in ,

Gün Esintisi

Öykü

O gece pırıl pırıldı gök. Binlerce yıldız vardı. Bu kadar yıldızı bir arada görmek için göğe bakmak yetmiyordu.

O gece pırıl pırıldı gök. Binlerce yıldız vardı. Bu kadar yıldızı bir arada görmek için göğe bakmak yetmiyordu. Görünmek istediklerinde görebiliyorduk ancak onları. Sonra birden beyaz bir aleve dönüştü bir tanesi. Hızla kaydı. Nefesini tuttu Nadya. Kapadı gözlerini. Bir dilek tuttu içinden. Sevmek istiyordu. Her şeye birlikte güleceği, acıda, zorlukta el ele, yan yana duracağı birini… Bedeline razıydı. O güzel duyuları tatmadan bu dünyadan gitmemeliydi.

“Aşkın hangi yüzü olursa olsun, yeter ki beni bulsun!” diye fısıldadı. Evrenin onu duyduğunu biliyordu.

Gün gelir düşler de istekler de yorulur. Ancak insan unutkandır. Nadya da bu unutuşların birinde Halil’le tanışmıştı Halil’i ile. İçi içine sığmıyordu. Bugün onunla yeniden buluşacaktı. Erkenden kalktı. Ilık bir duş aldı. Kuaföre gitti. Henüz açmamışlardı. Parkta oyalandı.

İlk müşteri olduğundan geç kalmadı. Makyajı da bitince, onu havalı saçlarla uğurladılar. Kültür merkezine doğru koşar adımlarla gidiyordu. Ona bulaşan bu tatlı sarhoşluk hiç bitmesin istiyordu. Genç adamın ataklığına, göz atmalarına, kulağına eğilip “Bugün uygun musun?” diye sormalarına, sonra… Sonra tutkulu kucaklaşmalara, pembe düşlerle yatıp kalkmalara alışıverdi.

Orta boylu, gür saçlıydı Halil. Dikkat çeken biri değildi aslında. Yalnız, ses tonu çok etkileyiciydi. O konuşurken pür dikkat kesilirdi herkes.

Halil onu eve bırakacağı zaman yolu uzatır, kucaklamak için kuytulara götürürdü. En son kasabaya giden yolun aşağısına inmiş, dalgaların kayaları dövdüğü yerde uzun uzun öpmüştü onu. Uçuşan saçları, yukarıdan geçen araçların gürültüsü…

Nadya, titrek bir sesle, “çok rüzgâr var değil mi?” demişti.

O an onu kendisine doğru biraz daha çekmiş, çenesini hafifçe kaldırarak,

“ Rüzgârın anlamını biliyor musun canım?” diye sormuştu, Halil.

“Hayır. Evet! Bu nasıl bir soru? Rüzgâr rüzgârdır işte! Bildiğimiz hava olayı!”

Halil saçlarını okşayarak;

“Rüzîgâr aslen Farsça kökenlidir. Gün esintisi anlamına gelir bebeğim.” demişti. Yeniden sarıldıklarında rüzgâr onları nereye götürürse oraya gitmişlerdi.

Adam iyi bir tiyatro sanatçısıydı. Okullarında sahnelenen bir oyun sırasında tanımışlardı birbirlerini. Onun evli ve çocuklu olduğunu öğrendiğinde fena halde daralmıştı yüreği. Henüz bir düşünce geliştirmeye zaman bulamamıştı.

Onu gördü. Her zaman görmek istediği kişiyi… Seslenmek üzereydi… Biri onunla mı konuşuyordu? Dönüp baktı. Kucağında çocuk olan bir kadındı. Yol verdi.

“Seni görmek için tutturdu. Baş edemedim.” diyordu Halil’e bakarak.

Genç adam aynı anda Nadya’yı da görmüştü. Ona kısa bir selâm verdikten sonra eşine döndü. Onları coşkuyla karşıladı. Kadını öptü, çocuğu kucağına aldı. Nadya onları izlerken gülümsemeye çalışıyordu. Uzun zamandır hiç bu kadar aptal hissetmemişti kendisini.

Eve döndüğünde başı ağrıdan çatlamak üzereydi. Yumruklarını sıkıp olanca gücüyle haykırdı. Zehir içmiş gibi kıvranıyordu. Duygularının ışığını söndürmeye hazır değildi. Halil’in eşine bakışı aklına geldikçe… Peki, onunla aralarında olan neydi? Balkona çıktı. Gökyüzü açılıyordu. Yıldızlar görünürse… Ve onlardan biri kayarsa yeniden…

Eylül, 2011

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Fast 2 Milliarden Euro für den digitalen Wandel in Europa

Ressourcenschutz muss umfassend im Koalitionsvertrag verankert werden