Melis Sena Yılmaz, ilk çocuk romanında okurunu, gerçeküstü bir başka İstanbul’a davet ediyor. Çocukluğun sınırsız hayal gücüne övgü niteliğindeki fantastik macera, “Başka bir İstanbul olsaydı, nasıl olurdu?” sorusunu düşündürüyor. Sahip çıkmamız ve yaşatmamız gereken farklılıkların değerini duyumsatıyor.
Genç yazar Melis Sena Yılmaz ile ilk kitabı Aşağİstanbul’u, bir şehrin ruhunu ve onu korumak için neden çalışmamız gerektiğini konuştuk.
İstanbul, yüzyıllardır insanlığın dikkatini çeken bir cazibe merkezi. Gelip sizi de bulmuş ki ilk kitabınızın adıyla ‘Aşağİstanbul’un merkezine oturmuş. Mitolojik yaratıklarla, gizemli olaylarla davet edildiğimiz ‘Aşağistanbul’a Galata’dan ulaşılıyor. Birbirinize nasıl rastladınız? Bu dünyanın kapısı niçin Galata’da?
Lisans yıllarımda Galata çevresinde çalışıyordum. O bölgede vakit geçirip büyüsüne kapılmamak imkânsız. Gezdikçe, ara sokaklarına girdikçe güzelliğini fark ediyorsunuz. O yüzden bir çocuğun gözünden, fantastik Galata’nın hayali aklıma düşünce ondan vazgeçemedim.
İlk kitabın heyecanlarını, kalp çarpıntılarını, karar süreçlerini, duygusal arka planını hem yazar adayları hem de okurlar için anlatabilir misiniz? Melis Sena Yılmaz, kitabını eline alıncaya dek neler yaşadı?
Bir öykünün kitaba dönüşmesi bambaşka bir deneyimmiş sahiden. Öncelikle artık yalnız değilsiniz, sizin öykünüze zaman ve emek harcayan, üzerine kafa yoran kocaman bir ekiple berabersiniz. Bilgisayarımdan çıkıp raflara ulaşıncaya dek yer yer sabırsızlandığım, sıkı çalıştığımız ve hiç unutmayacağım bir dönem oldu.
Calvino “Medeniyetimizde günlük yaşamın bol miktarda kaydı bulunuyor: Filmler televizyon gazeteler… Bana göre edebiyat, bundan daha fazlasını ortaya koymalı: Edebiyat, gerçeğin gerçekdışı bir yorumunu sunmalı” diyor. Romanınızda gerçekliği ele alma tarzınız üzerine neler söylersiniz?
Tek gerçeklik olmadığı gibi, gerçeğin de tek bir yoruma sabitlenemeyeceğini düşünüyorum. Bu düşünce de zaman zaman kendini kitapta gösteriyor. ‘Aşağİstanbul’ bir olasılıklar diyarı, köşe başından ne çıkacağını tahmin edemediğiniz bir şehir. Her okur kendi merceğinden deneyimleyecek ‘Aşağİstanbul’u, zenginlikleri ve benzerlikleri bu pencereden inceleyecek.
Kitap boyunca Zeynep’in annesine ait bir detaya rastlamadık. Genç okurlar da mutlaka bu husus üzerine kafa yoracaklardır. Neden böyle bir tercihiniz oldu?
Anne dahil edilince, sorumluluk çocuktan yetişkinin omuzlarına geçecekti; bu da hikâyenin akışını büyük ölçüde -ve istemediğim şekilde- değiştirirdi. Zeynep, babasının kaybolmasının ardından etrafındaki tek yetişkinin umursamaz ve atıl kaldığını anladığında macera başlıyor; ortada bir ‘İş başa düştü!’ durumu var.
Babaannenin kitabın başında torunu Zeynep’e yönelik cinsiyetçi ifadeleri var. Sonradan bunun nedenini seziyor okur. Bunun yanında aniden gelişen tehlikeli durumlara karşı kendilerini korumak için kıvıran ya da yalan söylemeyi başarabilen kişi Orkun oluyor. Zeynep bu konuda Orkun’a göre geride fakat kurgudaki çatışmalarla kitabın sonuna doğru dengeyi sağlamışsınız. Tercihlerinizin okurlarınızın hassasiyetlerini kurcalayacağı üzerine bir tereddüttünüz oldu mu?
Tam tersi yönde tesir edeceğini umuyorum. Babaannesinin ‘Yapma, etme’leri Zeynep’i durdurmuyor; harekete geçmesine engel olmuyor. Orkun’a gelince de, Zeynep’e göre daha hızlı yalan söyleyebildiği doğru. Bunun nedenini kitabın sonlarına doğru anlasak da Zeynep bunu hiçbir zaman özenilecek bir özellik olarak görmüyor; aksine tedirgin edici buluyor.
Sık sık Zeynep’in cesaretine tanık olduk. Çekinik kalacağını düşündüğümüz anlarda her seferinde okuru şaşırtarak atak davrandı. Genç okurlar Zeynep’in cesaretine nasıl yaklaşmalı? Orkun’un babası Yarkın, Murat Dingin hakkında söylenenlere çocuğundan daha kolay inanıyor. Büyüdükçe özümüzden uzaklaşıyor muyuz?
Zeynep’in durumunda sevgi cesareti doğuruyor. Babasına ve şehre duyduğu sevgi, korkularına yenik düşmesini önlüyor. Ben büyümeyi özden uzaklaşmak olarak değerlendirmezdim; aslında insanın önyargılarına ne kadar kulak astığına göre değişebilir.
Bölümlere verdiğiniz isimler okurun merakını körükleyen ama ona yol da gösteren bir çeşit harita sayılabilir. Bu kadar yüksek tempoda seyreden bir romanda zamansal ve kurgusal bütünlüğü sağlama üslubunuz üzerine konuşmak isterim.
Biz tüm öyküyü Zeynep’in gözünden yaşıyor, onun sözlerinden dinliyoruz. Babası kayıpken geçen her an aleyhine işlerken Zeynep zamana karşı yarışıyor. Bu yarışta geçen her saniye önemli olduğu için zaman atlamalarına zorunda kalmadıkça yer vermedim. Hikâyenin doğasıyla ilgili bir tercihti.
Galata boynuzlu at ve Karaköy üzerine anlattıklarınızı düşününce efsaneler ve mitler çağı bitmedi hissine kapıldım. Mekânları, eşyaları, hayvanları ve yaratıklarıyla ‘Aşağİstanbul’un evreni kafanızda nasıl oluştu?
Benim için ortada bir olay örgüsü ya da karakter yokken ‘Aşağİstanbul’ vardı. Şehri düşlemek, nelerle karşılaşabileceğimin hayalini kurmak hakikaten çok eğlenceliydi. Bazı paralellikler de var, örneğin Karaköy’e uzanan aydınlatma mağazaları Aşağı’da Lambacılar Sokağı’na dönüştü.
Gelelim modern masal diyebileceğimiz Noel Baba’ya. Hepimizin bildiği rolünü sorgulaması ve kitapta anlattıklarınızla Noel Baba’nın efsanevi kimliğine çağdaş bir yorum getirmişsiniz. Noel Baba kitaptaki gibi planlanmayan olaylara vesile olan bir karakter miydi sizin için? Bu fikir nasıl doğdu ve şekillendi?
Noel Baba, Zeynep’ten sonra en sevdiğim karakter ve kitabın yazım sürecinin başından beri benimleydi. Dediğiniz gibi, Noel Baba aslında ona atfedilmiş görevini ve neye hizmet ettiğini sorguluyor. Yıllardan beri süregelen durumu devam ettirmek onun için çok daha kolay olurdu; ama o rahatının bozulacağını bilmesine rağmen aksiyon alıyor. Bu yüzden çok değerli.
Akşam belli bir saatten sonra yerin altına giren otel fikriniz çok ilham verici. Günümüz İstanbul’unu düşündüğümüzde bu gibi detaylar ile, çağını ve yaşadığı mekânı eleştirel gözle görüp okuruna hem eleştirel hem de yaratıcılık penceresi açan genç bir yazar görüyorum. ‘Aşağİstanbul’ okuru bu pencereden neler görmeli?
‘Aşağİstanbul’, bildiğimiz İstanbul’a pek benzemese de ütopik bir şehir değil. Kitabı okuyan arkadaşlarımla konuştuğumda da onların resmettiği Aşağı ile benimkinin birbirinden ne kadar farklı olduğunu gördüm. Nihayetinde amaç bu: Her okurun huzur içinde yaşayabileceği, korumak için beraber çalışacağı bir şehrin hayalini kurması, bunu yaparken de keyifli zaman geçirmesi.