Adalet Bakanlığı’nın “uzun boşanma süreçlerinin şiddete ve ekonomik sıkıntılara yol
açtığı, tarafların ikinci evliliğini yapamadığı” gerekçesiyle nafaka, mal rejimi, tazminat ve
velayete ilişkin hükümlerin boşanma gerçekleştikten sonra karara bağlanması ile ilgili bir
düzenleme üzerine çalıştığını Aralık ayından beri çıkan haberlerden takip ediyoruz.
İktidarın 3 yıldır üzerine çalıştığı ancak kadın hareketinden ve toplumdan gelen tepkiler
üzerine rafa kaldırmak zorunda kaldığı yoksulluk nafakasını sınırlandırma çabalarının
da yeniden gündeme geldiğine tanık olmaktayız. Kadınları toplumsal eşitsizliklerden
koruyan haklara yönelik değişiklik girişimlerinin hiçbiri, kadınların ihtiyaçları ve talepleri
doğrultusunda şekillenmiş değil. Görünen o ki iktidar, İstanbul Sözleşmesi’nden
toplumdaki tüm itirazlara rağmen, hukuksuzca ve kadınlar aleyhine yaratacağı sonuçları
bilerek bir gecede çekildiği gibi yine kadınları yakından ilgilendiren konularda bağımsız
kadın örgütlerinin görüşlerini görmezden geliyor; toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı, kadın
düşmanı grupların talepleri doğrultusunda haklarımıza saldırının önünü açıyor.
Türkiye 10 yılı aşkın bir süredir hukuk devleti normlarından adım adım uzaklaşırken,
kazanılmış haklarımız, iktidar tarafından tek tek aşındırıldı. Yasaların ve politikaların
toplumsal ihtiyaçlara göre, katılımcı ve demokratik yollarla yapılmasına dair zaten sınırlı
olan istişare kanalları ise artık göstermelik de olsa işlemeyecek şekilde tahrip edildi.
İktidar, bu anti-demokratik düzeni kamuoyunda tartışılmadan meclisten geçen yasalarla,
gece yarısı yayınlanan cumhurbaşkanı kararları ve genelgeler yoluyla tesis etmekte.
Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine karşı devlet güdümünde artan saldırılar ise,
AKP iktidarının neoliberal, muhafazakâr ve ataerkil aile üzerine otoriter bir devlet inşa
etme gayretinin en önemli ayağını oluşturuyor. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4.
Eylem Planı’nda ya da İnsan Hakları Eylem Planı’nda gördüğümüz üzere1 kadınları
ilgilendiren konularda Diyanet’e, giderek daha geniş yetki ve görevler tanınması bu
gayretin göstergelerinden biri. Yine yakın zamanda Cumhurbaşkanlığı’nda düzenlenen
nafaka konulu bir toplantıda bağımsız kadın örgütlerinin görüşleri yer bulamazken
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başrolde olması bizlere kadın haklarının insan hakları ve eşitlik çerçevesinde değil, tamamen dini referanslar ekseninde ele alındığı fiili bir
düzenin dayatıldığını gösteriyor.
Ancak kadınların yoksulluk, erkek şiddeti gibi temel sorunları, dini telkinlerle üstü
örtülemeyecek kadar yakıcı. 2021 yılı toplumsal cinsiyet eşitliği uçurum endeksine göre
Türkiye, 156 ülke içerisinde 133’üncü sırada yer alıyor. Kadınlar, 2 erkeklere oranla
istihdama çok daha az katılıyorlar. Bunun en önemli sebeplerinden biri ev ve bakım
işlerinin hane içinde eşit paylaşılmaması, ev içi emek vermekle yükümlü kılınan
kadınların evlendikten sonra istihdamdan ve eğitimden çekilmek zorunda kalmaları.
Türkiye’de ev ve bakım hizmetlerine ücretsiz emek veren, kendi kazandığı herhangi bir
geliri olmayan 16 milyon kadın var.3 Pandemiyle derinleşen ekonomik krizin etkisinin
sürdüğü ve devletin şiddeti ve kadın yoksulluğunu önlemeye yönelik politikaları hayata
geçirmediği bir ortamda, getirilmek istenen düzenlemelerin kadınların boşanmasını ve
şiddetten uzaklaşmasını daha da zorlaştıracağı çok açık. Eğer dert gerçekten
boşanmaların uzun sürmesini önlemek, kadınların boşandıktan sonra yoksulluğa
düşmesini engellemekse yapılması gerekenleri hep söyledik, bir kez daha tekrar
ediyoruz:
Kadınların hakları temin edilmeden boşanmalar sonuçlandırılamaz.
Türkiye’de boşanma davalarının diğer tüm davalar gibi uzun sürmesi tarafların, özellikle
de kadınların haklarına kavuşması bakımından büyük bir sorun. Ancak “boşanma
davalarının hızlandırılması“ adı altında nafaka, velayet, tazminat konularının boşanma
sonrasına bırakıldığı bir düzenleme ile kadınların haklarını temin etmeden boşanmaların
hızlandırılmasının amaçlandığını görüyoruz. Halbuki boşanma davalarının uzun
sürmesinin önüne geçilmek isteniyorsa, öncelikle yargıda buna sebebiyet veren idari ve
teknik sorunların kaynağı tespit edilmeli ve açıklanacak veriler üzerinden çözümleri
üretilmeli. Boşanma davalarında duruşmaların sık yapılması, yeni aile mahkemeleri
açılması, tanıkların tek bir celsede dinlenmesi gibi tedbirler bunlardan sadece birkaçı.
İktidar tarafından önerilen bu yöntem, kadınlar ve çocuklar için birçok hak kaybının
önünü açacak. Bu düzenlemenin hayata geçmesi, özellikle kadınların boşanmalarının
önünü büyük oranda tıkayacak. Zira Türkiye’de boşanmış kadın olmanın zorluğu, kadın
istihdamının, kadınların mal varlığının ve gelirlerinin düşüklüğü ve giderek artan kadın
yoksulluğu ortada iken nafaka, velayet, tazminat gibi talepler karara bağlanmadan
boşanmak kadınlar için büyük bir belirsizlik ve güvencesizlik demek. Bu durum özellikle
göçmen kadınlar için uygulamada dil bariyeri, hukuki süreçlere erişimin zorluğu ve devlet yardımlarının erkekler üzerinden veriliyor olması gibi nedenler düşünüldüğünde
daha da büyük önem arz ediyor.
Özellikle zorunlu arabuluculuğu yasaklayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını
takiben aile arabuluculuğunun sürekli gündeme getirilmesi, bu sistemin kadınlara zorla
dayatılacağını göstermekte. Boşanma sürecindeki taraflar “hızlandırılmış boşanma”
sonrası diğer konuların karara bağlanması için zorunlu arabuluculuğa tabi tutulduğunda,
kadın ve erkek arasındaki eşitsiz güç dengeleri sebebiyle süreç, kadınları tekrar şiddete
açık hale getirme, manipülasyon, baskı ve telkin riski ile karşı karşıya bırakacağından,
kadınların haklarından feragat etmesi riskini taşımakta. Boşanma davalarının çoğunluğu
erkek şiddeti sebebiyle açılıyorken yapılması gereken, boşanma ve boşanmaya bağlı
sonuçların birlikte değerlendirileceği şekilde yargılamanın hızlandırılmasına yönelik
tedbirlerin alınmasıdır.
Asıl sorun kadın yoksulluğu, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadınların siyasi,
sosyal ve ekonomik haklarına erişememesi iken kadınların nafaka hakkına
dokunmayın!
Medeni Kanunun 175. maddesinde düzenlenen yoksulluk nafakası, temel olarak
boşanma yüzünden taraflardan birinin yoksulluğa düşmesini engellemeyi amaçlar. İki
taraf da nafaka talep edebilir. Kişiye yoksulluk nafakasının bağlanması için boşanmaya
neden olan olaylarda diğer eşten daha kusurlu olmaması, kendi gelirinin olmaması ve
nafaka verecek tarafın da nafakayı ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması gerekir.
Medeni Kanunun 176. maddesi ise, nafakanın kaldırılma koşullarını düzenler. Kanuna
göre yoksulluk nafakası, nafaka alacaklısının evlenmesi halinde kendiliğinden kalkar;
alacaklının evlenmeden fiilen evli gibi yaşaması, yoksulluğun ortadan kalkması ya da
nafaka yükümlüsünün ödeme gücünü tamamen yitirmesi durumlarında ise ödeyen
kişinin talep etmesiyle mahkeme kararıyla kaldırılabilir.
Anayasa Mahkemesi’nin 2012 senesinde verdiği kararda da 4 ifade edildiği üzere
nafakanın özünde, evlilik sözleşmesinden doğan dayanışma yükümlülüğü fikri yer
almaktadır. Mahkemenin ortaya koyduğu üzere kanunda yer alan ’süresiz olarak‘
ibaresi, nafakanın süresiz olduğu anlamına gelmemektedir. Mahkemenin de tespit ettiği
gibi yoksulluk nafakası, nafaka alacaklısını zenginleştirmez, zira nafaka, kanundaki
koşullar gerçekleştiği halde kendiliğinden ya da mahkeme kararıyla kalkabilmektedir.
Yoksulluk nafakasının amacı boşanma sonucunda yoksulluğa düşen eşin asgari yaşam
gereksinimlerinin karşılanmasıdır.
Kadın düşmanı bazı gruplar tarafından senelerdir hiçbir veriye ve belgeye
dayanmayan anlatılar üzerinden bir mağduriyet algısı yaratılmaya çalışılıyor. Oysa
yasa çok açık! “Bir günlük evlilikten sonra ömür boyu çok yüksek miktarlarda
nafaka ödenmesi” gibi iddiaların hiçbir gerçekliği ve yasal karşılığı yok.
Nafaka meselesinde esas tartışılması gereken, gerek baroların gerekse bağımsız kadın
örgütlerinin araştırmalarında ortaya koyduğu üzere giderek derinleşen kadın
yoksulluğudur. Kadınların boşanma sonucu yoksullaşacağı apaçıkken yoksulluk
nafakası bağlamaktan imtina eden hakimlerin tutumlarıdır. Erkeklerin nafaka ödememek
için binbir oyunla gelirlerini saklamalarıdır. Hasbelkader bağlanan nafakaların
ortalamasının ayda 370 TL gibi oldukça düşük miktarlarda olması, 5 bu miktarların dahi
tahsil edilememesidir. Öyle ki kadınlar yıllardır bu sorunları dile getirirken kulak arkası
eden iktidar mensupları dahi Türkiye’de nafakaların %66’sının ödenmediğini ifade etmek
zorunda kalmıştır.
TÜİK 2020 verilerine göre kadınların istihdama katılım oranı sadece %26,3 iken, bu
oran erkeklerde %59,8’dir.7 İstihdama katılımdaki bu uçurum, evlilikte çocuk olması
halinde daha da büyümektedir. 2019 senesinde 3 yaşın altında çocuğu olan 25-49 yaş
grubundaki kadınların istihdam oranı %26,7 iken, bu oran erkeklerde %87,3 olarak
hesaplanmıştır.8 2017 verilerine göre erkeklerin %83’ünün kendine ait bir banka hesabı
varken kadınlarda bu oran %54’tür.9 Ayrıca çeşitli araştırmaların da gösterdiği üzere
kadınların bir kısmı gelir getirici işlerde çalışsalar dahi, parayı harcama üzerindeki
tasarruflarının evdeki erkekler tarafından engellendiği, paralarına el konulduğu
bilinmektedir. Yoksulluk nafakası erkeklerin kadınlara bir lütfu değil, toplumsal cinsiyet
eşitsizliği nedeniyle çocukların ve yaşlıların bakımı dahil, ev içinde yıllarca ücretsiz
emek sarf etmiş, bu sebeple çalışma hayatına hiç katılma olanağı olmamış, katılması
engellenmiş veya ev içindeki bakım emeği yükü nedeniyle iş hayatından ayrılmak
zorunda kalmış ve yeniden çalışma hayatına katılması önünde bir dizi engel bulunan kadınların, boşandıktan sonra ekonomik ve sosyal hayata eşit katılımlarının
sağlanabilmesi için gerekli olan bir haktır.
Yasada yoksulluk nafakası alacak tarafa cinsiyet belirten bir ibare olmamasına karşın
nafaka alanların büyük çoğunluğunun kadınlar olmasının sebebi, toplumsal cinsiyet
eşitsizliğinden kaynaklanan ve boşanma ile kaçınılmaz olarak büyüyen kadın
yoksulluğudur. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadınları evlilik içinde daha da
yoksullaştırdığı gerçeği ortadayken, eşitsizliğin ürettiği yoksulluk ve şiddete ilişkin sahici
önlemler almak yerine hiçbir veri ve gerçekliğe dayanmayan argümanlar üzerinden
kadınların yıllarca mücadele ederek kazandığı haklara saldırılması politik bir tercihtir.
Devletin görevi nafaka ödemek değil, kadınların sosyal ve ekonomik hayata eşit
katılımını güçlendirecek politikalar geliştirmektir.
Devletin görevi nafaka ödemek değil, öncelikle yasal koruma altındaki bir haktan
faydalanmanın önündeki engelleri, esas olarak da nafakanın ödenmesini gerektirecek
koşulları ortadan kaldırmaktır. Devletin nafaka ödemesini önermek, nafaka
yükümlülüğünü kadınları evlilik içinde yıllarca şiddet sarmalıyla çevreleyen, kadınların
eğitim ve istihdama katılımını engelleyen, ev içi ve bakım emeğini görünmez hale
getirerek kadınları yoksullaştıran erkeklerin üzerinden almak anlamına gelmektedir.
Devletin görevi, nafakayı sınırlandırarak kadınların haklarını gasp etmek değil,
kadınların işgücü piyasasına katılabilmeleri için kamu hizmeti olarak ücretsiz, çalışma
saatleri ile uyumlu, nitelikli ve erişilebilir bakımevleri ve kreşleri açmak, kadınların
eğitime katılmaları önündeki engelleri kaldırmaktır. Talebimiz kamu kaynaklarının
toplumsal cinsiyet eşitsizliğini giderecek, kadınların ev ve aile içindeki konumlarını
güçlendirerek onların evliliğe, aileye, erkek şiddetine mahkum olmamalarının önünü
açacak, ücretli ve güvenceli işlere katılımlarını kolaylaştırarak ekonomik
bağımsızlıklarını kazandıracak ve erkeklerle eşit ve nitelikli bir eğitim alabilmelerini
sağlayacak politikalara ayrılması, ve eşitsizliklerin giderilerek olanak ve hakların
genişletilmesi için önlemler alınmasıdır.
Boşanma ve Nafaka Hakkı için Feministler