Tanıyanlar bilirler Hamburg’da yeni bir eser piyasaya çıktığında, yeni bir yazar eseriyle kültür ve sanat arenasında boy gösterdiğinde çocuklar gibi hep sevinirim. Kimi saflığıma vurur bunu. Ben ise zenginleşmemize yeni katkılar sunacak birilerinin daha var olması sevincine yorarım. Almancının kültürel derinliği de, geçirdiği değişim süreçleri de fakirden daha fakir. Avrupa’nın göbeğinde yaşarken yobazlık, gericilik, şövenizmin her türlüsü, siyasi darlık ve sığlık almış başını gidiyor. Bu yüzden her yeni yapıt, özellikle edebi bir çalışma gerici zihniyete vurulmuş doğal bir tokattır aynı zamanda.
Yazar Gülderen Arık ne gibi kaygılarla eseri kaleme aldı bilmiyorum ama ortaya oldukça sarsıcı bir eser çıkarttığı ortada. Okurken yer yer bu kadar da olmaz, acaba abartı mı diye şüpheye düşülüp inanması ve hazmedilmesi kolay olmayan olaylar, hikayeler, en çokta şiddet silsilesi. Kime sorulsa hayatım roman der, yer yer ben anlatayım da hayatımı yaz, çok satar zengin olursun diyenlere denk geliriz. Her hayat roman değildir. Ama bana sorulsa her Almancının hayatı birden fazla romana konu olacak materyalle tıka basa doludur. Olay neyi nasıl ve kime anlatacağınızda. Ayrıca ortaya saçılacak o kadar dramı ve trajediyi kaldırmaya kimin sinirleri ve kalbi dayanır?
Derya Kaplan hayatı doğarken kaymışgillerden sıradan bir yurdum insanı, dahası geleceğin Almancısıdır. Sevgisiz bir ortamda doğar. Tek ama belki de en güçlü şansı dedesi ve nenesinin koruyucu kanatları altında olmasıdır denilebilir. Zira o çocukken hepimizin ihtiyaç duyduğu sevgi, şefkat ve ilgiyi anne ve babasından değil onlarda bulacaktır. Anlatı boyunca neredeyse başına gelmedik hiçbir şey kalmayan acınacak durumdaki gariban kadının yine de yıkılmayıp ayakta kalması, umudunu yitirmemesi, hayata onca şeyden sonra yine de iyimserlikle bakabilmesi bence büyüklerin gösterdiği o ilgi ve sıcaklıkta, sevgiyle ona yaklaşmalarında yatıyor. Satırlar bunu ustalıkla yansıtmış denilebilir.
Daha o yaşta istenmediği duygusu kendisine özellikle annesi tarafından o biçim hissettirilen Derya’nın, dedesi ve nenesinden sonra geldiği Almanya’da hayatı resmen zindan olacaktır. Hem duygusal şiddete, hem de kaba dayağa maruz kalan çocuk, ergenliğe geçerken bir de taciz, tecavüz, şiddet hemen akabinde de Alman bürokrasisi ile tanışacak, kendisine sahip çıkan yine sevgi dolu bir öğretmeni sayesinde kurtulacaktır denilebilir. Her yıl 20-30 kız çocuğu Almanya’da katlediliyor, bunu ben değil Federal Kriminal Dairesi istatistikleri söylüyor. Yine son on yılın verilerine göre her iki günde bir çocuk cinsel tacize uğruyor. Böyle bir diyarda Derya ayakta nasıl kalabilir, kalacak mı, başına daha neler gelebilir? Derya’nın başına yurt hayatından sonra neler geldi, mutluluğu nerede, nasıl ne zaman ve hangi şartlar altında yakaladı, yakalayabildi mi, onu da Mavi Işık ile okura bırakalım.
Yazar Gülderen Arık koca, uzun, çileli ve acı dolu trajik bir hayatı 135 sayfaya ilk yapıtı olmasına rağmen bence büyük bir ustalıkla sığdırabilmeyi başarabilmiş. Kabaca çevremize baksak nice mutsuz insana denk geliriz. Aslında çoğumuzun mutsuz olması için aklı selim gerekçelerimiz de yoktur. Başkalarının hayatlarına bakarak kıyaslama yapmakla bir ilgisi yok itirazımın. Ben günümüz insanının her geçen gün nasıl da bencilleştiğiyle ve cahil kalmaktaki ısrar etmesiyle ilgisi olmasına yoruyorum. Hiçbir ekonomik derdi tasası olmayanlar mutsuzlukta ilk sıradalar. Haddinden fazla çarpıcı, dikkat çeken bir trend.
Neredeyse acıların kadını diyebileceğimiz Derya’nın yer yer duygulandırıp gözleri ıslatan hayatı göz önünde bulundurulduğunda ondaki iyimserliğin, inandığı mavi ışığın eseri okuyan herkese iyi geleceğine inancım tam. Diğer bir çok yanını bir yana bırakarak dahi sırf iyimserliğin, pozitif düşünmenin bayrağını yukarılarda dalgalandırıyor diye aklı başında her kitapsevere tavsiye edilebilecek olumlu bir çalışma. Bu şartlar altında bence Yazar Gülderen Arık, Mavi Işık adlı romanıyla mucize bir eser ortaya çıkartmış. Kutlayıp başarılarının devamını dilemek gerekir.
11.09.2021