İş Sanat Kibele Sanat Galerisi 19 Ocak’tan itibaren Mahmut Celayir’in ‘Peykerun’ başlıklı sergisine ev sahipliği yapıyor. 16 Nisan 2022 tarihine kadar açık kalacak sergi, Celayir’in 1970’lerden günümüze uzanan doğa manzarası üstüne temellenmiş eser üretiminin önemli bir kesitini sunarken, yerel malzemeden yola çıkarak çağdaş bir dil oluşturmanın panoramasını da çiziyor.
1951 yılında Bingöl’de doğan Mahmut Celayir, 1972 – 1976 yılları arasında İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda eğitim aldı. 1976 – 1978 döneminde Eskişehir TV Enstitüsü’nde grafik ve sahne tasarımı, 1982 – 1984 döneminde ise İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahne tasarımı alanında çalışmalar yürüttü. Çok sayıda kişisel sergi açan ve ulusal ve uluslararası grup sergilerine katılan sanatçı bugün çalışmalarını İstanbul ve Berlin’de sürdürmektedir.
30 yılı aşkın sanat hayatında, doğduğu ve yaşadığı Anadolu doğasını yorumlayan puantilist eğilimli ile resimleriyle tanınan Mahmut Celayir, yeni sergisini şu sözlerle anlatıyor;
“Yaz aylarının bol ışıklı aydınlık günlerini hep, içinde büyüdüğüm Bingöl’ün bir dağ köyünde geçiririm. Burada, doğa içinde yolculuklar, gezintiler yaparım. Bu yolculuklar bir şeyleri aramanın başlangıcıdır ve her şey bununla başlar. PEYKERUN bu yolculuklarda çoğunlukla kendimi içinde bulduğum yükseklerde gene çocukluk anılarımla yüklü, terkedilmiş bir yayla alanıdır. Kelime olarak Zazaca taşların ötesindeki yer anlamını taşır. Buranın çok çeşitli bitki örtüsünden gelen renk ve form zenginliği bana hep büyülü kozmik bir hareketliliği hissettirdi ve arındırdı. Varoluşumuzun görsel ve düşünsel ipuçlarını bir anlamda verdi. Burada beni besleyen; organik, coşkulu ve yaşamsal bir dokuyu hep yeniden keşfetmiş gibi oldum. PEYKERUN zamanla benim için sanatsal sorgulamalarla yüklü; simgesel, mitik ve düşsel bir varoluş alanına dönüştü.”
Sergi kapsamında Peykerun başlıklı Türkçe – İngilizce bir de kitap hazırlandı. Sergideki eserlerin yer aldığı kitap için Beral Madra bir yazı kaleme aldı. “Antropolojik Manzararalar” başlıklı yazısını Madra “Türkiye’de 1970’lerden 2022’ye, sanatçı olarak yaşayan, üretim yapan, çalışan bir kişinin üretimini bütüncül bir sergi düzeninde izleyiciye sunmanın toplumsal ve kültürel açıdan sorumluluğu, işlevi ve amacı vardır. Toplumu kültürünü zenginleştiren bu kişi hakkında kapsamlı olarak bilgilendirmek, sanatçıya hak ettiği değeri ve görünürlüğü vermek, üretim birikiminin yansıttığı görsel, düşünsel bilgiyi göstermek gibi işlev ve amaçların toplamından daha değerli bir özellik, sanatçı ile birlikte kültürel belleğin yaşatılmasıdır. Küresel bağlamda insanlığın içinden geçmekte olduğu Hakikat-sonrası düzende Hakikat yeni bir anlam yükleniyor. Bellek bu düzenin karşısındaki hakikate ulaşma iradesinin en etkin ögesidir.
Bu sergide iki boyutlu bir belleğin izi sürülüyor: Bir kurumun kültürel belleği yaşatma iradesi ve bir sanatçının tüm üretim sürecinde doğanın belleği, geleneksel ve tarihsel bellek ve bireysel bellek üstüne yapılanmış bir görsel görüngüyü ve dili yaratması.” değerlendirmesiyle başlatıyor.