Toplantıda siyasal gelişmeler ve yeni dönem demokratik mücadele programı ele alınacak. Toplantının açılış konuşmasını yapan Sancar, şunları söyledi:
Uzun aradan sonra gerçekleştirme imkanı bulduğumuz Parti Meclisi toplantımıza hoş geldiniz. Burada yüz yüze, göz göze bir araya gelmek çok büyük bir mutluluk ve heyecan yaratıyor. Şimdi bunu burada hep birlikte yaşıyoruz. Yine çok önemli bir dönemde bu toplantıyı gerçekleştirdiğimizin farkındayız. Türkiye’nin kritik dönemeçleri az değil, içinden geçtiğimiz dönemlerin her zaman bir hassasiyeti ve bir özelliği oluyor ama kanımızca bu dönem artık bir finale yaklaştığımız dinamiklerin işlediği dönemdir. Ya şimdiye kadar gelmekte olan bu mafyatik, inkar ve savaş düzenini hep birlikte değiştireceğiz ya da bu düzen kendini tamir ederek on yıllarca sürecek, aynı zihniyetle uygulamaları yürütecek, bir yenilenme imkanı bulacak.
Talan, sömürü ve savaş politikalarını değiştirmemiz hiç zor değil
O nedenle bizlere, başta HDP’ye, bütün demokrasi güçlerine tarihi bir sorumluluk düştüğünü hatırlatmak isterim. Kürt sorunu bu ülkenin en temel sorunudur diyoruz. Bunu tekrar ediyoruz. Sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin her tarafında yaşayan ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, emekçilerin de bu sorunun çözümsüzlüğünden dolayı somut acıları ve yıkımları daha fazla yaşaması meselenin anlaşılmasına imkan sağlar. Eğer bu tecrübeyi iyi değerlendirirsek Kürt sorunun çözümsüzlüğünden kaynaklanan talan, sömürü ve savaş politikalarını değiştirmemiz hiç zor değil buna inanalım. 1993’te başlatılan, 90’larda başlatılan konsepti, 93 konsepti olarak adlandırıyorduk. Elbette Türkiye’de mafya-devlet-çete ilişkileri sadece o dönemde ortaya çıkmadı. Bunların kökenleri çok eskilere dayanıyor ama Kürt sorununda çözümsüzlük, imha, inkar ve savaş politikalarının böyle bir mafyatik düzeni üretmesi konusunda en somut bilgiler 90’larda ortaya çıktı. Bunların kaynağında 93 konsepti denilen bir anlayış vardı. 93 konsepti Kürtlere yönelik topyekün savaş konsepti idi. Kürt sorununda çözümsüzlüğü temel alan anlayış Kürtlere karşı topyekün savaş yürüttü.
Hukuk dışına çıkmak, Kürt sorununda savaş politikalarının doğrudan sonucudur
“Biz Kürtlere karşı böyle kapsamlı bir savaş yürütürsek Kürt sorunu da devreden çıkar” dediler. Onun için binlerce köyü yaktılar, milyonlarca Kürdü evlerinden yurdundan zorla çıkardılar ve göç ettirdiler. Binlerce insanımız failini bildiğimiz ama ‘faili meçhul’ diye adlandırılan cinayetlerle katledildi. Binlerce insan yargısız infazla yine katledildi. On binlerce, yüz binlerce insan zindanlara tıkıldı. Bütün bunları yürütmek için hukukun tamamen bir kenara bırakılması gerekiyordu. Hukukun dışına çıkma ve hukuku bir kenara bırakma anlayışı Kürt sorununda savaş politikalarının doğrudan ve belki de mecburi bir sonucudur. Eğer topyekün bir savaşı esas alırsanız bunu hukukla yürütümeyeceğinizi bildiğiniz için hukuku bir kenara bırakırsınız. Bunu devletin hukuka bağlı güçleri ile yürütme imkanını bulamayacağınız için devlet içinde yasa dışı örgütler kurarsınız. Kayıt dışı yapılar oluşturursunuz, devlet dışı çetelerle ve mafyatik yapılarla ilişkiye geçersiniz. Böylece devletle iç içe olan bir kirli savaş ağı oluşturursunuz.
Savaş makinasını bazı kurbanlar vermeyi göze alarak yenilediler
Bunun bir de savaşı finansa etme boyutu vardır. Bu kadar kapsamlı bir savaşı finanse edebilmek için bütçenin örtülü ya da açık kaynakları yetmez. Bu nedenle kara ekonomiye başvurursunuz. Her türlü kirli ilişkiyi bu kara ekonomiyle finansa etmeye çalışırsınız. Kaçakçılığa başvurursunuz, uyuşturucu ticaretinde ülkeyi dünyanın en büyük merkezlerinden biri haline getirirsiniz. Orada ortaya çıkan rantın devlet içinde ve devletle ilişkili çeteler arasında paylaşımı da işte yeni bir savaş başlatır: Çeteler arası rant savaşı. 93 konseptinin sonucu olarak yaşadığımız durum tam da buydu. Bunun yürütülemez hale geldiği bir durumda Susurluk kazası gerçekleşti ve bütün bu ilişkiler açığa çıktı, ortalığa döküldü. Susurluk’ta bu kadar çok bilgi, itiraf ve belge olmasına rağmen o ilişkilerden ve o ilişkiler üzerine kurulan insanlık düşmanı düzenden hesap sorulmadı. Bir suç düzeni ve suçlular ittifakı oluşturulmuştu ve bunun gizlenecek tarafı kalmamıştı. Daha da ötesi her şeyiyle ortadaydı. Birkaç göstermelik dava ile bu düzenin üstünü örttüler. Savaş makinasını bazı kurbanlar vermeyi göze alarak yenilediler, yıkadılar, yağladılar ve ihtiyaç duyduklarında yeniden devreye sokmaya hazır hale getirdiler. Bu düzen kendisini bir şekilde restore etti.
Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ortaya çıkan düzen 2015 konseptidir
Belki de bizim demokrasi güçleri olarak, Türkiye’de hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen güçler olarak o dönemden çıkarmamız gereken en önemli ders budur. Yüzleşmeyi sağlayamadık ve hesap soramadık. Bu nedenle o dönemin failleri kendilerini sakladılar, imajlarını düzelttiler sonra yeniden ‘makbul’ kişiler olarak karşımıza çıktılar. Şimdi yaşadığımız düzen, Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ortaya çıkan düzen 2015 konseptidir. 2015 konseptini de kısaca hatırlatalım. 2013 ve 2015 yılları arasında Çözüm Süreci vardı. Çözüm Süreci, Kürt sorununda demokratik arayış konusunda en önemli girişimlerden biriydi. Eğer o süreç samimiyetle yürütülmüş olsaydı, yani hükümet çözüm konusunda samimi olsaydı bugün karşılaştığımız bu kirli düzen ortaya çıkmayacaktı. Ama AKP Çözüm Sürecine hiçbir zaman barış odaklı yaklaşmadı. Çözüm Sürecini kendi hesaplarına araç kılmak istedi. AKP Çözüm Sürecini araçsallaştırdı, oradan kendini güçlendirecek imkanlar ve faydalar yaratmaya çalıştı. O nedenle süreci kurumsallaştırmayı kabul etmedi, sürecin yasal güvencelere bağlanmasını kabul etmedi ve sürecin daha derin, açık ve şeffaf bir toplumsal zeminde yürütülmesine yanaşmadı. Kendi kontrolünde ve çıkarına göre yürütmeyi amaçladı. Böyle bir tercihin bu kadar önemli bir süreci başarıya ulaştırması da mümkün değildi.
Kobanî’deki direniş ve zafer AKP’nin Suriye politikasındaki hayallerini yerle bir etti
AKP’nin bu süreci yürütme ve sona erdirme konusuna iki önemli sebebi vardı. Birincisi Suriye politikası, ikincisi de Türkiye’de tek adam rejimini kurmak. Süreci bunların mümkün olacağı bir çerçevede yürütmek istedi. O nedenle Suriye’de cihatçılara ve çetelere her türlü yardımı yaptı. Bunları bizler söylüyorduk, şimdi aktörleri saklanamayacak şekilde itiraf ve ifşa ediyorlar. IŞİD’in Kobanî kuşatmasını hatırlayalım; AKP’nin bu işgal girişiminden duyduğu memnuniyeti hepimiz hatırlıyoruz. 7 Ekim’de Erdoğan’ın Antep’teki sözlerini hiçbirimiz unutmadık; “Kobanî düştü düşüyor” diyordu. Eğer Kobanî düşseydi AKP’nin Suriye politikasının önündeki en büyük engel ortadan kalkacaktı. İstedikleri şekilde bir yönetimi başa getirme imkanını yakalayacaklardı ama Kobanî’de Kürt halkı diğer halklarla birlikte büyük bir direniş gösterdi ve IŞİD barbarlığını yendi. İşte Kobanî’de yaşanan bu direniş ve arkasından gelen başarı AKP’nin Suriye politikasındaki hayallerini yerle bir etti. Şimdi arkadaşlarımızı Kobanî Davası adı altında yüzlerce yıllık hapis cezası istemiyle yargılamaya çalışıyorlar. Amaçları orada yaşadıkları yenilginin intikamını almaktır. Ne AKP ne de devletin diğer Kürt düşmanı kesimleri, Kobanî’de yaşanan o durumu hazmedemediler, unutmadılar. Onun için Kobanî Davasını aradan 7 yıl geçtikten sonra devreye soktular. Kobanî Davasına gelene kadar da Kürt siyasetini tasfiye etmek için her yolu denediler. Ama bizler ayaktayız ve bizler ayakta olduğumuz için bu düzen yürüyemiyor.
Devreye soktukları topyekün savaş politikası mafyatik ilişkileri canlandırdı
2015 konseptinin diğer boyutuna gelecek olursak; 7 Haziran seçimleri AKP’nin ülkede tek adam rejimini kurma hayallerini yıktı. HDP yüzde 13,1 oy oranıyla ve bu oy oranından çok daha büyük olan siyasi etkiyle AKP’nin hayallerinin önüne duvar ördü. Bu da AKP’nin unutmadığı bir acıdır. Bunun da intikamını almaya çalışıyorlar. 2015’ten itibaren devreye soktukları topyekün savaş politikası tıpkı 90’larda olduğu gibi mafyatik ilişkileri canlandırdı, devletin bütünüyle hukukun dışına çıkmasına yol açtı ve demokrasi adına ne varsa silip süpürülmesi politikalarının hayata geçirilmesine vesile oldu. Devlette çöküş, toplumda çözülme ve çürüme esas kaynağını Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarından alıyor ve buna bağlı olarak topyekün savaş ve imha konseptinden alıyor. Çözüm Süreci ne zaman bitti? Bana göre Çözüm Sürecinin bittiği tarih 5 Nisan 2015’dir. O tarihte HDP heyeti İmralı’da Abdullah Öcalan ile son görüşmeyi gerçekleştirdi. Ondan sonra da görüşme olmadı.
Çözümsüzlüğe karşı mücadelenin tecride karşı mücadeleyle büyütülmesi gerekiyor
Bizim tecrit dediğimiz şey, tecrit adı altında anlatmaya çalıştığımız gerçeklik budur. Çözümsüzlük politikaları ile tecrit aynı anlama geliyor, Savaş politikalarıyla tecrit birbirinin karşılıklı beslendiği acı ve yıkıcı gerçeklerdir. Savaş politikaları tecritle derinleşiyor, çözüm politikaları İmralı’da görüşmeler varken büyüyor gelişiyor. O nedenle biz çözümsüzlüğe karşı mücadelenin tecride karşı mücadeleyle büyütülmesi gerektiğini ısrarla söylüyoruz. Demokratik çözüm için mücadele tecridin kaldırılması talebiyle iç içe olmak zorunda. Bazen tecride karşı HDP’nin bu itirazlarını, tepkisini ve mücadelesini yeterince anlatamadığımızı düşünüyorum ya da anlattığımız halde ısrarla anlamak istemeyen çevreler olduğunu görüyoruz. Tecride karşı mücadele Kürt sorununda çözümsüzlüğe ve savaş politikalarına karşı mücadeledir. Tecridin kaldırılmasını istemek demokratik çözümü ve barışı istemektir. Bunlar birbirinden koparılamaz.
Mafya ile iç içe geçmiş bir yönetim ülkenin ekonomisini çökertir
Bugün yeniden karşımıza dikilen bu mafyatik düzen ve savaş politikalarının yarattığı yıkımlar çok boyutludur. Kürt sorununda çözümsüzlük ve savaş politikalarının sadece Kürt halkını hedef aldığını düşünenler büyük bir yanılgı içinde olurlar. Bu düzen, aynı zamanda ekonomide kaynakları bir avuç sermayeye ve yandaşlara peşkeş çekme düzenidir. Sömürü ve rant düzenidir. Çevreyi, ekolojiyi ve doğayı tahrip etme ve talan etme anlayışının somutlaştığı bir düzendir. Çetelerle, mafya örgütleri ile iç içe geçmiş bir yönetim aynı zamanda bu ülkenin ekonomisini çökertir, insanlarını yoksullaştırır, işini aşını elinden alır, kadın kıyımını sonuna kadar yürütür, gençlerin geleceğini karartır ve doğayı büyük büyük oranlarda tahrip eder.
5’li çeteye giden paraların bir kısmı kirli düzenin devam için kullanılıyor
Bu doğa talanına mesela Hopa’yı, İkizdere’yi örnek verelim; Van’ın Şêxan köyünü örnek verelim. Cudi’de yakılan ormanları, Marmara Denizinin katledilmesini, Salda Gölünün yol edilmesini örnek verelim. Sulara, çaylara ve derelere kurulan HES’leri, Dersim’in Munzur Çayını ve gözelerini örnek verelim. Bunlar kimlere veriliyor, kimlere peşkeş çekiliyor? Bunlar bir avuç sermaye grubuna ve yandaşlarına veriliyor. Niye 5 şirketi bir çete gibi yandaş olarak yanlarında tutuyorlar? Çünkü oraya giden paraların bir kısmı çok büyük ihtimalle başka yollarla bu kirli düzenin devamı için kullanılıyor. Kısacası doğayı talan eden ve halkın ekmeğini gasp eden bu düzen Kürt sorununda çözümsüzlük politikaları üzerinden yükseliyor ve topyekün savaş anlayışı üzerinden derinleştiriliyor. Ancak çözüm bellidir! Çözüm hep birlikte bu düzene karşı mücadele etmektir, Türkiye’de en geniş demokrasi ittifakını kurmaktır. İkizdere’den Hopa’ya, Salda’dan Munzur’a, Şêxan’dan Dersim’e, Cudi’den Lice’ye kadar doğaları tahrip edilen ve hayat şartları yok edilen köylülerin, emekçilerin bir araya gelmesi ile çözüm yolu açılabilir. Çünkü burada canı yanan ve geleceği karartılmak istenen hepimiziz.
HDP, mücadelesini bütün baskılara rağmen kararlılıkla yürütüyor
Demokrasi İttifakı çağrımız soyut bir çağrı değildir. Bu çağrımız talan düzeninden ve savaş politikalarından rahatsız olan, bu anlayışın bedelini ödemek zorunda kalan en geniş kesimleri mücadele ortaklığında bir araya getirmeyi hedefliyor. Sanki HDP yalnız bir partiymiş, gücü olmayan bir partiymiş gibi bu çağrıları da yardım için yapıyormuş gibi yaratılan algıların hepsi saçmadır, komiktir. HDP Türkiye’deki demokrasi ve barış mücadelesini, özgürlük ve ekmek mücadelesini bütün baskılara rağmen kararlılıkla yürütmeyi başarmaktadır. Büyümeye ve büyüyerek yoluna devam etmeye azimlidir. Buna da birikimi ve devraldığı mücadele geleneği yeter. Yeterince de kaynak verir!
İktidar Kürtlerin kazanımlarına karşı topyekün savaş yürütüyor
Bu iktidar içeride savaş politikalarını yoğunlaştırırken, başta Suriye olmak üzere, silahlı çeteler üzerinden Kürtlerin kazanımlarına karşı topyekün savaş yürütüyor. Başından beri AKP politikalarının Suriye’de hangi yıkımlara yol açacağını anlatıyoruz. Muhalefete de aynı uyarılarda bulunuyoruz. Meclis’e sınır ötesi operasyon tezkereleri geldiğinde bu operasyonların Türkiye halklarına karşı yapıldığını ısrarla söyledik. Suriye’de de Güney’de de Libya’da da nerede olursa olsun yürütülen bu operasyonların ülkede çete düzenini daha da güçlü bir şekilde tahkim edeceğini anlatmaya çalıştık. Maalesef muhalefetin bu konuda AKP ile ortak hareket etmesini engelleyemedik. Bazen halk deyimleri basittir ama etkilidir; bir musibet bin nasihatten iyidir. Dileriz ki şimdi Sedat Peker’in ifşaatları ve bunlar üzerine güya açıklama yapan muhatapların itirafları, başta diğer muhalefet partileri olmak üzere bugüne kadar savaş politikalarına kayıtsız ve sessiz kalan geniş çevreleri uyandırır. Barış mücadelesinin nasıl demokrasi mücadelesiyle, özgürlük mücadelesinin nasıl ekmek mücadelesiyle iç içe geçtiğini gösterir. Ayrıca kadın mücadelesinin sarstığı bu düzenin ayaklarını savaş politikalarına bastığını herkese gösterir. HDP bütün bunların partisidir; kadın mücadelesinin, ekoloji mücadelesinin, özgürlük ve ekmek mücadelesinin, demokrasi ve barış mücadelesini partisidir.
Gelin hep birlikte tuğlayı çekelim ve bu karanlık düzen yıkılsın
Geniş çevreler gelişmeleri seyretmek niyetinde olsalar bile HDP durmayacaktır. HDP, geleneğinden aldığı güçlü direniş mirasıyla geleceği inşa etme mücadelesini kararlılıkla büyütecektir ve mutlaka başarıya ulaştıracaktır. Eğer güçlerimizi birleştirirsek kazanma imkanımız daha da büyüyecektir. Bu, düzeni değiştirme süresini kısaltacaktır. Faili meçhul cinayetleri hatırlıyorsunuz, biz o dönemle sembolleşen bir sözü tekrar sizlere sunalım. Uğur Mumcu’nun katledildiği olayın hemen ardından Mehmet Ağar ailenin yanına gitmişti ve Güldal Mumcu orada geçen diyalogları orada paylaştı. Neden failler bulunmuyor, neden bunlar yaşanıyor sorusuna Mehmet Ağar’ın verdiği cevap: “Bir tuğlayı çekersek duvar yıkılır” şeklindeydi. Maalesef o dönem o tuğlayı çekmeyi başaramadık ama şimdi bunu başarmak zorundayız. Gelin hep birlikte tuğlayı çekelim bu karanlık düzen yıkılsın. Tuğlayı çekin failli meçhuller aydınlığa kavuşsun, hakikat ortaya çıksın. Gelin hep birlikte tuğlayı çekelim, kirli savaş politikaları son bulsun. Tuğlayı çekelim, Kürt sorununda inkar ve imha politikası sona ersin. Tuğlayı çekelim, barış ve demokrasi yolunu açalım, bu mafyatik düzeni tarihe karıştıralım. Tuğlayı çekelim, iş, aş, ekmek ve özgürlük yolunu sonuna açalım. Tuğlayı çekelim, doğa talanına son verelim, kadın kıyımına son verelim. Tuğlayı çekelim, çözümsüzlük ve tecrit politikaları son bulsun, siyasi rehineler özgür kalsın.
PM’de yeni mücadele programımızı hep birlikte belirleyeceğiz
Bu sefer bu tuğlayı çekecek gücümüz olduğuna hepimiz inanalım. Tuğlayı ne Sedat Peker’in ifşaatları ne bu iktidarın kontrol altında tuttuğu yargı ne de işlevsizleştirilmiş parlamento çekelebilir. Tuğlayı halkların ortak iradesi ve mücadelesi çekebilir. Tuğlayı en geniş demokrasi ittifakında bir araya gelen ezilenler, kadınlar, gençler ve köylüler çekebilir. İşte o nedenle diyoruz: Güçlerimizi birleştirelim ve bu tuğlayı çekelim! Bu tuğlayı çekeceğimize ve bu düzeni değiştireceğimize kesinlikle inanıyoruz. Bu yolda yürüyüşümüzü büyüterek devam edeceğiz. Bundan sonraki dönemde hayata geçireceğimiz mücadele programını da siz değerli PM üyelerimizle enine boyuna tartışacağız ve yol haritamızı hep birlikte belirleyeceğiz. Demokrasi, barış, ekmek ve özgürlük mücadelesinin öncülüğünü yapmaya hazırız. Parti Meclisi bu kararlılığı ortaya koyacak tarihi bir toplantı yapmaktadır. Hepimiz bunun farkındayız.
Bugün 5 Haziran, doğa talanına karşı mücadelenin önemini özellikle hatırlatmak için bir vesile. Çünkü 5 Haziran aynı zamanda Dünya Çevre Günü’dür. 5 Haziran bir başka karanlık saldırının yıl dönümü, Diyarbakır’da mitingimize katliam amaçlı yapılan saldırının da yıl dönümüdür. Orada hayatını kaybeden arkadaşlarımızı rahmetle anıyorum. O karanlık saldırıların kaynağının ne olduğunu biliyoruz. IŞİD çetelerinin kimden cesaret aldığını biliyoruz, o çetelerin ve devlet içindeki bağlantılarının hangi amaçla o saldırıyı yaptığını biliyoruz. Şimdi o bilmeyi hesap sormaya çevireceğiz, hep birlikte hesap soracağız. Kürt sorununda demokratik çözüm dediğimizde vazgeçilmezlerimizden biri anadilinin bütün imkanlarla kurumsallaştırılması ve kullanılması anlaşılmadır.
Kürt dilini aşağılama cesareti bulanlar yüzlerini gizleme gereği bile duymuyor
23 Şubat’ta inisiyatifler öncülüğünde bir kampanya başlatmış. HDP dahil Kürt partileri katılmıştı. Kampanyanın adı ‘Kürt dili resmi dil olsun ve eğitim dili olsun’ şeklindeydi. Bir imza kampanyasıyla hayata geçirilmişti, o imza kampanyası devam ediyor ve şimdi daha önemli hale geliyor. Pervasızca Kürt dilini aşağılama cesareti bulanlar yüzlerini gizleme gereği bile görmüyorlar. Biri çıkmış efendim Kürtçe anadilde eğitime pedagojik olarak uygun değildir diyor. Bakın tarihteki bütün önemli ırkçı gelişmelerin, düzenlerin temelinde de biyolojik bakış açısı vardır. Mesela siyahlara karşı ırkçılık, ister Amerika kıtasında isterse Güney Afrika’da, siyahların biyolojik olarak eşit olmadığı tezine dayanıyordu. Bu biyolojist bakış aynı şekilde 1900’lerin ilk yarısında Yahudilere karşı başlatılan ırkçı kampanyaların ve soykırımla sonuçlanan ırkçı düzenin temelinde de vardı. Diyorlardı ki “Yahudiler biyolojik olarak aşağı insanlardır. Şimdi biri çıkmış “Kürtçe anadilinde eğitim pedagojik olarak uygun değildir”. Bu söylediğim görüş sadece o kişinin temsil ettiği bir zihniyet de değildir.
“Kürtçe resmi ve eğitim dili olsun” kampanyasını sahiplenelim
Kürt düşmanlığında birleşmiş bugünkü iktidar başta olmak üzere milliyetçilik, ırkçılık adına sahaya çıkan, söz söyleyen herkesin sessiz veya yüksek sesle savunduğu bir anlayıştır. Irkçı bir anlayıştır. İşte bu ırkçı anlayışa karşı da demokratik çözüm ve anadilde eğitim bizim temel talebimiz olmaya devam edecektir. ‘Kürtçe resmi ve eğitim dili olsun’ kampanyasına bulunduğumuz her yerde daha sıkı sarılalım, daha çok sahip çıkalım. Biz bu ülkede bu düzeni, bu mafyatik kirli düzeni, bu rant ve talan düzenini, savaş ve yağma düzenini değiştireceğiz. Çünkü bundan en çok zarar görenlerin ve mağdur olanların partisiyiz. En başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’de bütün ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, ırkçılığa maruz kalanların, şiddete maruz kalan kadınların, geleceği elinden alınan gençlerin, doğaları talan edilen köylülerin, kuraklıkla geçim kaynakları kurutulan çiftçilerin partisiyiz. Büyüyerek yolumuza devam edeceğiz ve bu düzeni değiştireceğiz. Bu ülkeye barışı, özgürlüğü ve demokrasiyi mutlaka getireceğiz. Bu toplantı bu açıdan tarihi bir toplantıdır. Hepimize kolay gelsin, hepimizin yolu açık olsun.
HDP / 5 Haziran 2021