in ,

Meryem Gülbudak: SARI YAZMA İSYANDA

Makale

"Yaşadığım yerde oyuncu, sporcu, sunucu, şarkıcı, işçi, falcı, yazar, ressam birçok kadın var. Kimisi çok güzel, kimisi çok başarılı, kimisi çok ünlü… İçlerinde biri var ki ona duyduğum hayranlık giderek artıyor. Hani “ idolüm ” derler ya, işte öyle… Bu kadın, babaannem."

Yaşadığım yerde oyuncu, sporcu, sunucu, şarkıcı, işçi, falcı, yazar, ressam birçok kadın var. Kimisi çok güzel, kimisi çok başarılı, kimisi çok ünlü… İçlerinde biri var ki ona duyduğum hayranlık giderek artıyor. Hani “ idolüm ” derler ya, işte öyle… Bu kadın, babaannem. Adı, Gülistan, ama köyde ona “Koca Kiraz” diyorlar. Üç çocuğu yaşayabilmiş, iki halamla babam. Yetmiş yaşında ama dedeme, ineğine, bahçesine ve evine bakacak kadar genç, dinç. İnce uzun, iri yeşil gözlü, hala güzel bir kadın.

Babaannem, “saklı cennet” anlamına gelen Loç vadisinin en ucundaki köyümüzde yaşıyor. Görülmemiş hayvan ve bitki zenginliğinin yaşadığı sık ormanlarla kaplı bu eşsiz vadiye can katan Devrekani çayı, evinin yanından geçiyor. Yöreyi cennete çeviren bu ırmağı öyle sever ki babaannem, bu sebepten benim adımı “Irmak” koymuş. İki katlı, ahşap evinin hem sultanı hem bekçisi. Bahçesinde yok yok. Elma, kiraz, incir, üzüm, nar; fasulyenin hası, domatesin biberin en tatlısı… Oradakilerin bahçesinde de yetişen birçok ürün para etmediği, geçinmelerine yetmediği için köyün gençleri gibi babam da iş bulduğu İstanbul’a göçmüş. Yılın pek çok ayında yaşlıların sessizliğine bürünen köyümüz yazın bu yalnızlıktan kurtulup şenlenir. Büyük kentlerin kalabalığından bunalan bizler, havası, suyu, toprağı temiz yurdumuza özlemle döneriz.

Bir sabah babaannemle köydeki yaşlı başlı kadınların İstanbul’a geldiklerini duydum. Rüyamda görsem inanmazdım. Bizim Koca Kiraz ile öteki kadınlar,  buralara nasıl gelmişler, nasıl eylem yapacaklar? Ben hiç eyleme gitmedim. Çok merak ediyordum.

Dolmuştan inince, büyük bir pankartın önünde oturan gençler ve onların arkasında, ellerinde dövizleriyle  ayakta duran bir grup kadın gördüm. Kimisinin başında kimisinin omzunda kimisinin boynunda bizim oraların simgesi sarı yazmalar vardı. Sarı kumaşın üstüne sanki Loç Vadisi’nin mor, kırmızı, sarı çiçeklerini getirip koymuşlardı yazma diye… Uzun boyundan babaannemi hemen fark ettim. Kınalı saçlarını örten çiçekli eşarbının bittiği yerde sarı yazmasını omuzlarına atmış düşünceli görünüyordu. Elindeki dövizde  ne yazdığını seçemiyordum. Merakla diğer dövizleri okumaya başladım.  “KÖYÜM HES İSTEMİYOR”,  “SU AKAR GÜLDÜR GÜLDÜR HESLER DOĞAYI ÖLDÜRÜR”, KÖYÜM DARDA SARI YAZMA İSYANDA” Kendimi bir anda yok edilmek istenen vadimde hissettim.

Biraz sonra çevreci bir genç, elindeki kâğıttan basın açıklamasını okumaya başladı.

Açıklamayı okuyan genç, etkileyici  ses tonu ile arkasında doğanın gücü varmış gibi  özgüvenle anlatıyordu. Derenin borulara nasıl hapsedileceğini anlatırken, kendimi bir an derenin yerine koymaktan alıkoyamadım.  Nefes almakta güçlük çekerken, gencin kararlı sesi soluk almama yardımcı oldu.  “Yetkilileri uyarıyoruz ! Balığın soluğundan, kurbağanın sesinden korkun !”

İçimdeki isyan coştu,  babaanneme sarıldım. Sonra tek tek ötekilere de…  “Aslan babaanne köylüydün şimdi eylemci oldun.” dedim.  O da yeşil gözlerindeki ışıltıyla, “Dere bizum yoldaşımız, derenun başuna bela olana biz de bela olacağuz elbet.” dedi.

Babaanemin yanında durup bizi dinleyen  Fatma Hala’nın yüzünde her zamanki neşeyi aradım.  Yoktu. Sarı yazma ağarmış gür saçlarını örtememişti. Buğu buğu öfkeli sesiyle, “Halımız kötü Irmak gızım. koydekilerin çoğu yaşlı. Bu durumu bilerek dozerleri dayadılar. Duyan çevreciler, gençler geldiler. Hep beraber dozerlerin öğnüne yadduk. Gorkuyu unutduk. Biz bu suyu vermiyecez, dedik. Susuz olunmaz. Varın gedin başımızdan defolun, dedi babaannen. İşçilerin başı ona, sen bu yaşlı halinle sus, konuşma!” diyerek konuşmaya başladı.

Babaannem öfkeden boyun damarları şişerek yüzü kıpkırmızı yüzlerce ağacın kesildiğini, çayın kenarındaki bahçesinin yok edildiğini, bunları gördükçe içinin parçalandığını anlatarak sözünü kesti.  O anlattıkça yeşilin iş makinelerinin önünde nasıl parçalandığı geldi gözlerimin önüne.

Çevrecilerden bir genç de santralin durması için dava açıldığını HES köyden gidene kadar burada oturma eylemini sürdüreceklerini anlattı uzun uzun.

O günden beri babaannemle birlikte katılıyoruz eyleme. Bu eylemler, üniversite sınavı hazırlıklarından daha önemli benim için…  İş çıkışı babam ve İstanbul’daki Loçlular yaşlı genç, çoluk çocuk geldiler yanımıza. Şirketin önünde akşama dek oturduk. Her gün sayımız artıyordu. Ancak yetkililerden bir açıklama mahkemeden bir karar yoktu. Köyden şirketin dozerlerinin yıkımı sürdürdüğü haberleri geliyordu.  Ama kimsede yılgınlık yoktu.

Sendikalardan, partilerden ziyaretçiler geldi. Yemek, çay, kahve ve dayanışmalarıyla güçlendik. Babaannem onlarla çabucak kaynaştı. Eylemin en yaşlı şefi gibiydi. Yeni gelenlere çantasında stokladığı sarı yazmaları sanki bahçesinden kiraz verir gibi dağıtıyordu. Eylemin 27. gününde sarı yazmalılar öyle çoğaldı ki sokakta geçecek yer kalmadı.  Direndikçe çoğaldık; çoğaldıkça güçlendik.

İnanıyorum, kazandığımızın haberi gelecek ve şu eylem yeri şenlik yerine dönüşecek. Sarı yazmalar ellerde vadinin özgürlüğü için dalgalanırken babaannemin sevinç gözyaşlarına mendil olacak.

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

“FİLMLERDE GÖRDÜKLERİMİZ GERÇEĞE DÖNÜŞÜYOR”

Über 10.000 Jugendliche aus Deutschland können ihre Entdeckungsreise durch Europa starten