Sihirbaz, 1875-1955 yılları arasında yaşamış ve 20. Yüzyıl’ın önde gelen Alman yazarlarından Thomas Mann’in roman tadında yazılmış biyografisi.
Lübeck’li aristokrat bir ailenin beş çocuğundan biri olan Thomas Mann’in ilk olarak babasıyla olan ilişkisine tanık oluyoruz. Baba Mann, evliliğinden de bu evlilikten doğan çocuklarından da mutlu değildir. Onlara bakarken ailesinin çöküşünü görür. Ölürken geride bıraktığı vasiyeti de tam olarak ailenin dağıtılmasını istediğinin işareti gibidir.
İyi bir dinleyici olmayan babanın vasiyeti, Thomas Mann’in kurduğu hayallerin bazılarına sahip olacağına inandığı şeyin elinden alınmasının belgesidir. Çöküş kanlı canlı olarak hayatındaydı artık. Bu çöküş, keman çalarken notaların çıkardığı seste, kitap okurken gördüğü sözcüklerde olacaktı.
Seksen yıllık hayatına iki dünya savaşı sığdıran yazarın hayatını okurken sıkça durdum. “Nasıl olur”la başlayan cümlelerim yerine “her şey insana dair”le son buldu.
Günümüzde bile insanların cinsel tercihlerini açıklaması kıyametleri koparırken Mann o dönemde bununla mücadele ederek kendini var etme mücadelesi vermişti. Yaptığı evlilikten altı çocuğu olan yazar düşüncelerini günlüğüne aktarırken günün birinde konferans için çıktığı yolculuktan geri dönemeyeceğini ve bunların SS ordusunun eline geçme ihtimalini hiç hesaba katmamıştı.
Hitler’in dünya sahnesinde kendini göstermeye başladığı sıra onu hiç ciddiye almamıştı. Ona göre Münih’te her zaman kaçıklar, fanatikler olmuştu. Sağ ya da sol görüşten olmalarının da bir önemi yoktu. Dolayısıyla bu da gelip geçiciydi ve üzerine düşünmeye, kafa yormaya gerek yoktu. Belki de en büyük yanılgısı bu olmuştu.
Thomas Mann’in tutucu politik görüşleri sürgün hayatıyla beraber onu değişmeye zorluyordu. Ülkesiz bir adam haline gelmişti. Almanya, bir romandaki üzerine fazla öfke çeken, bu yüzden de vazgeçilmesi gereken karaktere benzemeye başlamıştı. Hep aynı yerde yaşayacağını düşünerek yaptırdığı evi artık çok uzaktı. En çok çalışma odasındaki ortamını, konforunu özlüyordu. Yine de dilini ve düşünce tarzını bırakmadığı sürece her yerde çalışabilirdi. Ancak çalışma odasının dışı yabancı ülkeydi ve onu yeni sorunlar beklemekteydi.
İlerleyen yıllarda kendisi de susmaktan konuşmaya çok hızlı geçtiğini fakat bundan rahatsızlık duymak yerine mutlu olduğunu düşünecekti. Hatta o an söylediklerini, Hitler’in iktidara geldiği ilk gün söylemiş olmayı isteyecekti.
Birbirlerine karşı düşmanlık beslemelerine rağmen FBI sorgusunda Bertolt Brecht aleyhinde tek söz etmemesi, savaş sonrası yeni düşmanlarının komünizm olduğunu ve bu nedenle Doğu Almanya’ya geçmesini isteyen Amerika’nın tehditlerine aldırmaması ondaki değişimin kitap boyunca mihenk taşı gibiydi. Goethe’nin şiirlerini yazarken esinlendiği toprakların tam üzerine kurulan Buchenwald toplama kampının anlatıldığı satırları okurken kendimi bir kez daha Hitler faşizminin orta yerinde bulmama neden oldu.
Savaş bitmişti ama düşürdüğü gölge uzundu. Geride pek çok hınçlı insan bırakmıştı. Herkes Nobel ödüllü yazardan bir şeyler duymak istiyordu. Ne söylese üzerine yürüneceğini biliyordu. Ya Sovyet uşağı olacaktı ya da Amerika’nın maşası. Bir insan hayatına yetecek kadar Almanya gördüğüne inanıyordu Thomas Mann.
Kitabın ilk sayfasından son sayfasına dek bir yazarın dönüşümüne tanıklık etmek büyülü bir yolculuk oldu benim için. Eş ve altı çocuk babası olarak da hayrete düşüren satırlar okudum. Arada kalmışlık, taraf olmak ya da olmamak, olmaya zorlanmak, korkmak duygularının hepsini Thomas Mann’in omuzlarından izliyormuş hissine kapıldım.
Gerçeğin kurguya dönüşmesine, ironinin acıdan beslenmesine bir kez daha tanıklık etme yolculuğu da oldu benim için bu kitap. Yazarın kitaplarının yazım aşamasını, sayfalara dökülmesini, gelen tepkileri görmek heyecan vericiydi. Okuduğum Thomas Mann kitapları gözümde yeniden canlandı. Tüm karakterler sil baştan yeniden ete kemiğe büründü.
Gabriel García Márquez’in “Yaşamak için Anlatmak” ve Quentin Bell’in “Yaşamak Bir Rüyadır, Uyanmak Öldürür/Virginia Woolf” kitaplarından da aynı tadı almıştım. Ayrıca bu kitap sayesinde Colm Tóibín ismiyle de tanışmış oldum.
Duygu Uzel