“ Ve bir emeği bütünüyle hissetmek, anlamak için, kitap ya da bir emeğe dokunduğumuz sürece onlar bize izin verir… “
Günlük hayat kendine has dinginliğiyle akıp gidiyordu, aynı mahallede ne değerleri yitirdiğimizin ayrımına henüz varamamıştık. Farklı yerlerden gelip, yeni yerleşim yerlerini inşa eden insanların birliği. Bütünü oluşturan parçaların hepsi bir arada, bütünden daha büyük. Ama tanımsız bir özgürlüğe hepsi daha çok yakındılar. Geri dönülemeyecek bir çağın ruhunu çağrıştırıyordu, gecekondulu yıllar. Komşuların birliği, dayanışma içinde yaşanan yılların dokusu, kapı önlerine sevgiyle kurulan çay sofraları göz okşardı…
Kırk dört senedir aynı mahallede oturduğumuz, kim bilir kaç kez aynı sokaktan aşağı kent merkezine inerken selamlaştığım Pala Mehmet Amcanın oğlu Ali Ulutaş ‘ la karşılaşmışım. İçimizde hep bir ukdedir, yarım asra yakın, aynı kentte – aynı mahallede oturup da ara sıra da olsa, bir çay eşliğinde sohbet etmemek, konuşmamak da ıstıraplıdır. Hiç aklımıza gelmeyecek bir zaman diliminde, bir yerlerde ya da bir kafede insanın duygusu o an oracıkta çiçeklenip, açabilir. İki insanın samimi kokusu ve dostluğu çevreye yayılabilir. Çevrenize çok da bakınmanıza gerek kalmaz, yıllardır göz aşinası olduğunuz, aha şurada hiç konuşmadığınız, Barış ya da Fatma duruyor aynı mahalleden. Onca yıl iş – güçten, çalışmaktan, birbirimizi göremediğimiz süreler uzadıkça uzar, belli bir süre göz önünden kayboluruz, kimseler hatırlamazsa da zihnimizde isimler zamanla silikleşir, kişinin tekrar görünmesi epeyce zaman alır, ta ki, her iki tarafın da birbirini hissetmesi ve anlamasıyla tekrar bir merhabanın dostluğa evrilmesiyle karşılaşana dek. İnsan bazen tanıdığı – tanımadığı biriyle konuşma ihtiyacı hisseder. İşte böyle bir yalnızlık halinde içilen iki sıcak çayın sohbet anında, bir bardak çay içimi mesafesinden sonra bir solukluk nefesle “ Yaz Yaprağı “ isimli kitaba, Ali Ulutaş dostun da dokunması güzel bir duygu. İnsanın bir başkası hakkında hissettiklerini söylemesi de değer vermekti, bu bir saçmalık da değildi. Ve her koşulda, insanın hissettiklerini söyleyebilmesi de kadirşinaslıktı. Daha çok o sınırsız sevginin – saygının bir yerde, hayatın içinde geçerli olan bir duyguydu ve ayrıca iki yönlü mutluluğu bölüşmekti. Oysa bir yerde başlamak hiç de iç burkan ayrılıklar değildi, ne yazık ki şimdi yeni – yeniden anlamaya başlıyoruz. Tek katlı gecekondu evleri, eğer yerel ve merkezi hükümet rantiye için kendi aralarında bölüşmezlerse, hala dimdik ayakta ve çok katlı binalara karşı bize bir şeyler söylemeye çalışıyordu, dünyayı ne kadar çok kirlettiğimizin bir kanıtıydı bu. Uzun bir zaman da olsa, kuru – yavan bir merhabayla geçişen zaman dilimleri, konuşulacak bir konunun üzerinde konuşmadığımız, tanıdığımız birileri muhakkak çevremizde vardı. Ne var ki, bir gün yollarımız bir yerde kesişebilir ve iz bırakır, gelecek günlerin güzel anıları arasına karışır. Ali Ulutaş: Kitap bıraktığım Sarmaşık Cafe‘den bir arkadaşına doğum günü hediyesi olarak ne alması gerektiğini bir sohbet arasında konuşurken Cafe ‘ nin sahibi Kenan Çetin, o arkadaşına kitap hediye etsen daha iyi olmaz mı önerisi üzerine tabi benim “ Yaz Yaprağı “ isimli kitabı Ali Ulutaş ‘ a veriyor. O da doğum günü olan arkadaşına doğum günü hediyesi olarak kitap veriyor. Ne var ki, bütün bu olan bitenden benim haberim yoktu. Yine birbirini takip eden haftanın bir günü, yalnız başına oturduğum masada, önümdeki çayı yudumlarken, oturduğu masada elindeki kitabı gösterip, nezaketen beni oturduğu masasına davet etti. Kısa bir çay sohbetinden sonra, elindeki “ Yaz Yaprağı “ isimli kitabı kendisine imzalıyorum. Ali ağabey, eğer elinizde daha önce yayımlanmış kitaplarınız varsa ki kitaplarınızın da olduğunu biliyorum, onlardan da birer adet adıma imzalayıp getirirseniz çok memnun olurum. Ve Ali Ulutaş, iyi bir okur olarak, yazın – düşün adına düşümüzü daha da büyütmek istiyor kendince, ne diyelim yüreğine sağlık… En yakın yaşanmışlıklar arasında, sohbetimizin, bırakınızda gün ışığı altında bile olmadığını hatırlıyorum. Aynı mahallede önceki tarihler hariç, bizim ailenin de bir yerden sonra gecekondu sürecine dâhil olmaya başladığı 1978’li yıllardan tutun da günümüze ( 2022 ) kadar olan bu zaman zarfında birçok aile ve komşularımız, İzmir ‘ in kendilerine en yakın gördükleri ilçelerine taşınmış ya da başka semtlere kiracı olarak göçmüşlerdi. Geride kalan orta yaşlılar ise, bahar mevsimine ağır gelen sonbaharın ihtiyari yapaklarını andırıyordu, kapı önlerindeki güneş soluğu kanepelerinde oturmuş, dökülmeyi bekleyen birkaç sarı yapraktı, atıl – artık… Kentsel dönüşüme kadar olan bir süreye tanıklık etmek, akıbetlerinin ne olacağı çabası içinde kendi hanelerinde, yaşamlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Ne var ki, aynı mahallede oturanların büyük çoğunluğu ya ebediyette ya da artık başka yerlerde, karşımıza çıkmıyor. Çatalkaya Mahallesi: yeni müdavimlerine ev sahipliği yapıyor oldukça renkli, siyahî – beyaz tenli, başı açık – başı kapalı, çekik göz, ekonomik koşullardan dolayı, artan fahiş kira fiyatları dolayısıyla mahalleye taşınan yeni insan yüzlerini görmek de mümkün. Şehirlerarası yolculuğu şimdilik bir kenara bırakmıyoruz, o da asgari ücretin altıda birine tekabül eden bir ücret tutuyor. Artık şehir içi ulaşım da belli bir bütçe gerektiren çok külfetli bir maliyet, kentlerde kapı önleri de kalmadı, adım atacak bir toprak parçası, bir bahçede yok ki insan sıkılınca oraya gidip bir soluk soluklansın, insanlardan bulamadığı huzuru orada, çiçek, börtü – böcekten ve kuş seslerinden bulsun. 07.06.2022 günlerden Salı, iki seneden sonra ilk kez, saat 16: 40’ı gösterirken yaşadığım Narlıdere ilçesinden İzmir Konak merkeze gitmek isteğimin önüne geçemiyorum, hemen yakınımdaki otobüs durağına yaklaşıyorum, belediye otobüsünün körüklü olanıyla Fahrettin Altay ‘ a oradan da Metro ‘nun Halkapınar yönüne gidenine binerek Konak merkezde iniyorum. Güzelbahçe yönünden gelen sekiz nolu araç tıka basa dolu, havanın sıcak olmasıyla birlikte, mevsimlerin araba içi ikilemiyle – iklimleme, sanki ocak ayının zemheri soğukları ayarına sabitlenmişti. Kollarını göğsünde kilitleyen insanların titreyişleri, nefes alışverişlerimiz arasında sürüp gidiyordu. Her ne kadar haziran ayının ilk günleri olsa da, sıcak bunaltıcı bir hava, yukarıda yoğun bulut kümeleri, arada bir ölgün bir güneş, başını kül rengi bulutların arasından gösterse de, yoğun bulut kümeleri gökyüzünün bizde görünen kısmına sere serpe yatmışlar. Ölgün bir güneş yer – yer aydınlattığı yerlerde kendine yol açsa da, bulutlar gökyüzünde bir şekilde oynaşıyorlar, birbirine değerek sürtünüyorlar, yağmur olup yağmak, rahatlamak ihtiyacı içindedirler. Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda her renkten insanla birlikte yürümek, Kızlar Ağası’nda eski bir tanıdıkla birlikte çay içmek. Mesela: Gündoğdu Meydanı’nın kitlesel mitinglere ev sahipliği yaptığı tarihi konuşmaları dinlemek. Sahnede söylenen bir türküye eşlik etmek, alkışlar – zılgıtlar eşliğinde, yeni bir güne merhaba demek. Kıbrıs Şehitler Caddesi’nde ayaküstü bir dostla sohbete tutuşmak ve Saat Kulesiyle aynı kentte olduğumuza tekrar inanmak istiyorum. Kent bana yabancı, ben kentte yabancıyım, biraz çevreyi gözlemledikten sonra, eskiden iki günde bir inmek gereksinimi duyduğum bu kentte ne kadar da yabancılaştığımı hissettim. Demokratik kitle örgütlerini temsil eden derneklerin, farklı semtlere taşınmak durumunda kaldıklarını görmekte de oldukça üzücü bir durum. Zihnimdeki o resmi dağıtmak için puslu bir hayalle Kemeraltı‘ndaki insan kalabalığına karışıyorum…
Karanlık gece ve yaşamak yan yana bir arada, yaşamın özverisini görmek olası. Saat: 00: 30 ‘ da paslanmış demir kapının gıcırtılı sesi gecenin ortasına bir ambülânsın iç sızlatan siren sesiyle düşüyor, imdat diye. Benle eşim aynı anda bu saatte Hüseyin işe yine gidiyor. Evinin dört duvarı içindeki ailesini bu ekonomik çıkmazda ayakta tutmak adına, iki elliyle koruyan atmış yaşındaki bir adamın güncel, fedakâr gece yolculuğu. Hayat hikâyesi her gece bu saatlerde başlıyor. İnsan, geceyi her türlü korkuya rağmen, çocukları için karanlık duvarları elleriyle kazar mı? Evet, söz konusu çocuklarsa her gün elleriyle bu karanlık duvarları emeğiyle delmek, yine küçük kardeşim Hüseyin Şeker ‘ e düştü. Gecenin şimdi karanlığa aktığı yerlerde, gece yarısı gevrek, boyoz satarken hangi köpeğin, hangi tehlikenin, zifiri bir karanlıkta freni boşalan bir aracın nerede onu beklediğinin bir önemi olmalıydı. Bir emeğin, bir babanın yirmili yaşların üstündeki çocuklarına bakmasının da karşı bir çıkışı olmalıydı. Karanlık gece: işe gidenler için yeniden yaşamaya başlar. Çok aşikâr bir şekilde, küçük ortaklarından farklı sesler çıkmaya başladı, her türlü hırsızlıklarına rağmen yine Cumhur ittifakındayız söylemleri, inadına karanlığı beslemeleri hiç de vicdani değil. Evet, her türlü hırsızlık ve yolsuzluklarına rağmen biz yine var olan bu iktidarı destekliyoruz demelerine, toplumu oluşturan toplumsal dinamiklerinin de bu söyleme karşı bir cevabı olmalı. Yine iktidara yakın bir gazetenin yazdığına göre, rüşvetle kredi döneminin başladığını söylüyor. Ülke kaynaklarını kendilerine ve yandaşlarına pay eden, ben gidersem ülke elden gider diyen tek adama, toplumsal kesimlerinde, demokratik yollardan, ilk elden bu iktidarı göndermek için. “ Yürütme – Yasama – Yargının bağımsızlığı, Kürt sorununun demokratik çözümü, adil yargılama – hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, herkese iş – aş, demokratik bir cumhuriyet vb “ farklı yaşam öykülerini duyumsamak gerekiyor. Bu topraklarda bir solucan kadar toprağa ve insanlığa faydası olmayan, milliyetçi – faşist kesimlerin Kürt halkının değerlerini zar kanatlı böceklerle kıyaslamaları kabul edilemez ve bu dil çok ayrıştırıcı bir dil. Geçtiğimiz günlerde özgür basın geleneğinden gelen 21 Kürt gazeteci Diyarbakır ‘ da gözaltına alındı. Yandaş basın ve muhalefetin görmezden geldiği bir antidemokratik haber olarak gerçek tarihin bir yerine not edildi bile. Bugün ve gelecekteki topluma dair, kirli, pis ve mafya tik yaşamlar bu iktidarın her tarafından fışkırıyor. “ İnsan gerçeğin düştüğü her yerde, yüksek sesle konuşmalı ve bende buradayım – varım diyebilmeli, hırsıza hırsız, arsıza arsız, faşistte faşist diyebilmeli… “
Muhalif basın üzerindeki baskılar 90’lı yılları aratmayan, baskı, sindirme, antidemokratik bir şekilde devam ediyor. Bu resim 2015 ‘ te basın üzerindeki baskıların günümüze uyarlanmış, iktidarın yine teksesliliği tercih etmesinden başka bir şey değildi. Farklı seslerden ve renklerin bir arada olmasına, bir yerden sonra iktidarda olanlarda korkmalıdır, çünkü yeni bir tarih yazılmaya değer…
Gökyüzüne açılan genişçe bir pencereden, İzmir körfezi ışıklarıyla birlikte içeriye doluşuyor. Sokak kapısı herkese açık, sol yanımız güneşin doğuşuna, sağ yanımız ise Akdeniz ‚ in sıcak iklimine açılıyor…
“ Ama insan, bütün bu güzellikler içinde, yüzünü düşleriyle birlikte sonsuz bir gökyüzüne çevirebilir… “
Ali Şeker