in ,

Kuzey İrlanda’nın mutsuz 100. yıldönümü

Seán Byers / Çeviri: Sevil Kurdoğlu

İrlanda’nın 100 yıl önceki bölünmesi mezhepler arası ayrılıkları derinleştirdi ve çatışma ve gericiliğin temellerini attı ama bir yüzyıl sonra, kuzeyde ve güneyde yeni bir cumhuriyet için büyüyen bir hareket var

Bu yıl İrlanda’nın bölünmesinin yüzüncü yılı olacak, endişe ve şiddetle yoğrulmuş travmatik bir sürecin sonunda ortaya çıkan şey, tarihçi Robert Lynch’e göre, ‘devlet olmanın doğal bir şekilde elde edilişinden çok uzak’tı.

Bugün bile üzerinde tartışılan bölünmenin bıraktığı miras hem güney İrlanda’daki devlette -her iki biçimiyle de, yani önce Özgür Devlet sonra Cumhuriyet olarak, gerici politikaların yeşerme alanıydı- hem Kuzey İrlanda’daki devletçikte bulunabilir.

Bölünme, resmi olarak, Anglo-Irish Treaty’nin [İngiltere-İrlanda Antlaşması; -ç.n.] imzalanması ve onaylanmasını takip etti ve İrlanda Bağımsızlık Savaşı’nı takiben kuzey ve güneydeki İrlanda devletleri kurulmuş oldu.

Yeni sınırın hiçbir coğrafi mantığı yoktu, ama Britanya emperyalizminin ve Birlikçi[1] Ulster[2] burjuvazisinin çıkarlarına hizmet etmek için tasarlanmıştı. Westminster’deki [Britanya parlamentosu kastediliyor; -ç.n.] Muhafazakâr müttefikleri tarafından desteklenen Birlikçiler için ana amaç yeni devletçikte sürekli bir demografik çoğunluk sağlamaktı. Bu nedenle, dokuz ilçeden [en küçük idari birim olan county’yi Türkçedeki en benzer karşılığı olduğu için ilçe diye çevirdim; ç.n.] oluşan bir Kuzey İrlanda -tarihsel olarak bilindiği haliyle Ulster vilayeti- sınırlarını reddederek, onun yerine 2:1 Protestan çoğunluğunun sağlandığı altı ilçeden oluşan daha küçük bir Ulster’i tercih etmişlerdi.

Başlangıçta, tartışmalı bir dekolonizasyon sürecine bulunmuş geçici bir çözüm olarak görülse de, bölünme yeni kurulan [güneydeki; -ç.n.] Özgür İrlanda Devleti’nin liderleri tarafından zımnen kabul edildi. Bölünmenin ve altı ilçenin kaderi 1922-23’teki acımasız iç savaş için önemsiz bir faktördü, iç savaşın sonucunda güney İrlanda politikasına yüzyıl boyunca egemen olacak olan Fine Gael ve Fianna Fáil[3] cenahları ortaya çıktı.

Muzaffer olan Antlaşma yanlısı güçlerin kuzeyde yeniden bir savaş başlatarak ortaya yeni çıkmış acemi devletin iç istikrarını tehdit etmeye hiç niyetleri yoktu. Bu zaruretler sınırın olduğu gibi bırakılmasına ve Birlikçilerin pozisyonlarını konsolide etmelerine yol vermiş oldu.

Bölünme ve devrim

1914’te, ölmeden iki yıl önce, İrlandalı sosyalist James Connolly bölünmenin, “hem Kuzey’de hem Güney’de bir gericilik karnavalına yol açacağını, ilerlemenin tekerleklerini tersine döndüreceğini, gelişmekte olan İrlanda işçi hareketinin birliğini mahvedeceğini ve var olduğu sürece bütün ileri hareketleri felç edeceğini” yazmıştı.

Söyledikleri büyük ölçüde kanıtlandı. Bölünme, sadece demokrasinin ve İrlanda’nın kendi kaderini tayin hakkının tahribini temsil etmekle kalmadı, aynı zamanda -onu çevreleyen iç savaş gibi- sosyal devrimin de önünü aldı. Bağımsızlık Savaşı[4] yıllarında İrlanda, sanayi işçisi militanlığının, sendika üyeliğinin ve kırsal kesimdeki ajitasyonun yükselmesiyle, hatırı sayılır ölçüde radikal potansiyel taşıyan bir yer olmuştu.

Tarihçi Emmet O’Connor’a göre, örneğin, o yıllarda adada 100’den fazla sovyet ilan edilmişti. Ancak, ülkenin bölünmesi karşıdevrimci bir devlet kurma sürecini başlatarak her iki tarafta da sınıf politikalarının önünü kapattı.

Kuzey’de, tarihçi Chris Loughlin’in tarif ettiği gibi, Birlikçiler -Katolikler, milliyetçiler, cumhuriyetçiler ve sosyalistlerden oluşan- ‘sadakatsizlere’ karşı ayrımcılık, patronaj ve siyasal baskı yoluyla ‘sadakatçi bir ahlak ekonomisi’ tesis etmeye koyuldu. Birlikçi kötü yönetimin ilk elli yılına işçiler için örgütlenmenin imkânsız olduğu bu koşullar damga vurdu, arkasından gelen kırk yılda ise daha fazla siyasal çekişme ve mezhepçi çatışma vardı.[5]

Sınırın güneyinde, muhafazakâr İrlanda milliyetçiliğinin Termidorcu gericiliği; Kilise, basın, büyük sermaye ve tarım çevrelerinin çıkarları tarafından desteklendi. 1930’lara kadar süren karşıdevrim, payandası Katolik Kilisesi’nin sosyal öğretisi olan, komprador bir kapitalist sınıfın egemen olduğu, resmen bağımsız olsa da Britanya ile yeni-sömürgeci bağları olan bir ekonomik ve politik sistem yarattı.

Zayıflamış ve istikametini kaybetmiş bir İrlanda İşçi Partisi (bir zamanlar Connolly ve Larkin’in partisiydi) İrlanda’daki siyasal sistemin üçüncü tekerleği olarak yerleşti, daha sonra da birbiri arkasından gelen sağcı koalisyon hükümetlerinin çamurluğu oldu. Sınıf mücadelesindense korporatist çıkarları korumak, güneyde gelecek yüzyılın büyük kısmında sendika hareketinin ve işçi-işveren ilişkileri pratiğinin kılavuz felsefesi haline gelecekti.

Geçen yüzyılda, bölünme, sebep olduğu yıkıcı ve uzun süren sonuçların bir parodisi olarak kaldı: muhafazakârlığın aynadaki bir resmi, bölünmüş bir işçi sınıfı, işçi sınıfı politikalarının sakatlanmış bir gelişimi, sınırda yaşayan toplulukların doğal hinterlandlarından koparılmaları ve irtibatlarının kesilmesi ve mezhep çatışmasının bugüne kadar yankılanan acı mirası. Devrimci dönemin neredeyse her ilerici özlemi, yerli işveren sınıfının ve uluslararası sermayenin yararına olan, gerici devlet-kurma paralel süreçlerine kurban edildi.

Fakat aradan geçen yüz yıla rağmen, bu bölünme (ve yarattığı ikiz muhafazakâr devletler) her zamankinden daha kırılgan gözüküyor. Ve yeni nesilde, kendi yaşam süreleri içinde bu devletlerin sonunun gelebileceğine dair büyüyen bir farkındalık var.

Bölünmenin sınırları

Bir anlamıyla, Kuzey İrlanda politikası 1990’lardan beri göreceli olarak istikrarlı oldu. Hayırlı Cuma Antlaşması’nın[6] imzalanması onyıllar süren bir savaşı anayasal yollara yönlendirmekte başarılı oldu. Ama bunu, büyük ölçüde, iki farklı hikâye anlatarak yaptı.

Birlikçilik açısından, 1998’in İrlanda cumhuriyetçiliğine ve özellikle IRA’ya (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) olduğu kadar, IRA’nın birleşik bir İrlanda hevesine de son vermesi gerekiyordu. Antlaşma, ulusal kendi kaderini tayin etmeyi ‘rıza’ temelinde yeniden formüle ederek Birlikçilik’e önemli bir zafer -ve tarihi bir fırsat- kazandırmıştı, yani Kuzey İrlanda nüfusunun çoğunluğu tersine bir karar vermediği sürece Kuzey İrlanda, Birleşik Krallığın parçası olarak kalacaktı. Cumhuriyetçilik için ise bu, davalarının meşruiyetinin ve birliğe doğru resmi bir adımın kabulü olarak yorumlandı ve pazarlandı. Açıktır ki, bu iki perspektif süresiz olarak yan yana duramazlardı.

Büyük ölçüde Britanya ve İrlanda Cumhuriyeti’ndeki siyasal gelişmelerin de yardımıyla, altta yatan bu kopukluk geçtiğimiz yıllarda genişleyerek büyüdü. En sonuncu çalkantının birincil kaynağının izi, siyasal Birlikçilik’in Brexit üzerine yaptığı feci yanlış hesaplamada bulunabilir.

Yeniden belirtmeye gerek yok ki, Demokratik Birlikçi Parti’nin[7] [Democratic Unionist Party-DUP] sert Bexit’i [Örneğin ortak pazarda kalmak gibi bazı ayrıcalıkları sürdürmek de dahil olmak üzere bütün bağları koparan bir Brexit anlaşması; -ç.n.] pozisyonunun gücüyle orantısız bir şekilde büyük bir kibir ve coşkuyla destekledi. Theresa May’in backstop[8] çözümünü reddeden parti stratejistleri, bunun içerdiği risklerden kaynaklanan endişeleri ellerinin tersiyle iterek, Boris Johnson ve ERG’nin[9] arkasına sıralandılar.

DUP’nin kıdemli figürleri kuzeydeki insanların çoğunun AB’de kalmaktan yana oy verdikleri gerçeğini reddederek, Brexit’in Britanya’nın egemenliğinin yeniden onaylanması olacağını söyleyerek, taraftarları Bexit’i desteklemeye çağırdılar. Başlangıçta AB’de kalmaktan yana bir tutumu olan Ulster Birlikçi Partisi (Ulster Unionist Party, UUP) de üyelerini yatıştırmak ve DUP’den mevzi kazanmak için çabucak hizaya girdi ve aynı görüşü benimsedi.

2018’de, DUP konferansında, “hiçbir Britanya Muhafazakar hükümeti” İrlanda Denizi’nde gümrüklü bir sınırı içeren bir Brexit anlaşması “imzalayamaz veya imzalamamalıdır” diyen Johnson coşkulu bir alkış almıştı. Ancak, bir yıldan biraz sonra, tam da bunu yaptı ve DUP’yi otobüsün altına itti.

Siyasal olarak, Kuzey İrlanda Protokolü[10], Kuzey İrlanda’nın Hayırlı Cuma Antlaşması’yla kabul edilen anayasal statüsünü değiştirmiyor. Ekonomik olarak, bir bütün olarak İrlanda’nın hayrına bile olabilir. Ama bu, Britanya hükümetindeki, yeni düzenlemelerin getirilmesine yol açan, ‘her zaman hazır ve nazır olan kuşkuculuğu’ yatıştırmakta ya da Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık içindeki yerinin altının oyulduğu algısını değiştirmekte işe yaramıyor.

Açığa çıkan durum tamamen DUP’nin kendisinin sebep olduğu bir krizdir. Protokol’ü ortadan kaldırmak mümkün değil, ama yakında bir dizi teknik esneklikler gelebilir. Bu DUP için bir cankurtaran halatı olabilir ve sahada durumun ateşini indirebilir. Ancak, Birlikçilik’in problemleri Brexit sorunundan veya lider değişikliğiyle çözülebilecek herhangi bir şeyden daha derinde yatıyor.

Birlikçilik hayır diyor

Aslında, gözüken o ki, Kuzey’deki siyasal ve sosyal güçlerde, sadece Brexit yüzünden meydana gelen bölünmelerle sınırlı kalmayan, ama aynı zamanda her iki tarafı da kesen yeni çatlakların ortaya çıkmasını yansıtan, temelden bir yeniden hizalanma meydana gelmektedir. 2017’de, Birlikçiler ilk defa Asamble’de [K.İrlanda’daki özerk parlamentoya ‘Asamble’ denmektedir; -ç.n.] seçimsel azınlık haline gelip yüz yıllık öngörülebilir ve sağlam çoğunluklarını kaybedince, Kuzey’in siyasal yaşamında bir dönüm noktası meydana geldi.

Önemli olan bir başka şey de şu ki geniş seçmen eğilimleri ve yakın zamanda yapılan kamuoyu araştırmaları bu olgunun geçici olmadığını, hemen hemen sürekli bir yönelim olduğunu teyit etmektedirler. Eğer, şimdi muhtemel gözüktüğü gibi, önümüzdeki yıl yapılacak Asamble seçimlerinde Sinn Fein en büyük parti olur ve Michelle O’Neill [Sinn Fein Başkan Yardımcısı olan O’Neill, 2020’den beri Birinci Bakan Vekili olarak görev yapmaktadır; -ç.n.] Birinci Bakan [Galler, İskoçya ve K.İrlanda özerk hükümetlerinin başkanlarına başbakan değil Birinci Bakan denmektedir; -ç.n.] olursa, bu Birlikçiler için büyük bir psikolojik darbe olacaktır.

Siyasal demografiler ve nesilsel tutumlar uzun zamanlı kaymalara uğramaktadır ama siyasal Birlikçiliğin katı tutumu yüzünden bu kritik eşiğe gelinmiştir. Tony Blair 1999’da Birlikçiler’in “kazandıklarının farkına varamayacak kadar aptal, Sinn Fein’in ise kaybettiklerini teslim etmeyecek kadar akıllı olduğunu” söylemişti.

Aradan geçen yirmi yılda, bu yenilgi hissi sonucunda DUP’nin redci pozisyonu Birlikçi partilerde ana akım haline gelip, en az beş siyasi anlaşmanın sözünü verdiği eşitlik ve geçmişten devralınan sorunlarda yapılması gereken değişiklikleri kösteklemekte ve geciktirmektedir. İrlandaca konuşanların hakları pazarlık kozu olarak kullanılmakta; kadınların ve LGBT topluluğunun hakları sürekli olarak yadsınmaktadır.

Brexit’in etkisiyle birlikte alındığında, siyasal Birlikçiliğin değişimi kucaklamaktaki veya geleceğe dair pozitif bir vizyon inşa etmekteki başarısızlığı toplumun bütününü kesen yabancılaştırıcı etkiler yarattı. Diğer yandan bu durum kuzeyli milliyetçiliğin ılımlı kesitlerini radikalleştirdi: bir zamanlar Birlik içinde kalmaktan rahatsızlık duymayan, kültürel kimliklerinin ve ekonomik çıkarlarının yetki devri anlaşmalarında garantiye alındığından emin olan yükselişteki Katolik orta sınıf.

Hatta daha da önemli olarak, Birlikçi partilerle temsil ettiklerini iddia ettikleri toplulukların tutumları ve öncelikleri arasında artmakta olan bir kopukluk açığa çıkmaktadır. Yakın zamanda yapılan anketler göstermektedir ki, Birlikçi olduklarını düşünen insanların oranı %26’ya kadar düşmüş durumda, diğer yandan ise birlikten yana olanların yarısından çoğu DUP ya da UUP’ye oy vermemektedirler. Gençlerin belli başlı Birlikçi partilerin muhafazakâr politikalarından giderek uzaklaşmasıyla belirgin bir nesilsel bölünme de ortaya çıktı.

Yeni bir nesil

Gazeteci Susan McKay’in Northern Protestants: On Shifting Ground (Kaygan Zemindeki Kuzeyli Protestanlar) adlı kitabında bu büyüyen demografik karakteristikler yer almaktadır, -alelacele verilmiş isimleriyle- PUL’un [Protestan-Unionist-Loyalist/Protestan-Birlikçi-Loyalist][11] içindeki çeşitliliğin panoramik bir manzarasını vermektedir.

McKay’in mülakat yaptığı 100 kişinin çoğu, değişimi kucaklayan ve çeşitli yollarla teşvik eden Protestanlardan oluşmaktadır: feministler, LGBT, sivil toplum örgütlerinde çalışanlar, inanç önderleri, bando [Protestanlarda tarihsel önemi olan günlerde büyük bandolar eşliğinde yürüyüşler düzenlemek geleneği var; -ç.n.] üyesi erkekler, eski monarşist paramiliter örgüt üyeleri, oyun yazarları, sosyalistler, iklim adaleti aktivistleri ve Doğu Belfast’ın göbeğinde İrlanda dili ve kültürel oyunlarını yeşertmek çabası içinde olanlar. Bu çeşitli deneyimleri birbirine bağlayan şey Birlik’e olan bağlılıktaki zayıflamadır, hatta kuvvetli bir şekilde Kuzey İrlanda’dan yana olanlar arasında bile bu böyledir.

McKay’in muhalif seslerinden sayılanlar arasında sosyal ve ekonomik konularda liberal-sol görüşlü olup Loyalist olanlar da var ve kendi kendilerini Loyalist Topluluklar Konseyi sözcüsü ilan edenlerin tersine medyadaki temsiliyetleri düşük. Kültürel üstünlük gibi bir taleplerinin olmaması bir yana, daha çok yurttaşlığa ilişkin ve kapsayıcı bir vizyonu olan bir loyalist kültürün detoksifiye edilmiş ifadelerini yerleştirmeye çalışıyorlar. Hatta bazıları geleceğe ilişkin daha pragmatik bir görüşten yana, değişimin gelmekte olduğunu ve daha pro-aktif bir şekilde yönetilmesini kabul ediyorlar.

Ancak, değişimi tahayyül etmenin en zor olduğu yer Loyalist topluluklardır ve barış anlaşmasına desteğin en kırılgan olduğu yer de burasıdır. Bu topluluklar sadece çatışmalı dönemin deneyimleri tarafından değil, aynı zamanda da sanayisizleştirme, geleneksel istihdam olanaklarının yok olması ve eğitimdeki yıkıcı başarısızlık mirası tarafından da şekillendirilmişlerdir.

Maddi açıdan bakıldığında, Tiger’s Bay’deki Loyalistlerle New Lodge’daki milliyetçileri birbirinden ayıran bir şey yoktur. Ama, Loyalist topluluklar içinde varlığını sürdüren bir kayıp algısı var: barış sürecinden en çok cumhuriyetçilerin kazançlı çıktığına ve dolayısıyla daha çoğulcu bir topluma doğru atılacak her adımın mutlaka Britanya aidiyetinin sistematik bir erozyonunu içerdiğine dair güçlü bir anlatı.

Siyasal Birlikçilik’in büyük problemi şudur ki bütün bu farklı çıkarları tatmin edecek ve çoğunluğun desteğini alıp tutarlı bir proje inşa edecek bir çözüm yoktur. Eski “Teslim Olmak Yok” sloganının da artık aynı harekete geçirici etkiyi yaratmaması anlamlıdır. 1985’teki İngiltere-İrlanda Antlaşması’na karşı yürüyen 100 bin kişiyle Protokol’e karşı yürüyen çok daha küçük sayıları karşılaştırın.

Loyalist protesto ve direnişi bir seviyede devam ettiren kültür savaşı nosyonu devam ediyorsa da, paramiliter eylemlilik ve etnik dışlamacılığın zemini daralıyor. Gerçekten de eğer geçen birkaç yıl bize bir şey öğrettiyse, o da sertlik yanlısı sözlerin ve şiddete özendirmenin yaygın bir karşı çıkışa yol açacağı ve Birlik yanlısı kamuoyunun artan kesimlerini anayasal olarak daha tarafsız bir pozisyona iteceğidir.

Bu güç ve güven kaybını arttıran şey, büyük ölçüde Birlikçi’lerin kontrolünün dışında olan yapısal faktörlerdir. Britanya’daki sanayiye güçlü bir şekilde bağlı olan endüstriyel üssü ile, Kuzey İrlanda bir zamanlar değerli bir emperyal varlıktı. Ama sanayisizleştirme yoluyla bu bağlantının erozyona uğraması ve eşzamanlı olarak Britanya’nın dünyadaki hegemonik pozisyonunun buharlaşmasıyla, giderek açık hala geliyor ki, Britanya egemen sınıfı bölgeyi artık maddi ya da stratejik açıdan önemli görmemektedir.

Değişen bu dinamiğe Britanya devletinin daha derindeki krizinin içine yerleştirdiğinizde, sonuçları açık hale gelir. Kuzey İrlanda’nın yaşayabilir bir ekonomik entite olduğunu ileri sürmek sadece zor olmakla kalmaz, güç Londra’da yoğunlaştığı sürece ekonomi politiğini dönüştürmenin de kolay bir yolu yoktur. Bu, adanmış Birlikçiler için olduğu kadar, kuzeydeki devletçiği herkes için işler hale getirmekte gerçekten çıkarı olan herkes için ciddi bir yapısal meydan okumadır.

Tarihsel kumların kaymakta oluşu birleşik bir İrlanda hakkında giderek daha açık olarak yapılan tartışmalardan da bellidir. Hatta güneydeki muhafazakâr Fine Gael bile, Sinn Féin’in hegemonyasıyla yarışmak için altı ilçeyi kapsayan bir şube kurma olasılığı hakkında konuşmaya başladı. Fakat, her ne kadar birleşme lehine destekteki artış konsolide olsa da bu desteğin ne kadar olduğu konusunda kamuoyu araştırma sonuçları çok farklı. Bu önemli, çünkü, eğer çoğunluk Kuzey İrlanda’nın anayasal pozisyonundan memnun değilse, Hayırlı Cuma Antlaşması’ndaki bir provizyon Dışişleri Bakanı’na Kuzey ve Güney’in birleşmesini referanduma sunma yetkisi veriyor.

Mevcut anayasal düzenlemeler içinde neyin elde edilebileceğine dair yapısal sınırlar var. Birlikçi olmayan bir çoğunluk tarafından, bir yandan daha önceki siyasal anlaşmaların (örneğin, temel insan hakları yasası, kültürel kimlik sorunları, geçmişten devralınan sorunların halline ilişkin mekanizmalar gibi) uygulanmasını güvenceye alırken, günlük geçim sorunlarındaki taleplerin elde edilmesinde bu sınırların test edilmesi muhtemeldir.

Bu Sinn Fein’in bütün-İrlanda ajandası ile de uygunluk halindedir. Sinn Fein yakın zaman önce Güney’de en popüler parti olarak ilk defa liderliğini tesis etti ve bunu konut ve sağlık hizmeti hakkı gibi sorunlara odaklanarak yaptı. Gerçekten de Sinn Fein’in birleşik bir İrlanda için reformist hattı adanın bütünü için hareket eden bir fiili hükümetin bir yandan maddi iyileştirmeler yaparken bir yandan da yeni bir anayasal sözleşmenin tuğlalarını yerleştirmesinden meydana gelmektedir.

Ancak, anayasal değişiklik beklentisinde içkin olan dönüştürücülük olmadığı gibi, ekonomik determinizm üzerine kurulu argümanın da referandum kazanma ihtimali yoktur. Tarihçi Cian McMahon’un geçenlerde söylediği gibi, adada, “ekonomik yapıların eşdönüşümünden ziyade bir yakınsamayı” içeren bir geçişle karşı karşıya gelmek riski var. Böyle bir dönüşüm için gerekli koşullar olsa da, çatışmanın mirası üzerindeki sert anlaşmazlıklar ve kültürel kimlik sorunları kolayca eriyip gitmeyecek. Birlik referandumu telkin eden herkes bu zorlukları aşmayı hedeflemeli.

Bölünmenin çelişkileri bir bütün-İrlanda tartışmasına yol açarken, devamlılık yanlısı güçlerin ekonomik sınıf çıkarlarını güvence altına almak için örgütlendiklerine şüphe yok. Şu anda denklemde olmayan şey kitlevi bir demokratik hareket tarafından desteklenen geleceğe dair dönüştürücü bir sosyal, ekonomik ve ekolojik vizyondur.

Bunun ortaya çıkması için koşullar giderek olgunlaşmaktadır. Ama, yeni bir İrlanda yaratmayı ümit eden herhangi bir proje, başarmak için ‘Diğerleri’ni olduğu kadar, işçi sınıfı Birlikçilerini de bu yöndeki bir değişimin kendi çıkarlarına olduğuna ikna etmelidir.


Yazar hakkında: Seán Byers, araştırma, siyasal eğitim ve çatışma sonrası dönüşüm konularına odaklanmış sendika temelli bir örgüt olan Trademark Belfast için çalışmaktadır.


Çevirenin notları:

[1] ‘Birlikçi’ (Unionist) İngiltere’ye bağlı kalmaktan yana olanların kendilerine verdiği isimdir. İrlanda’nın sömürgeleştirildiği 16.-17. yüzyıllarda İngiltere ve İskoçya’dan İrlanda’ya göç ettirilip yerleştirilen, Katolik olan İrlandalıların aksine Protestan olan, göçmenlerin devamı olan demografik grup kastedilmektedir.

[2] İngiltere’nin parçası olan Kuzey İrlanda devleti İrlanda’nın Ulster vilayetinin sınırları içinde kurulmuştur.

[3] Her iki parti de güneydeki İrlanda Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri ana akım siyasete hakim olmuş ve koalisyonlarla ülkeyi yönetegelmişlerdir.

[4] İrlanda’nın İngiltere’ye karşı verdiği bağımsızlık savaşı Ocak 1919 ile Temmuz 1921 arasındadır ve 2 yıl 5 ay sürmüştür.

[5] Kuzey İrlanda’da 1960’larda başlayan ve 1998’deki Hayırlı Cuma Antlaşması’yla son bulan toplumlar arası çatışma 40 yıl sürmüştür.

[6] 10 Nisan 1998’de Birleşik Krallık Hükümeti, İrlanda Cumhuriyeti Hükümeti ve Kuzey İrlanda’daki partiler arasında imzalanan bu çok taraflı antlaşma Kuzey İrlanda’daki kırk yıllık toplumlar arası çatışmaya son vermiş ve K.İrlanda’nın yerinden yönetiminin temellerini atmıştır.

[7] Democratic Unionist Party.-DUP: K.İrlanda’da iktidar partisi olan en büyük Birlikçi parti. Sosyal muhafazakarlığı, monarşistliği ve Britanya’ya bağlılığı ile bilinen Protestanların partisi.

[8] backstop: kelime anlamı destek, kuvvetlendirme, yakalayan, tutan, dikelten gibi anlamlara gelen bir kelime. Brexit ve K.İrlanda’da bağlamında ise, Brexit’in gerçekleşmesi halinde K.İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınırın iki AB ülkesi arasındaki bir sınır olmaktan çıkacağı, dolayısıyla da malların gümrük ve tarifelere, insanların kimlik kontrollerine tabi olması, güvenlik duvarlarının ve diğer tedbirlerin alınmasını engellemek amacıyla Theresa May’in parlamentoya sunduğu Brexit önerisine konulmuş bir düzenlemeydi. Çünkü sınırın eski haline dönmesiyle 1998’deki Antlaşma’nın Kuzey ve Güney arasındaki ilişkileri yumuşatıcı, toplumları kaynaştırıcı rolünün azaltılması istenmiyordu.

[9] ERG: European Research Group, (Avrupa Araştırma Grubu), Brexit yanlısı Muhafazakar politikacıların kurdukları bir düşünce kuruluşu.

[10] Brexit görüşmeleri sırasında bütün taraflar 1998 Hayırlı Cuma barış anlaşmasını korumanın mutlak öncelik olduğunu kabul ettiler. Buna göre, Kuzey ve Güney İrlanda arasındaki sınır açık olacak, Britanya’dan K.İrlanda’ya deniz yoluyla gelen mallar için ise AB’nin üçüncü ülkelerden mal girişine dair kuralları -özellikle et, süt gibi gıda ürünlerinde- uygulanacaktı. Bu ise doğal olarak İrlanda Denizi’nde bir sınırın oluşması anlamına geliyor. Bugün bu durum Birleşik Krallık ile AB arasında yeniden sorun haline geldi, çünkü K.İrlanda’daki Birlikçiler bunu Kuzey İrlanda üzerindeki Britanya egemenliğini zayıflattığı ve kendilerine sanki Birleşik Krallığın parçası değilmiş muamelesi yapıldığı şeklinde yorumluyorlar.

[11] Türkçe’de sadık anlamına gelen loyalist, tarihsel olarak, bir iç çatışmada merkezi yönetimden yana olanlara verilen ad. Kuzey İrlanda’da olduğu gibi İspanya İç Savaşı’nda da monarşiden yana oldukları için Frankoculara ve Franko yanlılarına Loyalist denilmiş. Bu nedenle olduğu gibi bıraktım. Birlikçilerle (Unionists) aynı cenahta olmalarına rağmen ayrı isimler taşımalarının biraz da İrlanda’ya özgü bir tarihi var. Belki biraz ulusalcılar-milliyetçler ayrışmasına benzetilebilir.

[Tribune Mag’deki İngilizce orijinalinden Sevil Kurdoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Sendika.Org

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Strukturwandel in den Kohlerevieren

Deutscher Kurzfilmpreis 2021