Yeme bozukluğu olan bireylerin bedensel, duygusal ve sosyal yönden yaşadığı anormal durum nedeniyle zarar görebildiğini belirten uzmanlar, aşırı ağırlık kaybının tehlikeli sağlık sorunlarına neden olabildiğini vurguluyor. Uzmanlar, yeme bozukluğu rahatsızlıklarının tedavi edilmemesi halinde kemiklerin zayıflaması, saç ve tırnaklarda kırılganlık, kas erimesi, halsizlik, kronik depresyon, tekrarlayıcı anksiyete gibi ciddi sağlık sorunlarının oluşabildiğine dikkat çekerek tedavisinde beslenme programının yanı sıra psikoterapinin de eş zamanlı uygulanması gerektiğini ifade ediyor.
Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Görevlisi Funda Tuncer, sık görülen yeme bozukluklarının belirtileri ve etkileri hakkında önemli bilgiler paylaştı.
Yeme bozukluğu günlük yaşamı etkiliyor
Yeme bozukluklarının besin ya da yeme davranışı ile ilgili düşünce ve duygulara karşı geliştirilen davranış değişikliği ile karakterize yetersiz veya aşırı besin tüketimine yol açan kronik bir hastalık grubu olduğunu belirten Öğretim Görevlisi Funda Tuncer, “Yeme bozukluğu olan bir birey; bedensel, duygusal ve sosyal yönden yaşadığı anormal durum nedeniyle zarar görebiliyor. Bu hastalık nedeniyle yeme davranışı bireylerin günlük yaşamının büyük bir bölümünü etkiliyor. Buna ek olarak bazı hastalık gruplarının ölümcül olabilmesi ve ciddi organ hasarlarına sebebiyet vermesi nedeniyle yeme davranışının büyük bir öneme sahip olduğunu söylemekte fayda var.” dedi.
Başarısız ürünler için gerekli adımlar atılmalı
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin oluşturduğu Mental Hastalıklarda Tanı Kitabı DSM 5’e göre yeme bozukluklarının anoreksiya nevroza, blumiya nevroza, tıkınırcasına yeme bozukluğu, pika, tanımlanmamış yeme bozuklukları ve diğer yeme bozuklukları şeklinde sınıflandırıldığını ifade eden Tuncer, “Anoreksiya nevroza ve blumiya nevroza bu hastalık grubu arasında en sık rastlanan ve ruhsal belirtiler ile ciddi bedensel sorunların birlikte bulunduğu iki hastalık grubudur.” dedi ve yeme bozukluğu türlerini şöyle açıkladı:
Anoreksiya nevroza, tedavisi en zor psikiyatrik hastalıklardan biri olarak tanımlanıyor. Genellikle ergenlik döneminde ortaya çıkan bu hastalık grubunda bireyler olumsuz beden algısı nedeniyle ağırlık kazanmaktan korkuyorlar. Bu nedenle besin alımlarını kısıtlayarak ya da oruç tutma, aşırı egzersiz veya ilaç kullanımı gibi arınma davranışları ile zayıf kalmayı sürdürmeye çalışıyorlar. Anoreksiya nevrozada aşırı derece düşük vücut ağırlığı ve şiddetli besin kısıtlamaları ile sağlıklı vücut ağırlığını reddetme durumu görülür. Bu grup hastalarda kendi bedenleri ve vücut ağırlıklarına ilişkin çarpık bir algı söz konusudur. Vücut ağırlığının bu denli düşük olmasıyla bu hastalığa sahip kadınlarda menstruasyon görülmüyor.
Blumiya nevroza’da hastalar aşırı ve kontrolsüz yeme sonucunda ağırlık kazanıyorlar. Daha sonra hasta ağırlık artışını durdurma amacıyla kendini kusturma, aşırı egzersiz, laksatif ya da diüretik ilaç kullanımı gibi uygunsuz telafi davranışları sergiliyor. Bireyler bu kontrolsüz yeme ve ağırlık kazanımı neticesinde telafi atağı davranışlarını farklı dönemlerde tekrarlıyorlar.
Tıkınırcasına yeme bozukluğunda tıpkı blumiya nevrozada olduğu gibi bireylerde yeme kontrolünün kaybedilmesi ile aşırı miktarda besin tüketimi görülüyor. Ancak bu yeme bozukluğu grubunda, ağırlık kazancı sonrasında telafi edici davranışlar gerçekleşmiyor.
Pika’da ise en az bir ay süreyle, devamlı olarak kağıt, saç, boya, sabun, kül, kil gibi besin olmayan bir maddenin tüketilmesi söz konusu oluyor. Bu hastalık çocuklarda daha sık olmakla beraber her yaş grubunda görülebiliyor.
Aşırı ağırlık kaybı tehlikeli sonuçlar doğuruyor
Öğretim Görevlisi Funda Tuncer, yeme bozukluklarında hastalardaki aşırı ağırlık kaybının tehlikeli sağlık sorunlarına neden olabildiğini vurguladı ve sözlerine şöyle devam etti:
“Tedavi edilmediğinde kemiklerin zayıflaması, kırılgan saç ve tırnak, kuru cilt, kas erimesi, halsizlik, şiddetli kabızlık, beyin hasarı ve kısırlık meydana gelebiliyor. Daha ileri durumlarda çoklu organ yetmezliği görülebiliyor ve bireylerin ölümüne dahi sebebiyet verebiliyor. Blumiya nevroza’da vücut ağırlığı çok düşük olmamasına karşın kısıtlayıcı ve telafi edici uygunsuz davranışların varlığı ile menstruasyon düzensizliği, kabızlık, reflü, ödem, böbrek fonksiyon bozukluğu, kas zayıflığı, yorgunluk, kalp ritim bozukluğu gibi hastalıklarla karşılaşılabiliyor. Fiziksel bulguların yanında bu bireylerde psikolojik sorunlar da görülebiliyor. Kronik depresyon, tekrarlayıcı anksiyete belirtileri, alkol ve sigara bağımlılığının da sıklıkla mevcut hastalığa eşlik ettiğini söyleyebiliriz.”
Tedavide multidisipliner yaklaşım gerekli
Hastalığın tedavisinde psikiyatrist, psikolog ve diyetisyenlerin yanı sıra yeme bozuklukları nedeniyle gelişen diğer hastalıkların tedavisi için endokrinolog, kardiyolog, nefrolog, gastroenterolog ve ortopedistlerin de yer aldığı disiplinler arası bir çalışmanın gerekli olduğunu vurgulayan Tuncer, “Yeme bozukluklarında tedavinin amaçları bireyi sağlıklı vücut ağırlığına getirmek, yeme bozukluğunun neden olduğu hastalıkların tedavisini sağlamak, yeme bozukluğunun gelişimine neden olan psikolojik sorunların tedavisi ve yeme bozukluğuna neden olan davranışları değiştirmektir. Bu hastalık grubunda beslenme tedavisinin amacı ise yeme bozukluğuna sahip bireylerin besinlere karşı geliştirdikleri duygu ve düşüncelerinin değiştirilmesidir. Aşırı düşük ağırlığa sahip olan yeme bozukluğu hastalarında temel hedef bireylerin sağlıklı vücut ağırlığına getirilmesi ve hastalık nedeniyle yetersizliği olan besin ögelerinin yerine konulmasıdır.” dedi.
Beslenme tedavisi ve psikoterapi eş zamanlı uygulanmalı
Yeme bozukluklarında planlanmış bireysel bir beslenme programı ile yakın takip sağlandığını ifade eden Tuncer, “Bunun yanı sıra sağlıklı beslenme davranışlarının gelişmesi amacıyla besin tüketimleri kaydediliyor. Daha sonra bireyin besine verdiği önem, beslenme danışmanlığı ve psikoterapi ile azaltılıyor. Bu kapsamda bireylerin besinlere karşı düşüncelerinin değiştirilmesi amacıyla beslenme eğitimi veriliyor. Hastanın beslenme tedavisiyle birlikte psikoterapiyi eş zamanlı alması gerekiyor. Bunun yanı sıra tedavi sürecinde aile ve sosyal çevresinin de desteği oldukça önemli.” diye konuştu.