“ Yaşamda küçücük olsa da bir çaba vermek, insanın yüreğini canlı tutar. Ve an içinde ben olduğunu duyumsarız…”
Yaşamaya devam etmek oldukça zordur, az da olsa çaba vermek gerekiyor. Üstüne gömlek geçirmek gibi sözcükler ha değince yüreğimizde iyilik adına çıkmayabilir. Ama neredeyse her şey bir şiir dizesiyle önümüzde sıra olmaya başlıyor. Açık adresi olmayan bir kelebek, ışıkla birlikte yüreğimizin kanatlarına dokunur. Kişisel olan adımlar tek başına hoş olabilir, ama kendimizi daha iyi anlattığımızda…
“ Çünkü hem yaşamak hem de yazmak ikisini de birlikte daha anlamlı buluruz. “
Gökyüzüne açılan pencereden dışarıya baktım, sırt sırta vermiş binalar vardı dışarıda, gölgeleri güçlü rahat ve huzurlu görünüyordu dışarı. Sırt sırta vermiş binalara döndüm tekrar. İçerisi rahat mı, huzurlu mu, anlamak mümkün değil. Ama yerini dolduracak olanlar nerde? Yeni diğerleri nerede…
Zaman herkes için zor, diye içimden bir daha geçiriyorum. Herkesin zorlukları alt etme yöntemi farklı farklıdır. Ben: Yaşadığım bu şehri bir, gece karanlığında uçamayan denizin çocukları martıları – birde denize veda etmeye hazırlanan güneşin görsel gösterisini sevdim. Yaşadığım şehre orantılı bir şekilde üç ya da dört veya iki seneye tekabül eden, hiçbir mevsime denk düşmeyen, kitap yazmışlığım olabilir ah, ne güzel! İnsanın başında sonbahar rüzgârlarını estiren, dalında birkaç yaprağın dökülüşünü anımsatıyordu bana yazarlık. Bir artısı her zaman vardı, yaşadığın kentte yalnızlaştırıyordu insanı. Evet, hiçbir şey zamansız değildir. Kendini an ‘ nın varoluşuna bırak, birkaç yıla denk düşen kitaplar bekleyebilir, bırak beklesinler. Birileri toplumda, çevremizde hep dört ayaküstüne düşerdi, bırak onlarda kendi yerel ve genel iktidarlarına nemalansınlar. Biz topluma ve onlara doğru yine gidiyoruz. Benim nazarımda onların cebinde taşıdıklarının sayısı hiçte önemli değil. Sokaklarda hüzün halleri hayatına girmeye hazır. İkinci bir fırsatı bekliyorlar. Boynu bedeninden aşağı sarkan insanlar, cansız çiçekleri anımsatıyorlar bana. Çoğunluk ne derse desin… O ilkbaharlar, bir kez daha o ilk tomurcuk ve fırsatlar hak edilmeli…
Evet, insan sahip olamadığı şeylerden hemen vazgeçemiyor. Ama kedigiller familyasına atfedilen güzel bir deyim, “ ulaşamadığı ciğere murdardır, deyip “ son noktayı koyanların çevremizde az da olsa varlığı biliniyor. Kültür alışverişinde bulunmayanlar bunu hiçbir zaman kavrayamaz. “ Ve bizim onlara gittiğimiz gibi onlar bize gelmezler, ahilik ve deliliğin kıyısında. “ Atmış üç senelik ömre adım atmaya şunun şurasında üç aylık yaşanacak bir zaman dilimi önümde duruyor. Belki de hayatımda yaptığım en iyi iş, güneşli bir günde adım izi bırakmayan parke taşlı sokaklarda tek başıma yürümekti. Tomar – tomar ya da deste – deste para sözcüğü benim için, yalnız bankalarda karşılaştığım bir sözcükten başka bir şey değildi. Kendi durağımızda iyi kötü yaşamın bahşettiği yaşanacaklarla baş başa kalmayı yeğleriz. Yaşamaktan korktuğumuz kadar ölümden korkmayız, çünkü daha çok mücadele etmek gerekiyor. İnsan kendini mutlu hissetmeye başlayınca farklı yürümeye, farklı konuşmaya başlıyor, biliyorum. Bir yürüyüş esnasında yüz kaslarının bile farklı çalıştığını insan hissedebiliyor. Her gün muhakkak hava güneşli olacak diye bir şeyin olmadığı düşüncesinin üstesinden gelmek, varoluşuma daha uygun. Birkaç yılda olsa yaşamınızın içine ölümcül bir olaydan dolayı, dâhil olan birinin size ve çevrenize verdiği mutluluk bir an için sürebilir. Ama geride çok büyük bir enkaz bırakarak, kendi karanlık dünyasına tekrar döner. Ve sizi birçok sorunla baş başa bırakır. Buzdolabı kapısının üstünde eski günleri anlatan an ‘ a tanıklık eden fotoğrafların üzerindeki stickerler bir – bir kaldırılır, bir daha bakmaya ihtiyaç duyamayacağımız, kapalı bir çekmeceye bakmaksızın koymayı yeğleriz. Acısını bilinmeyen bir zamana erteleriz, kabuk bağlayıncaya kadar. İstediğimde herhangi bir konu başlığı hakkında yazı yazmak, kendimi konumlandırmak ya da şartlandırmak olduğunu düşünmüyorum. Doğaçlama günlük gelişen olayların beni daha çok cezbettiğini biliyor ve buda beni mutlu etmeye yetiyor. Montaigne ‘ in üçüncü alışveriş olarak belirlediği kitap satın almak ve okumak üçüncü alışverişi yapmak, çok sevdiğim iyi bir özelliğimdir, hala devam ettiriyorum. Her zaman başucumda okunmaya hazır kitapların beni sabırla beklediğini de biliyorum… Ve insani bir yüzü vardı: Şehir merkezinde kalabalık bir belediye otobüs durağı, orta öğrenim öğrencilerin okuldan dağıldığı bir saat, genç bir kız öğrenci. Kalabalığa nezaket kokan bir serzenişle, “ Yüzlerinde çıkarmadıkları maskeleriyle duran insanlara, “ acaba fazla maskesi olan var mı, cümlesi kalabalığın orta yerine düşüyor. Uzun bir sessizlikten sonra hiç kimsenin aldırış etmediği, tamamen bencil bir hava soğuk bir esintiyle birlikte devam ediyor. Sanki bu sokaklarda hiç kimse yürümemiş ne bir iz ne de bir ses. İçine simsiyah yüz ifadeleriyle birileri karışmış başka bir dünyadan. Ergenliğe henüz yeni giriş yapan, içine güneş kaçmış sarı saçları beline kadar iniyordu, varoluşuna oldukça cömert. Ve dik duruşuyla eski zamanlardan kalma dağıtıcı bir Tanrıçayı andırıyordu, aydınlık yüzü. Tesadüf odur ki, bende o gün maskenin birini kullanmak üzere, diğer maskeyi de ne olur ne olmaz diye el çantama koymuştum. Yetişkin bir güneş gibi paylayan genç kıza seslenerek maskeyi kendisine verdim. Bana teşekkür ederek, yanımdan ayrıldı, otobüs beklemek üzere. Bu esnada, sahnede atılan ezberlenmiş kahkahalardan biri, sokağın orta yerine tiz bir şekilde düşüyor, bütün hoşnutsuzluğuyla. Artık duyarsızlığın olağan bir parçası olduklarının ayrımında olmayan, onlarca insan kümeleri haline dönüştürülmüştük, ne yazık ki!.. Sen kitapları seversen, onlarda seni sever ve yavaş – yavaş sürüden ayrılmaya başlarsın. Gözlem yapmak – araştırmak – okumak genellikle bendeki zorluklara karşı çıkmaya yarayan iyi bir alışkanlıktı “ Tepemizde avuç – avuç güneş, açık alandakilere eşit bir şekilde tüm olasılıkları ortadan kaldırmış, bir yeryüzü sofrası… Yol boyunca kentin caddelerinde yürüyüp kendime gelmeye çalışırım. Gün içinde hiçbir şey okumasam da, doğan güneşin yüzüne doğru yürümeye başlarım. O an için de: Okumakta ne yazmakta ne akşam uyku şekerlemelerine kalabilir, hiç acelesi yok. Işıklı tabelalardaki yazıları kitap sayfaları niyetine çevirip okurum. Aksine bu bana bir şey kaybettirmez, akşam ki kitap okumalarına bir nevi kendimi hazırlamış olurum, bir ön prova niyetine. Sizde bir işin ucundan tutarak, kentin tabelaların okuyarak kendinizi kitap okumalarına hazırlayabilirsiniz. Evde kitap okumak için hiç kimsenin yardıma ihtiyaç duymayız. Kitaplarım dâhil, sevdiğim yazarların kitap sayfalarında sayısız parmak izlerim var. Hukuk sisteminde: şimdiki an içinde suç sayacaklarını sanmıyorum. Sanırım bir okur, kitap sayfaları arasında istediğini hayal etme hakkına sahiptir ve buna da kimse engel olmaz. Kendi yazdıklarını aşan cümleler yazmak için daha çok uzun yıllar yaşamak gerekiyor, bilirsin…
Gençliğimizin geçtiği yerler, asıldığı yerde unutulmuş, yaprakları solgun bir takvimdi. Sadece geçmiş bir zamanı gösteriyordu, bu şehirde…”
Ali Şeker