İş çıkışı çarşıda bazı işleri hallettikten sonra anneme gittim. Günlerden Cumartesiydi, kızıma annem bakıyordu. Eylül henüz 7 yaşındaydı. Birinci sınıfa gidiyordu. Hafta sonu ise anneme bırakmıştım. Kızımı almaya giderken, annem oturmam için ısrar etse de; o gün oturmak istemedim. Kendime biraz vakit ayırmak istiyordum. Oradan ayrıldıktan sonra eve gelmek için yol aldık.
Ben olabildiğince yavaş yürüyordum. Her günümü zamana karşı yarışarak geçiriyordum. O gün biraz bonkör davranarak zamanı akışına bıraktım. Ben yavaşladıkça zaman da yavaşlamıştı; sanki benim ruhumun ritmini yakalayan zamanla uyum içinde ilerliyorduk. Güneş gökyüzünün mavisine göz kırpmış, vedalaşmaya hazırlanıyordu. Turuncunun bütün tonları gökyüzüne bir zenginlik katmıştı. Gökyüzünde güneş tüm görkemiyle göz doldururken ağır ağır gözden kayboluyordu. Gözlerimi alamadım, öylece bakakaldım…
Eylül bana dönerek, anne neye bakıyorsun? Diye sordu. Güneşin batışına güzel kızım, dedim. Ardından ekledim;
Bugün etrafımızdaki güzel şeylerin tadını çıkarmak istiyorum, dedim. Eylül de bu güzelliğin tadını çıkarmak ister gibi; gözlerini turuncu rengin büyüsüne kaptırdı.
Güneş ağır ağır gözden kayboldu. Biz de yavaş yavaş sohbet ederek yürüyorduk. Eylül benim yavaş yürüdüğümü fark etmişti. Daha fazla dayanamayıp sordu . Anne sen bugün neden yavaş yürüyorsun? Dedi.
Neyin var? diye sordu. Gülümsedim!
Eğildim!
Güzel kızımın gözlerine baktım. Galiba biraz dinlenmeye ihtiyacım var. Kendimi dinlemeye ihtiyacım var, çünkü çok yorgunum dedim.
Eylül; “anne insan kendini nasıl dinler? ‚ diye sordu.
Güzel kızım, her insanın bazen konuşmak istemediği zamanlar olur. Bazen senin de kimseyle konuşmak istemediğin zamanlar oluyor ya, işte öyle bir şey dedim. Eylül ne demek istediğimi anlamış gibi kafasını salladı.
Beni anladığını düşünerek yola devam ettik. Eylül birden atıldı!
Anne, ‚ madem dinlenmek istiyorsun, o halde beni parka götür; sen dinlenirken ben de oynarım,‘ dedi .
Elbette!
Neden olmasın güzel fikir dedim.
Eylül sevinçten zıplamaya başladı. Biraz ileride daha önce hiç kullanmadığım bir sokak gözüme ilişti.
Eylül’e dönerek bugün farklı bir yol kullanalım. Belki yolumuz uzayabilir. Ancak bugün farklı bir şeyler yapmak istiyorum, dedim.
Eylül ‚ün elini tutarak ilerliyorduk.
Sokağa girdiğimizde 85-90 yaşlarında eğilip kalkmakta güçlük çeken nine ve dede vardı.
Nine bahçeyi kazmak için tüm gücünü kullanarak, kazmayı olabildiğince kaldırıp toprakla buluşturuyordu.
Toprağın dışına çıkan solucanları yemek için dolaşan tavuklar bayram ediyordu. Alt bölmede çalışan dede ise, elleriyle üst üste dizdiği taşlardan muntazam bir duvar örmüştü. Dede’nin ördüğü duvar gelişigüzel taşlardan oluşmuş, ancak uyum içinde bir görünüm kazanmıştı. Elindeki son taşı yerleştirdikten sonra şöyle bir baktı eserine;
Ben yine dikilip bir süre onları seyrettim. ‚Eylül tekrar sordu; ‚Anne neden duruyorsun?‘ diye sordu. Kızıma dönerek, dikkat et ve etrafına bak. Burası ne kadar da huzurlu, dedim. ‚Evet anne!‘ dedi. Ardından ekledi: ‚Gerçekten çok güzel bir yer‘ dedi.
İkimiz de derin bir nefes alalım buradaki bütün huzuru içimize çekelim dedim. Eylül bana eşlik ederek derin bir nefes aldı. İçimiz huzur dolduktan sonra yanlarına yaklaştık.
Kolay gelsin, dedim. Nine doğrularak; ’sağ ol güzel kızım‘ dedi. Sonra dede elindeki taşı tekrar ördüğü duvara bırakarak, ‚hoş geldin kızım‘ dedi. Burası ne kadar güzel ne kadar huzur verici dedim.
Buraya emeğinizi ve sevginizi katmışsınız.
Ellerinize sağlık dedecim, dedim. Yine gülümseyerek ’sağ ol güzel kızım elimizden geleni yapıyoruz. Ancak yaşlandık gayri.‘ dedi. Ben söze karıştım; ‚Merak etmeyin gayet sağlıklı görünüyorsunuz. Bu uğraşınız buralara hayat vermiş dede,‘ dedim. Gülümsemekle yetindi. Yaşınız uzun sağlığınız daim olsun diyerek ayrıldık. Oradan kızımı parka götürdüm yeteri kadar eğlendikten sonra eve döndük. Ancak uzun süre sokağın etkisinde kaldım. O yaşlı insanların bana hissettirdiği huzuru yüreğimde hissettim. Huzur doğa ile iç içe yaşamak mıydı? Neden uzaklaştık öyleyse…