in ,

Şimdi naneyi yedik

Öykü

“ Sağ ol canım. Halıcıydı babam. "

Madam Anahid tozunu aldığı sehpaların üzerine örtüleri özenle yerleştirdi. Boydan boya camekânlı köşeden sokağa baktı. Mutfağa doğru giderken kapı çaldı. Arkadaşı Lilipar’ı görünce gülümsedi. Kollarını açarak,

“Seni cadı, nerelerdeydin? Çok özlettin kendini!” dedi.

Lilipar geçkin nefesini zorlayarak yanıtladı.

“Ben daha çok özledim minik serçem. Ne yapayım, kız yurt dışında. Torunumu da özledim. Gitmek farz oldu bana.”

Gülüşmeler, takılmalar kahveleri yudumlarken devam etti. Lilipar,

“Şeyy…” dedi. “Şu fotografa bakıyordum da. Merhum peder değil mi? Altında Osmanlıca bir yazı var galiba! Anlamını soracağım ama… Onun yerine bir haç işareti olması gerekmez miydi?

“Haaa! Çok dikkatlisin valla! O yazı… Şimdi anlatırım.”

“Hadi bakalım! Beni daha çok merakta bırakma!”

Arkadaşının ondüleli saçlarından gözünü alamayan Madam Anahid, uzunca bir iç geçirişin ardından başladı konuşmaya.

“1930’lu yıllardı cancazım. Babamı tanımazsın sen.”

“Evet, ama adını bilirim minik serçem. Agop amca. Agop Semerciyan. Toprağı bol olsun.”

“ Sağ ol canım. Halıcıydı babam. El dokuması halılar satardı Sultanahmet’te. Kendisi dokurdu ipek halıları.”

“Evet, evet duymuştum. Hatta konuştuk daha önce. Ayy aşk olsun elbette konuştuk yaa!”

“Neyse. Çokça turistin uğrak yeriydi dükkânı. Dünyanın halısını sattı, iyi kazanıyordu maşallah.”

“E, bu sendeki halılar da onun eseri, değil mi?”

“ Evet canım. Resmen sanatçıydı adam. Biz ne yapıyoruz? Hiç. Koca bir hiç. Ye, iç, yat uyu.”

“O kısmı hiç karıştırma serçem. Anlatıyordun.”

“Evet. İşte bir gün babamın yanına bir Alman iş adamı gelmiş. Babamın dokuduğu halılara hayranlığını dile getirmiş. Daha önce aldıklarını Almanya’da yok sattığını da. Babam bir süre sonra bu Alman tüccarın yeniden yanına geldiğini ve birlikte iş yapmayı teklif ettiğini anlattı. Berlin şehrinde işlek bir caddede boş bir mağazası varmış ki o da babamın emrine amade edilecekmiş.”

“Waaaw!”

“İşte sonra, babam ve annem Berlin’e göç etmeye karar verdiler. Tüm birikimlerini, varlıklarını da beraberlerinde alarak tabii. Kentten çok etkilenmişler. Planlı, yeşilliklerle dolu… Tarihi dokusu… 1939 yılına kadar babam ve ortağı iyi iş çıkarıp bolca kazandılar. Ancak önemli bir sorun ortaya çıktı sonra.”

“Nedir?”

“Civardaki kömür havzalarından çıkan duman annemin ciğerlerinde tahribat yaptı. Yazık ki ince hastalığa yakalandı.”

“Amaaan!”

“Ya, işte böyle kardeşim. Bünyesi de zayıfmış her halde… İlaçlar fayda etmedi.”

“Allah Allah! Eee!

“O zamanda sanatoryumda yer yokmuş. Bir hastanenin özel odalarından birine yatırdılar onu.”

“Tanrı aşkına! Sözünü kesecem ama. Senin o güzel likörlerine ne oldu minik! Neden ikram etmedin kahveyle. Sakın bana yok deme. İçmem lazım, yoksa fenalık geçireceğim.”

“Canım ya! Hemen getiriyorum. Sanırım mastikalı ile mandalinalıdan olmalı. Bir saniye.”

“Biliyor musun? Ne macera yaşamış sizinkiler ama! Verem bölümü hariç Avrupa’da olma fikri şimdi bile uyar bana.”

“Buyur canikom! İkisinden de koydum. Lilipar’ım gelir de bulunmaz likörüm? Yarasın bre! Dik dik?

“Evet, şimdi gerisini dinleyebilir Lilipar. Hadi canım!”

“Tabii, benim de elim armut toplamıyordu. Okul çıkışı annemi ziyaret ediyor ona yardımcı oluyordum.”

“Ahh! Güzelimm.”

“Kısa süre sonra annem hastalığa yenik düştü.”

“Vah vah!”

“İnan yasımızı bile tutamadan savaş çığlıkları Berlin’de ve Avrupa’da yankılanmaya başladı. Ne yapacağımızı şaşırdık. Korkuyorduk. İş ortağımız babama işe devam etmeyi, önemli bir sorun yaşayabileceklerini sanmadığını söyledi.”

“Ne rahat bir adammış bu. Ortalık kaynıyor, seninki aldırma diyor. Olacak iş mi?”

“Okuldan ayrıldım. Babama yardımcı olmaya başladım. Hitler Almanya’sı, her yanı kasıp kavuruyordu.”

“İnşallah cehennemde kavrulmuştur!”

“Gerçekten ne yapacağımızı bilemiyorduk. İstanbul’a dönmek neredeyse imkânsız, sınırlar kapalı, izinler iptal. Düşün! Araştırmaya devam ediyordu babam. Tetikteydik. Ama işler de bir o kadar artmıştı. Gerilim dolu aylardı. Savaşın bitmesinde önemli rol oynayan Amerika ve Sovyetler Birliği Berlin’i paylaştılar. Ruslar dikenli telleri gelişigüzel caddelerden geçirerek Berlin’i sanki ikiye ayırıyorlardı. Evimiz ve mağaza maalesef Rusların bölgesinde kalmıştı.”

“Ne isterdin? Amerika olsun! Ruslar bin kat iyi onlardan minik.”

“Canım, durumu anlatıyorum. Siyaseti bırak şimdi. Rusları sevdiğini biliyorum. Senin olsunlar.”

“Hah ha! İşte bu güzel! Hani nerede Anahid? Haber ver de geleyim.”

“Seni çapkın. Vazgeçmez bu hatun! Bilirim. Ve lakin yaşına rağmen böyle düşünüyorsan neden bu denli genişledin a canımm. Söyle bakalım?”

“Damarıma dokunma zalim. Hem benimkiler tombik seviyorlar. Anladın mı?”

“Hah hah ha! Sen çok yaşa e mi? Yalnız var ya dramatik bir olayı komediye çevirmek üzereyiz. Hâlâ merak ediyorsan anlatmaya devam edeyim.”

“Tamam, tamam.”

“Savaş sonrası daha beterdi. Belirsizliklerle doluydu. Herkes birbirinden korkuyordu. Bulutlar bile kapkaraydı. Üzerimizden gitmek bilmiyorlardı. Rusların baskıcı tutumu bizleri ve Almanları huzursuz ediyordu. Ve çok korkunç bir şey oldu. Rusların komutanı askerlerine ödül olarak tüm evlere girebileceklerini, beğendikleri her şeyi alabileceklerini söyledikten itibaren yağmacılık başladı.”

“Çok kötü. Vah vaaah!

“Kaç gün geçti bilmiyorum. Bir sabah kapımız hiddetle vuruldu. İçeri kapıyı kırarak girdiler. Dört kişiydiler. Evimizde bulunan değerli değersiz ne varsa çuvallara doldurdular. Askerlerden biri beni fark etmiş olmalı. Elindeki eşyayı bırakarak bana doğru geldi… Sağa sola bakındım. O anda babam onun elini yakaladı. Ters çevirerek sıktı. Asker el çabukluğuyla tabancasını çekti. Babamın şakağına doğrulttu.

Babam inleyerek “ İşte şimdi naneyi yedik” dedi. “ Otomatiğe takılmış gibi yeniden ama daha yüksek bir sesle “İşte şimdi naneyi yedik” dediğini duydum. Asker de o zaman duymuş olmalı. Birdenbire yüzü değişti. Gözünü hayretle açıp kapadı. “Sen ne dedin bakayım” dedi, parmağıyla işaret ederek. Çok korktum. Babamsa dediklerine pişman olmuş bir haldeydi. Titredi. Asker : “Dur biraz! Demin sen Türkçe mi konuştun?” diye sordu.

Babam, duymakta zorlandığım bir sesle “Evet” dedi. Silahı bırakan adam, benden vazgeçip Agop Semerciyan’ı kucaklamasın mı? Cancazım! Meğer adam Azerî’ymiş! Diğerlerine dönerek aldıkları her şeyi bırakmalarını emretti. Bizlere özrünü ve iyi dileklerini sunarak oradan ayrıldı. Yani gittiler anlayacağın.”

“O kısa süre ne uzun gelmiştir size.”

“Evet. İlahî! Ne desem sana… Yaşamak farklı bir şey… Allah düşmanıma vermesin böyle bir an.”

“Ee, sonra?”

“Sonrası devletlerin işbirliği ve ortağımızın katkılarıyla İstanbul’umuza döndük. Ancak babam artık çalışmak istemedi. İnzivaya çekildi. Zamanı dolunca göçtü gitti dünyadan. Ben de hayatımızı kurtaran ve babamın ağzından dökülen bu sözleri çerçeveletip fotoğrafının altına yerleştirdim. Şimdi söyle sevgili Lilipar, sence resmin altında Haç mı olmalıydı yoksam bu cümle mi?”

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Guter Schutz für alle Felle

Deutsche Post DHL Group übernimmt Seefrachtspezialisten J.F. Hillebrand Group