konu şu ki, Riyad yakınlarında ufak bir ev yaptırıyorum. Demir motiflerini sizin yapmanızı istiyorum üstaz.” Der.

Edip usta şöyle bir geriye yaslanır, gözlüğünü çıkarır;

“Neden ben?” diye sorar.

“Riyad’da sizinle ilgili duyduğum olumlu kanaatlerden dolayı elbet.”

“Teşekkür ederim seyit…”

Suriyeli atılır;

“Saad Suleym El Kahdani!” der ve devam eder; “Kendisi Amerika’da işletme okudu. Kralın isteğiyle döndü Arabistan’a. Şu anda Aramco Şirketinin sahibi ve kurucusu. Havaalanının da bakımı ve sorumluluğu Saad Suleym El Kahdaniye aittir. Kendileri aynı zamanda eski hazine müsteşarı…”

Suudi konuşmalarında saygılı, davranışlarında ölçülü, güler yüzlü bir adamdır. Ancak demirci beraberindeki adamdan pek de hoşlanmaz. Daha ayrıntılı konuşmak için ertesi günü kaldıkları otelin lobisinde buluşurlar. Mal sahibinin yanında çalışan mühendisin yerli yersiz müdahalelerine önce canı sıkılır demircinin. Hele küstah ve manidar şekilde;

“Siz demiri kaça alıyorsunuz ki?” derkenki alaycılığı… Gönülsüz gelen Edip Usta bir yerden sonra sırf bu adama inat işi kabul eder.

Sıra, belirlenen tarihte Arabistan’a gitmeye gelir. Otelde zengin bir kahvaltı sonrasında sevimsiz yardımcı gelir onu almaya… Vardıklarında Demircinin eli ağzına gider. Koca bir arazinin ortasında yükselen bu devasa malikâne midir ufak denilen?

Mal sahibi kahkahalarla güler. Onun şaşkınlığı geçene dek bekler. Sırtını sıvazlar. Dostane tavırları Edip ustayı rahatlatır. Ölçüleri almak iki gün sürer. Fiyat konusunda da sıkıntı olmaz. İstediği parayı vermeye hazırdır Saad Suleym El Kahdani. Yeter ki belirtilen zamanda malzemeler ulaşsın ve demirler takılsın. Otele yine Suriyeli mühendis götürür.

Arabadan ineceği an;

“Bir saniye. Konuşmamız gereken bazı konular var!” der. Edip usta az çok tahmin eder adamın söyleyeceklerini.

“Dinliyorum!” der.

“Bu iş bağlantısındaki rolümden dolayı bana kırk bin riyal ödemen gerekiyor.”

“Sana bir pay ayırmayı düşünüyordum ama bu kadar değil tabii. Benim bu paraya ihtiyacım varken sana neden vermek durumunda olayım?”

Uzaklaşırken mühendis bağırır;

“Ya bu parayı verirsin ya da işi iptal ettiririm!”

O akşam düşünür. ‘Bu pislik beni rahat bırakmayacak anlaşılan. En iyisi gitmeden önce mal sahibiyle konuşayım! İşten vazgeçtiğimi söylerim olur biter.’ Mırıldanır; “Ağrısız başım, kaygısız aşım.” Fakat Saad Suleym El Kadhani bu karara anlam veremez. Üsteler;

“Birisine mi kızdın? Yardımcımın bir kusuru varsa söyle! Fiyatı beğenmediysen yeniden konuşuruz. Bu işi senden başkası yapmayacak!”

Usta geçmiş deneyimlerinden, Arabistan’da kaldığı sürece edindiği tecrübelerden bilir. Burada daima yabancılar haksızdır! Başına ne geleceği belli olmaz! Mühendis ile aralarında geçenleri anlatmaz. Merkez bankasına giderler. Müdürü Türk’tür. İşleri kısa sürede biter. Avans olarak otuz beş bin Riyal alır. İş adamının aralarında senet sepet olmadan parayı avucuna koyması Demirciyi derinden etkiler. Bilir ki bu ülkede geçerli üç imza olmadan kimse kimseye günahını bile vermez.

Ofisinde günler süren çizim örnekleri ve incelemeler onu gotik esintiler taşıyan figürleri kullanmaya götürür. Pirinç de kullanacaktır bazı yerlerde. Yükselen formdaki demirler bol kıvrımlı olunca evdeki hesap çarşıya uymaz. Parası biter. İmdadına eşi yetişir. Altınlar bozdurulur. Şuradan buradan borç alır. Dört ay geçtikten sonra kaba haliyle ortaya çıkan kapıya şöyle bir bakar. Boğumlu demirlerin aralıkları ideal, köşe göbeklerinin büyüklüğü istediği simetridedir. Kenardaki topuzların üst çanağının pirinç oluşu arzu ettiği seçkin havayı vermiş, temsil ettiği şahsiyete ve konuma uygun bir görünüm ortaya neredeyse çıkmıştır. Kilit kısmına da mı panolar yapsa acaba! Tavus kuşu iç kapıya ve pencere önlerine daha çok yakışır…

Saad Suleym El Kahdani bir zaman sonra merak edip ayağının tozuyla uğrar atölyeye. İşçiler koşuşturur, diklerler kapıyı mal sahibinin önüne;

“Oo! Bayağı ihtişamlı olmuş Edip usta! Bu resmen emir işi! Zümrüdü Anka Kuşu mu bu?” der, hayranlıkla. Usta, derin bir nefes alır, yorgun gözleri ışıldar ve

“Çünkü siz benim için emirlerin de emirisiniz!”der.

“Anlıyorum da, sana bunları karşılayacak kadar para vermedim. Umarım zor durumda kalmamışsındır. Ne kadar vermeliyim?” Diye sorar. O da;

“Henüz işi bitirmedim. Teslim ettiğimde ödersin.” diye yanıtlar. Dostlukları zaman geçtikçe perçinlenir. Onu ailesiyle tanıştırır. Çocukları da arada bir çıkıp gelen terlikli, başında ıgali ve şimağı olan fistanlı amcayı benimserler.

Binanın son durumunu görmek için bu sefer ustanın Riyad’a gitmesi icap eder. Görmeyeli ek bölümler inşa edilmiş yapı daha da büyümüştür. Yeniden ölçüler alır. Camların vitraylı olurlarsa daha şık duracağını söyler. İşi bitirip de ayrılacakken Saad Suleym El Kahdani elinde geyik derisinden kahverengi bir çanta ile çıkagelir. İçinde vaat ettiği paranın olduğunu, saymasını ve çantayı da hediye ettiğini söyler. Edip Usta sütunun gerisinde onları izleyen yardımcının önünde bu işin olmasını istemese de alır, teşekkür eder. Geri dönünceye kadar açıp bakmaz içine.

Açtığı zaman adamın tüm parayı eksiksiz vermiş olduğunu hayretle görür. Bu nasıl bir güven der. Duygulanır. Ama çantadaki bir gözde kâğıt gibi bir şey ilişir gözüne. Hayır! Kâğıt değil bir tomar para bu… Hem de sterlin… Seksen beş bin! Uykusuz geçen iki geceden sonra doğru oraya gitmeye, bu parayı sahibine götürmeye karar verir.

Saad Suleym El Kahdani her zamanki gibi gri ceketi kahverengi terliğiyle karşılar onu. Elindeki çantayı görür görmez;

“ Ya aybişşuum” der. Ben sana onu hediye ediyorum, sen bana geri getiriyorsun. Neden dostum?”

“Sağ ol! Biliyorum. Ancak önce çantayı aç ve içine bak! Sonra konuşalım.” Der ve bekler.

Sterlinleri gören adamın benzi uçar. Ona uzun uzun bakar. Teşekkür eder.

“Gel burada sana fabrika açalım. Ne dersin dost? Çekmeceden çıkardığı çeke yazar ve uzatır. Nerden istersen sana işçi getiririm! Amerika’dan Hindistan’dan…” Edip usta reddeder.

Üç buçuk senenin sonunda yirmi ton demir ve altı ton pirinç kullanarak işi bitirir. TIR’la giden malzemeleri gümrükte bekletirler. Memur;

“Siz bunları tarihi bir evden mi söktünüz?” diye suçlayıcı tavırlar takınır. Soruşturma bitince tarihi eser kaçakçısı olmadıkları anlaşılır. Yola devam ederler. Şu ana kadar işlenmiş demir anlamında ilk ihracatı gerçekleştirdiğini öğrenir.

Malikâneye ulaşan malzemelerin montajı başlar. Sıra görkemli kapıya gelince Saad Suleym El Kahdani;

“Ben bu koca şeyi nasıl açacağım?” diye sorar. Sonra kendi kendine verir cevabı.

“Neyse, iki adam koyarım, onlar bana açarlar.”

Hareketlilik devam ederken bir araba yanaşır.

“Selâm-ün Aleykum! Ben tüccarım. Altın tüccarı… Adım Salih Rümeyzan!” der adam indikten hemen sonra. “Yolda giderken bu aracı gördüm. Ve tabii sarkan şekilli demir şeyleri… Merak ettim. Bunlar nedir, nereye gidiyor diye. Ayrıca kimin yaptığını da öğrenmek isterim doğrusu. Yani bir elli kilometre mesafe geldim bunun için. Hesap edin.”

“Ben yaptım. Bizim işimiz…” der Edip Usta.

“Hayatımda hiç bu denli güzel bir işçilik görmedim. Sanat bu sanat resmen! Kapı bu herhalde? Benzersiz! Kutluyorum sizi”

“Teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim.” Der demirci. İşçiler de başlarını sallayarak selâmlarlar mendiliyle alnını silen adamı. Tüccar ayrılırken kartını bırakır ustaya. İnşaat yaptırdığını söyler. Mutlaka görüşmek istediğini belirtir.

Adam uzaklaşırken çalışanlardan ıslık ve tezahürat sesleri yükselir. Keyifler yerindedir. Fakat mal sahibinin yüzü karışır biraz.

Yalnızca kapının montajı üç gün sürer. Son punta kesilirken hafif bir esinti ile kanatlar açılmaya başlar. O anda panikleyen Saad Suleym El Kadhani, Allah Allah diyerek koşmaya başlar. Korkulacak herhangi bir şey olmadığını anlayınca sakinleşir.

“Adamın nazarından!” der. Daha tam takılmadan sanatçımızı ayarlamaya çalışıyor. Olacak şey değil.

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Breites Portfolio für den Urlaubs-Endspurt in Spanien

„Silivri soğuk değil, o kadar çok korkulacak bir yer de değil“