İlkokul dördüncü sınıftayım. Babamın tayini çıkınca yıl ortasında hem şehir hem okulum değişiyor. Endişeliyim. Arif öğretmenimden nasıl ayrılacağım? Ya arkadaşlarım? Her gün yürüdüğüm yol? Orada da nehir var. Benziyor diyorlar.
Okulu da şehri de beğenmiyorum. Sürekli yağmur yağıyor. İçim daralıyor. Okul şehrin merkezinde ama çok bakımsız…
Müdürünün odasındayız. Çok şık bir adam… Sarı bıyıkları, düzgün taranmış saçları, mavi gözleri ondan hoşlanmama yetmiyor ama kullandığı sabun mu şampuan mı, mis gibi kokuyor.
Sınıf öğretmenimi de sevmiyorum. Onda beni korkutan bir şey var. Anneme söylüyorum. Yıl ortasında geldiğimiz için isteğim reddediliyor. Sınıftaki diğer öğrencilerin aşırı ürkek oldukları gözümden kaçmıyor. Arkadaşlarımı sevmekle beraber bu adama hâlâ alışamadım. Her gün ailesiyle ilgili şikâyetleri dinlemekten yorulduk. Biz onu nasıl sığarız? Nasıl koruruz onu mutsuz eden insanlardan?
Ondan öğrenmek yerine bildiklerimi unuttuğumu düşünüyorum. Bir yanlışlık var! Ben nasıl düzeltebilirim? İkinci yarı bir şekilde bitiyor. Önümüzdeki yıl yeni, aklı başında gerçek bir öğretmen istiyorum.
Yine aynı öğretmen… Beni kim oyalıyor! Çocuk olarak hiç mi söz hakkım yok? Yok! Her an ne yapacağı belirsiz bu adamı ben nasıl idare ederim. Lacivert takımlı, aktör bakışlı müdüre kızgınım. Sorunumla ilgilenmiyor.
Yirmi Üç Nisan Çocuk Bayramı nedeniyle Rond’a seçildim. Dans edeceğim için çok mutluyum. Bizi çalıştıran iki öğretmen de çok sevimliler. Gösteride tek omuzlu kırmızı saten bir elbise giyeceğiz. Üst bölümü payetlerle süslenecek, yine payetli taca iliştirilmiş kırmızı tülden duvakla tamamlanacak.
Kapalı spor salonunda yapılan tören dans gösterimizle devam ettiğinde aldığımız alkış belki de ilk başarımız. Fotoğraflar, kutlamalar özlediğimiz duyguları bize yaşatıyor. Pazartesi okula gidiyorum. Aralıksız yağan yağmura rağmen sırtım dik, neşem yerinde. Okul henüz sessiz… Erkenciyim anlaşılan… Sınıfa giriyorum. Araç gereçlerimi sırama yerleştiriyorum. Öğretmeni masada görünce yüreğim ağzıma geliyor.
“Günaydın!” diyor.
“Günaydın öğretmenim!”
Bu adamın ikinci bir giysisi olmasa gerek. Hep aynı kahverengi takım. Kravatı da aynı… Hele gömleği… Yakası hep kirli… Elinde bir şeylere dikkatle bakıyor. Dışarı çıkmak üzere tam yanından geçerken soyadımla sesleniyor. Yanına gidiyorum. Elindeki fotoğraflardan ikisini ayırt ederek bana gösteriyor.
“Aa! Bizim fotoğraflarımız!” diyorum.
“Bak işte buradasın.” Diyor.
“Saçım dağılmış!” Ağzımı büzüyorum.
“Bence harika görünüyorsun!”
Yüzüm kızarıyor. Teşekkür ediyorum. Başparmağını üzerinde gezdirerek diğer fotoğrafı bana doğru uzatıyor tam alacakken geri çekerek;”Bak!” diyor yeniden. Anlamıyorum. Tuhaf tuhaf bakarak;
“Göğüslerin ne kadar büyümüş. Maşallah! Çok güzel görünüyorlar. Genç kız olmuşsun artık.” Diyor. Taş kesiliyorum. Kekeleyerek;
”Hayır!” diyorum. “Hayır öğretmenim. Fotoğraf titrek çıkmış. O yüzden.“ Hızla sınıftan çıkıyorum. Göğsüm daralıyor.