in ,

„Suriyeliler, Kürtler için federasyon kararı alırsa Türkiye saygı göstermeli“

Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu

Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü için “Türkiye üniter bir devlet, otonomi olmaz. Dünyadaki en büyük Kürt şehri İstanbul'dur” diyen Davutoğlu, yerel yönetimlerin güçlendirilebileceği mesajını verdi.

Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, Diyarbakır’a büyük önem verdiğini belirterek, “Amed” ismini de memnuniyetle kullanabileceğini söyledi.

Oy oranlarının yüzde 10’un üstünde olduğunu ifade eden Davutoğlu, ittifaklar hakkında konuşmak için henüz erken olduğunu dile getirdi.

Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü için “Türkiye üniter bir devlet, otonomi olmaz. Dünyadaki en büyük Kürt şehri İstanbul’dur” diyen Davutoğlu, yerel yönetimlerin güçlendirilebileceği mesajını verdi.

Parti olarak Kürtçe eğitim ve öğretim hakkını savunduklarını ve başbakanlığı döneminde çözüm sürecini sonuna kadar savunduğunu anlatan Gelecek Partisi lideri, iktidara geldikleri taktirde yeni bir süreç başlatacaklarını kaydetti.

Davutoğlu, çözüm sürecini PKK’nin bitirdiğini, örgütün silah bırakması halinde Kürdistan Bölgesi’ndeki Türk askeri üslerinin anlamsız olacağını söyledi.

Türkiye’nin Rojava’ya yaklaşımı ve Kürdistan Bölgesi ile ilişkilerini de değerlendiren Ahmet Davutoğlu,  Suriyelilerin Kürtler için federasyon kararı alması halinde Türkiye’nin buna saygı göstermesi gerektiğini belirtti. Davutoğlu, Efrin’de yaşanan hak ihlallerine de karşı olduğunu vurguladı.

“Kürdistan Bölgesi ile ilişkiler benim dönemimde gelişti” diyen Davutoğlu, Türkiye’nin mevcut durumda Kürdistan Bölgesi’ne yaklaşımını eleştirdi.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, özel bir söyleşide Rûdaw Diyarbakır Temsilcisi Maşallah Dekak’ın sorularını yanıtladı.

Şuradan başlamak istiyorum sayın başkan. Diyarbakır halkının çoğunluğu Diyarbakır yerine Amed demeyi tercih ediyor. Bu söyleşiyi Amed olarak devam ettirebilir miyiz?

Memnuniyetle. Aslında eskiden Diyarbakır olarak değil de Diyerbekir olarak kullanılmış tarihte. Amed de öyle. İsimler önemlidir ama isimlerden daha önemli olan o şehrin sizin için ifade ettiği anlamdır. Ve o şehre duyduğunuz muhabbettir, o şehrin sizin ruhunuzda zihninizde uyandırdığı yansımadır. Diyarbakır benim her zaman söylediğim gibi, Amed benim hocamdır. Her geldiğimde bir şeyler öğrendiğim, aşkla sevdiğim bir şehirdir. Parti süreçlerinden bu yana üçüncü gelişim. Başbakan iken sayısız geldim.

Aslında başbakan iken bayram namazını burada kıldınız. Ben de takip ettim. Daha sonra da çok geldiniz. Parti kurmadan önce ve kurduktan sonra da çok geldiniz. Amed’e bu kadar gelişinizin nedeni ne?

Yeni bir kitabım çıktı benim. Belki Kürtçeye de inşallah tercüme edilir. Şimdi İngilizcesi de yayınlandı. Medeniyetler ve Şehirler adlı bir kitap. Diyarbekir, Amed bir eksen şehirdir. O zaman bir çok vesile ile yaptığım konuşmalarda, Amed’in tarihine bir bakarsanız Mezopotamya ve Anadolu’da kimin yükseldiğini, kimin düştüğünün görüldüğü ibreler buralardadır. Ta Roma, Bizans döneminden sonra da Emeviler, Abbasiler, Mervaniler, Artukiler, Selçukiler…

Mitaniler, Medler…

Medler, hepsi… Diyarbakır’ın minarelerine bakın bütün o kültürleri görürsünüz. Dolayısıyla özel bir yerdir Amed. Akademisyen olarak da, bilim adamı olarak da, siyasi olarak da en çok önem verdiğim şehrin başında gelir. Eğer başbakan olarak devam etseydim, Ankara, İstanbul ve İzmir’den sonra başbakanlık ofisini açmak istediğim şehirdi ve bazı toplantıları da burada yapmayı planlıyordum.

Seçim barajı 7’ye düşürüldüğünde sizin baraj sorununuz kalır mı? Barajı geçebilir misiniz?

Seçim barajı 10 da olsa kalmaz. Allah’ın izniyle biz seçim gününe kadar yüzde 10 barajını çok geçeceğimize inanıyorum ve başak bir siyasi parti olacağımıza dair hiçbir tereddüdüm, şüphem yok.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Cumhurbaşkanlığı seçimi için ortak aday belirlemeye hazır olduklarını söyledi. Siz de hazır mısınız?

Şu andan, bugünden bir şey söylemek doğru değil. Çünkü daha hangi şartlarda, hangi yasayla ve ne zaman seçime gideceğimiz belli değilken, ortak adaylar konusunda herhangi bir istişare, görüşme için daha erken. Ortak aday konusunda seçimin hangi şartlarda ve nasıl yapılacağının ufukta görülmesi lazım. Ama diğer ilkesel konularda, mesela parlamenter sistem ile ilgili, Türkiye’deki özgürlükler ile ilgili, Türkiye’de yeni dönemde  yolsuzluklara karşı yapılacak mücadele ile ilgili konularda bütün partiler ile görüşmeler yapmakta büyük fayda var.

HDP ile müttefik olmaya hazır mısınız? İttifak kurabilme ihtimaliniz var mı?

Millet ittifakı ve diğer ittifaklarla ilgili de aynı soruya aynı cevabı verdim. Şuan için ittifakı konuşmak erkendir. Ama diyalog ve işbirliği, yani belli konularda ilkesel işbirliği yapma konusunda bütün partilere kapımız açıktır.

Ziyaretlerinizde birçok konuşmanıza şahit olduk. Hak ve özgürlüklerin sağlanması ve adaletin sağlanması konularına çok vurgu yapıyorsunuz. Yalnız Kürtlerin kolektif haklarıyla ilgili sizden net tutum bekleyen vatandaşlar var. Örneğin anadilde eğitim… Bunu vurguluyorsunuz ama iktidara gelirseniz ilkokuldan üniversitelere kadar eğitim görebilecek mi?

Şimdi şöyle, bizim parti programımızda bu açık bir şekilde yazıyor. Kürtçenin öğretilmesi ve eğitimde kullanılması diyoruz. Dolayısıyla böyle bir talep kolektif bir talep olmanın ötesinde vatandaşlık hakları içinde bir taleptir. Vatandaşlık hakları içerisinde bu talepler gündeme geldiğinde bunun gereğini yapma konusunda zaten parti programımızda gerekli açıklamalar var. Ama Kürtçeyi Türkçenin rakip dili imiş gibi, sanki birini öğrendiğinde gerekmeyecek, doğru değilmiş gibi bir algı büyük yanılgılara yok açar.

İki dilde de eğitim olabilir aslında, değil mi?

Olabilir tabi. Zaten onu açıkça da söylüyoruz. Ancak şunu da göz önünde bulundurmak lazım.  Kürtler bugün en çok İstanbul’da yaşıyor. Dünyadaki en büyük Kürt şehri İstanbul’dur. Erbil’den de, Diyarbakır’dan da daha çok Kürt İstanbul’da yaşıyor. Aynı sınıflarda eğitim görüyor. Değişik kökenli öğrenciler bunlar. Yani Çerkezi, Türkü, Arnavutu, Kürdü, hepsi beraberler. Dolayısıyla anadilde eğitim ve öğretim konusu, anadilin kullanılması konusunu insan hakları çerçevesinde ele alıyoruz. Nasıl uygulanacağı, nasıl yapılacağı hususlarını hep beraber değerlendirmek, istişare etmek lazım. Ama anadilin ret edilmesi, insan hakları ihlalidir. Anadilin öğretilmesi ve kullanılması bir insan hakları meselesidir.

Saddam Hüseyin döneminde, Mele Mistefa Barzani önderliğinde bir devrim hareketi vardı. Bir anlaşmaya varıldı ve Kürdistan’a otonomi şeklinde bir karar çıktı. Bir devlet, iki ülke şeklinde. Türkiye için de böyle bir durum söz konusu olabilir mi?

Hayır, hayır. Irak çok farklı. Hayır. Bakın, Irak’ı çok iyi bilirim. Irak’ta Kürtler yoğunluklu olarak Kuzey Irak, Irak Kürdistan bölgesinde yaşar. Yani Musul, Erbil, Süleymaniye, Duhok, Kerkük, bu bölgelerde yaşar. Basra’da neredeyse Kürt yoktur. Bağdat’ta bir kaç mahallededir. Necef’te yoktur, çok azdır. İş için gitmişlerdir. Irak’ın demografik, kültürel, siyasi demografisinde zaten doğal bir ayrışma vardır. Ama Türkiye’de öyle değil, Türkiye’de Kürtlerin yaşamadığı il yok. Ben Konyalıyım. Konya’nın Kuzeyi, Cihanbeyli, Kulu Kürt vatandaşlarımızın yaşadıkları yerlerdir. Ben iki üç hafta önce Bursa’daydım. Yolaltı denilen bölgede, tarihte pek Kürtlerin yoğun olarak yaşamadığı bir şey, orada Bingöllü, Muşlu dernekleri ziyaret ettim. Neredeyse Bingöl’de gördüğüm manzara orada vardı. Türkiye bu anlamda kültürel ve siyasi entegrasyonu çok yüksek olmuş bir ülke. Irak gibi bir kolonyal dönem, bir sömürge dönemi ile oluşmuş ve onun parçalanmışlığının izlerini taşıyan bir konumda değil. Ve ayrıca Sancak’taydım, Bingöl’e bağlı. Sancak isminin oraya verilme sebebi Çanakkale savaşında savaşan köylülerin sancak ile gelmesi ve sancak adını alması. Böylesine entegre olmuş bir ülkeden bahsediyoruz. Bu tür otonomiler ancak ve ancak çok ayrışmışsa nüfus belki olabilir. Irak’ta da zorluklar var. Irak’ta ne kadar zorluklar olduğunu biliyoruz. Ben birçok konuda, merkezi hükümet ve Irak Kürdistan Bölgesi arasında bazen arabuluculuk yaptığımız konular oldu. Bunlar kolay süreçler değil. Ama Kürt vatandaşlarımızın hakları, vatandaşlık hukukları teminat altındadır, anayasal güvence altındadır.

Peki valilerin, kaymakamların seçimle iş başına gelebileceği bir yöntem geliştirilemez mi? Belki eğitimin belediyelere devredileceği bir yöntem bulunamaz mı?

AK Parti’nin ilk yıllarında, kamu reformu tartışmalarında bunlar hep ele alındı. Ama bunu bir bölgeye has olarak yapamazsınız. Bütün bir Türkiye’de kamu reformu içerisinde değerlendirileceği hususlar olabilir. Ama nasıl olacağı, nasıl uygulanacağı konusu önemlidir. Türkiye bir üniter devlettir. Üniter devlet olma niteliğini koruyacak şekilde merkezi yönetimin valilerce yerel yönetimlerin de seçimle olması Türkiye’nin yapısına daha uygundur.

Gelecekte böyle bir yönetim şekli olması mümkün mü?

Bütün o tarihi tecrübeler oluşmuş. Valiler düzeyinde de, bütün vatandaşların temsil edilmesi gerekiyor. Bir Kürt vatandaşın Bursa’da, Antalya’da vali olması nasıl mümkün ise, bir Türkün de doğuda vali olması o derece mümkündür. Toplumun bu entegrasyon düzeyini sarsmayacak şekilde yerel yönetimlerde bir reform gereklidir. Böyle bir reform da zaten parti programımızda yer alıyor. 

AK Parti başa geldiğinde, Sayın Erdoğan liderliğinde 2005 konuşması var biliyorsunuz. Kürt sorunu benim sorunum, bu sorunu çözeceğiz dedi. Osmanlı döneminde Kürdistan eyaleti vardı, inkar edilmemesi gerektiğini söyledi. TRT Şeş, şuan TRT Kurdî o dönemde açıldı. Kürdolojiler açıldı ve en son PKK ve Öcalan ile müzakereler yürütüldü. Siz iktidara gelirseniz böyle bir süreci tekrar başlatır mısınız?

Sayın Erdoğan beraberce savunduğumuz o görüşlerden çok uzaktadır. Mesele sadece bir görüşü savunmak değil, gereğini yapmaktır. Maalesef çözüm süreci bütün o iyi niyetle yapılan çabalar, terör örgütünün hendekler, barikatlar, kamu düzenini yok eden uygulamaları sebebiyle, en fazla da Kürt vatandaşlarımızın bu uygulamalardan şikayet etme sebebiyle akamete uğradı. Çözüm süreci ben Dışişleri Bakanı iken başladı. Ben gelip Diyarbakır’da Dışişleri Bakanı olarak konuştum, en güçlü desteği verdim. Biz dışarıdan bir dayatma olmaksızın kendi meselelerimizi çözmeliyiz. Sadece Türkiye’de değil, Irak’ta da böyle olmalı, Suriye’de de böyle olmalı. Ortadoğu’nun en büyük meselesi kendi sorunlarımızı çözememektir. Bizim kendi sorunlarımızı çözebilmemiz lazım. Ama burada tek aktörlü, tek boyutlu bir süreçten daha çok, bütün Kürtleri kuşatan, Türkiye’nin bütün sorunlarını da içine alan bir kapsamda değerlendirilmesi lazım. Şuanda Türkiye’nin sadece Kürt sorunu bağlamında değil, genel bir demokratikleşme sorunu var. Türkiye’nin her yeri ile ilgili demokratikleşme sorunu var. Üç ayaklı bir şeyi devreye sokacağız. Bir demokratikleşme… Türkiye’de düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü bütün bunları sığdıracak bir demokratikleşme. İkincisi Kürt vatandaşlarımızın sorunları. Anadildeki kısıtlamalar. Anadilin eğitim ve öğretimde kullanılması da dahil olmak üzere, kayyum atamalarına karşı yerel yönetimlerde seçilmişlerin görevde kalması dahil olmak üzere  bu konuların tümünü çözecek bir süreç başlatmak lazım. Üçüncüsü de Türkiye’nin çevre ülkelerdeki, Irak’taki, Suriye’deki, İran’daki Kürt vatandaşlarımızla ilgili, Kürt Türk kardeşlerimizle ilgili çok daha yakın ilişkilerin zeminini hazırlamak gerekir.

Oraya ilişkin de sorularım olacak ama Dolmabahçe Mutabakatı çok konuşuldu, çok tartışıldı. Bu mutabakatı ortadan kaldıran kimdi? Sizin etkiniz oldu mu bunda? Barış sürecinin bitirilmesinde etkiniz oldu mu?

O dönem ben Başbakan’dım. Sonuna kadar ben çözüm sürecinin yaşaması için çaba sarf ettim. Ama maalesef, özellikle 7 hazirandan sonra PKK tarafından açık bir silahlı mücadele çağrısı yapıldı. Ve Ceylanpınar’da iki polisin şehit edilmesini PKK üstlendi. Bir askerin Adıyaman’da şehit edilmesini üstlendi. Ondan sonra tabi çözüm sürecinin doğası şuydu Maşallah bey. 2013’te bütün silahlı unsurlar Türkiye’den çıkacaktı. Bu yapılmadığı gibi 12 ilçe kanton adı altında fiilen hendek ve barikatlarla neredeyse kontrol altına alındığı gibi görüntü verilmeye çalışıldı. Süreci bitiren bu oldu. Yoksa benim o zamanki başında bulunduğum hükümetin de çözüm sürecini nihayete erdirmeye yönelik güçlü bir iradesi vardı.

İktidara gelirseniz böyle bir çözüm süreci başlatacak mısınız?

 Yeni bir dönem, artık çözüm süreci olmaz. Yeni bir bir dönem, yeni bir süreç başlatmak lazım. Ama bunun bütün bu tecrübelerden hareketle başlatmak lazım. Maalesef Türkiye’de bazıları, çözüm süreci benzeri süreçleri kamu düzenini bozacak bir imkan olarak görüyor, örgütler böyle görüyor. Bazıları da örgütün tavırlarından hareketle otoriterleşmeyi tahkim etmek ve güçlendirmek istiyor. Biz bu iki tavra da karşıyız. Demokratik hukuk devleti içerisinde özgürlükçü bir dönem başlatacağız.

Dışişleri Bakanı iken Beşar Esad ile uzun müzakereler yürüttünüz. Kürtlerle ilgili hiç konuştunuz mu? Kürtlerle ilgili neler söylediniz?

Aslında ilişkilerimizin iyi olduğu dönemde de bunları konuştuk. Yine ilişkilerimizin olduğu 2011 yılında, 4 veya 5 nisanda ki daha olaylar yeni başlamıştı, Beşar Esad’a giderek reform ihtiyacı var dedim. Mısır’da, Libya’da, Yemen’de yaşananların burada yaşanmaması için Suriye’de sistemi reforme edecek tedbirler alalım dedik. Bir dostunuz olarak bunu söylüyoruz dediğimde, gündeme getirdiğim konulardan biri de Suriye’deki Kürlerin haklarıydı. Suriye’deki Kürtlerin o dönemde vatandaşlık hakları dahi yoktu. Kendilerine vatandaşlık haklarının verilmesinin ve Suriye’deki Kürtlerin haklarının tanınmasının Suriye’nin birliği için gerekli olduğunu anlattım. Çok küçük düzeltmeler yaptı ama maalesef hiç bir zaman reformları hayata geçirmediği için Suriye bugün karşı karşıya kaldığı felaketlerle yüz yüze geldi.

Suriye’ye asker gönderme ve Şam ile ilişkilerin kesilmesinde Erdoğan’ı teşvik ettiğiniz söyleniyor. Sizin hazırladığınız raporlar çerçevesinde kararlar alınıyordu…

İlişkilerin bozulmasının sebebi ne benim ne de Türkiye Cumhuriyeti hükümeti. İlişkilerin bozulmasının sebebi kendi halkına karşı kimyasal silah kullanan  zalim rejimdir. Haleb’i, Humus’u, Deyrizor’u havadan bombalayan bir yönetim, varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla bombalayan bu yönetimdi esas bu ilişkilerin bozulmasına sebep olan.

Kürtlerin Rojava’da, Suriye Kürdistanı’nda otonomi, özerklik ya da federasyon taleplerini nasıl karşılıyorsunuz? Destekliyor musunuz, karşı mısınız?

Suriye’nin bütün tarafları Kürtler, Türkmenler, Araplar, Sünniler, Nusayriler oturarak Suriye’nin geleceğini kendileri tayin etmelidir. Biz bir şey empoze edemeyiz, etmemeliyiz de. Ama Suriye’nin toprak bütünlüğüne halel gelmemeli. Suriye’nin toprak bütünlüğü ortadan kalktığında çok daha büyük acılar yaşanır. Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde bütün taraflar masada oturarak önce bir geçiş süreci anlaşmalı sonra da kalıcı bir anayasa ile yeni bir Suriye’yi birlikte inşa etmeliler.

Fakat kendileri karar alırsa federasyonun desteklenmesi gerektiğini de söylüyorsunuz…

O Suriyelilerin alabileceği bir karar.

Karşı çıkmayacak mısınız?

Suriyelilerin vereceği bir karar.

Kürtlerin de dahil edileceği bir süreci de destekler misiniz?

Burada bir şeyi ayırt etmek lazım. Kürtler PKK demek değil, PKK Kürtler değil. Tek şartı olur Türkiye’nin böyle bir durumda. Suriye’nin herhangi bir bölgesinden Türkiye’ye dönük bir tehdit oluşmaması. Bir terör örgütünün kontrolüne geçmemesi herhangi bir bölgenin. Orada Türkiye dahil her ülkenin tasarrufu olur,  her ülkenin söz hakkı olur. Ama Suriye sisteminin nasıl olacağını ancak Suriyeliler karar verir. Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren konularda da Türkiye tavrını ortaya koyma hakkına sahiptir.

Türkiye Rojava’daki Kürtlerle anlaşarak daha iyi bir gelecek kuramaz mı?

Tabi bunun için vaktinde çaba da sarf ettik. Onlara Suriye rejimine karşı Suriye muhalefeti ile birlikte davranma konusunda çok telkinde bulunduk. Ama onlar Suriye rejimi ile işbirliği yapmayı tercih ettiler. Ve gerçek anlamda Suriye muhalefetin içinde olmadılar. Kürtleri kast etmiyorum. Oradaki YPG yönetimini, PYD yönetimini kast ediyorum. En büyük baskıyı da orada kendileri gibi düşünmeyen Barzani yanlısı, Azadi grubu ve diğer birçok gruplara baskı uyguladı. En büyük baskıyı uyguladılar. Çünkü bu örgüt mantığında kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan bir anlayış hakim.

Bilirsiniz, bu tür durumlarda örgütsel yapılar ortaya çıkarak haklar elde edilir. Örneğin YPG’nin olmasını istemiyorsunuz. ENKS ya da onlara yakın gruplar tarafından federasyon ve otonomi talebi gelirse destekler misiniz?

Kuzey Irak’ta, Kürdistan bölgesel yönetimiyle ilişkilerimiz çok yoğun. Çünkü Türkiye’ye karşı herhangi bir tehdit odağı olmadı. Bütün bu silahlardan arındırılır ve terör örgütü olma niteliğini tümüyle kaybederse, ret ederse o zaman başka bir tablo ortaya çıkar. Ama bir taraftan Türkiye içerisinde de terör unsurları bulunduracaksınız sonra orada farklı isimler bulunduracaksınız bu iki yüzlü bir politika olur, bu doğru olmaz. Suriye Kürtlerinin hakkını, hukukunu koruması gereken Türkiye’dir. Suriye Kürtleri bizim için asla bir tehdit değildir. Aksine Türkiye ile ilişkiler bağlamında bir şehrin ortasından geçen tren rayları ile ayrıldığı için ilişkiler bağlamında en yakın ilişkiye sahip komşu bölgedir. Dolayısıyla onların hakkını ve hukukunu korumak, Suriye içerisinde herhangi bir yönetim  kendi aralarında anlaşırsa bunlara saygı göstermek ama bir terör mevcudiyetine de asla izin vermemek gerekiyor.

Türkiye’nin destek verdiği Suriyeli muhalif gruplar var biliyorsunuz. Şuan Efrîn, Serêkaniyê de Kürtlere karşı ciddi bir baskı var. Efrîn’de yüzde 99’a yakın Kürt nüfusu var ama orada Türkçe eğitim var, Kürtçe eğitim yasak.

Afrin Türkiye için önemli bir şanstı. O zaman Afrin harekatı başladığında bunu Cumhurbaşkanı’na ifade ettim. Özellikle görüştüm. Çünkü Afrin’de Kürtlerin kendi haklarıyla, dilleriyle, kültürleriyle Türkiye’nin himayesinde bir yönetim içinde yer almaları güzel bir örnek teşkil eder. Herhangi bir hak ihlali nerede ve kimin tarafından yapılırsa yapılsın ben buna karşı çıkarım. Afrin’de Kürtçenin müktesebattan çıkarılması konusu ise yanlıştır. O bölgede yaşayan Kürtlerin kendi dilleri ile eğitim yapabilmelerini temin etmek Türkiye için o bölge halkıyla ortak gelecek inşa etmek bakımından önemlidir. Bu tür bir uygulama varsa, basına yansıyan bu uygulama yanlıştır. Ve orada Suriyeli Kürtlerin kendi dillerinde eğitim yapma haklarına saygı gösterilmelidir.  Türkçeyi de öğrenirlerse bu onlar için büyük bir avantajdır.  Nihayetinde bu bölgeye en yakın Türkiye’dir. Bunlar yapılabilir.

Türkiye Kürdistan Bölgesi’nde PKK’ye yönelik operasyonlar çerçevesinde birçok askeri üs kurmakta. Bu çözüm mü sizce? Ya da PKK’nin silah bırakması karşılığında yeni bir müzakere süreci mi başlatılmalı?

PKK silahı bıraktığında çözüm orada başlar. Silah bırakıldığında çözüm başlar. Silah bırakmadan bir taraf elinde silahları ile bir ülkeyi tehdit edecek diğer taraf sınır güvenliğini temin etmek için herhangi bir iş yapmayacak demek doğru olmaz. Bir gün silahlar bırakıldığında gerçek barış, gerçek bahar, gerçek Nevruz o zaman başlayacak. Ve artık Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde bütün tarafların ortak bir iradesi varken ve otoriterleşmeye karşı birlikte mücadele edilirken silahlı bir mücadeleyi meşru kılmaya çalışmak doğru değil. Silahlar bırakıldığında gerçek bir barış ve huzur dönemi o zaman başlar. Bu olmadan, bu silahlı tehdit devam ederken Türkiye’nin  sınır ötesinde tedbir almasını eleştirmek doğru değil. Zaten bu Kuzey Irak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile birlikte oluşturulan güvenlik hatları. Ben oraya da gittim. TSK DAİŞ’e karşı Peşmergeye de eğitim verdi. Onlarla koordinasyon halinde ve Irak merkezi hükümetiyle de koordinasyon halinde. Irak’tan Türkiye’ye dönük terör tehdidi bittiğinde o üslere de ihtiyaç kalmayacak.

Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’ne ilişkin 2017 yılından bu yana yaklaşımını ve ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunu eleştirdiğimi herkes bilir. Bu sebeple Sayın Bahçeli ile aramızda sert tartışmalar, diyaloglar oldu. Ben Türkiye’nin çevre bölgelerinde yani mesela Azerbaycan-Nahçıvan bölgesi… Ora ile Türkiye’nin çok özel ilişkiler geliştirmesi gerekiyor. Aynı şey Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi için de geçerlidir. O da bizim komşu bölgemiz, komşu halklar. Kürtlerin, Türkmenlerin de yaşadığı bir bölge. Ora ile ilişkilerin hiç kesilmeden sürmesi lazım. Ve bu anlamda Irak Anayasası’nın içerisindeki statüsü ne ise kullandığı semboller ve bayrak dahil ne ise o Irak Anayasası ile ilgili bir pozisyondur. Aynen Azerbaycan’ın Nahçıvan ile ilgili Anayasal statüsü ne ise biz ona saygı gösteririz. Ama ilişkilerimizin en yoğun şekilde olması lazım. Onun için Sayın Neçirvan Barzani başbakan iken Van’da birlikte toplantı yaptık. Bütün bölge valilerini Van’da topladık. İkimiz birlikte bölge valileri ile ilişkileri nasıl geliştireceğiz diye konuştuk. Sayın Mesud Barzani Sayın Erdoğan ile Diyarbakır’da buluştu. Bütün bu ilişkileri o dönemde geliştirme sebebimiz Türkiye’nin Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi ile, Irak ile ilişkilerin bir parçası. Tarihi bağlarla birbirimize bağlıyız. Ben Süleymaniye’ye giden neredeyse tek Türk yetkilisiydim. Sadece Erbil ile değil Süleymaniye ile de ilişki geliştirmek istedik. Sayın Talabani o zaman rahatsızdı. O zamandan kurduğumuz ilişki vardı. Bütün bunları tek sebeple yaptık;  barış  ihlas etmek istiyorsanız sınırlara saygı göstereceksiniz ama sınırları duvar gibi görmeyeceksiniz. Suriye ile de aynı anlayış ile ilişkiyi kurmuştuk ama onlar kendi halklarına zulmettiler. Sınırları duvar gibi görmeden barış içinde, ekonomik ilişkileri en maksimum düzeye çıkarmamız gerekiyor.

Rûdaw

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Kreativ, innovativ und ein Team – „Hyclean“ gewinnt den Deutschen Gründerpreis für Schülerinnen und Schüler 2021

Grün, bequem, aber oft teuer