Ömür Şahin Keyif
Güney Amerika ülkesi Şili’de sosyalist Salvador Allende’nin başkanlığı 11 Eylül 1973’te kanlı bir ABD destekli darbeyle son buldu. Binlerce kişi öldürüldü, işkence gördü, sürgün edildi. Darbeci General Pinochet, 17 yıl süren kanlı diktatörlüğü boyunca, ülkede o güne kadar görülmemiş sertlikte politikaları hayata geçirdi. Sağcı ideolog Milton Friedman’ın Chicago Üniversitesi’nden “parlak” öğrencilerinin – Chicago Boys (Şikago Oğlanları)- marifetiyle Şili neoliberal politikaların laboratuvarına dönüştürüldü. Şili bugün hâlâ ülkenin kaderini belirleyen bu neoliberal politikalara karşı mücadele veriyor. 2019’un Ekimi’nde başlayan neoliberalizm karşıtı protestolar sonrasında geçen yıl darbe anayasası referanduma götürüldü, halk oylaması sonucunda Pinochet anayasasının değiştirilmesi kabul edildi. Yeni anayasayı yapacak Kurucu Meclis’in çoğunluğu sol, sosyalist isimlerden oluşuyor. Darbe döneminin izlerini silmeye çalışan Şili’de kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde sağcı lider Sebastian Pinera’nın yerine sosyal demokrat Gabriel Boric’in gelmesi olası.
Peki 48 yıl önceki darbe ülkeyi nasıl dönüştürdü? Sağcı politikalar nasıl yerleştirildi? Bugün bu politikaların etkileri nasıl sürüyor? Uzmanlara sorduk. Edinburgh Üniversitesi Sosyal ve Siyasi Bilimler Fakültesi Küresel Sosyoloji Program Eş Direktörü Angélica Thumala Olave, Şili’de darbeden sonra yerleştirilmeye çalışılan din anlayışını ve dini kurumlarla iş elitlerinin birlikteliğini çalıştığı ‘Şili’nin iş elitleri arasında dünü meşrulaştırma’ başlıklı 2011 tarihli araştırmasında ortaya koyuyor. Çoğulculuk rüzgârından etkilenen ve sosyal adalet talebini seslendiren din anlayışı tarafından dışlandıklarını hisseden iş elitleri, darbe sonrasında İspanya ve Meksika’dan ithal edilen ve dini ritüellere ağırlık veren oluşumlarla birlikteliklerinde kendilerini meşrulaştırdılar.
KİLİSE ZAYIFLIYOR
BirGün’e konuşan Thumala’ya göre, “Katolikliği yeniden tesis etme ihtiyacına yol açan ortam, sosyal adaletsizliğin elitlerin sorumluluğu olarak görüldüğü ve bazıları içinde güçlü suçluluk duygularının olduğu bir ortamdı”. Opus Dei ve Legionaries of Christ isimli gruplar, darbeden sonra elitlerin dini yaşamlarını meşrulaştırmak görevi gördü.
“Şili’de şu anda hem elitlerde hem toplumun geri kalanında sekülerleşme hakim” diyen Thumala’ya göre, Katolik kilisesi çocuklar ve gençlere yönelik cinsel istismar skandallarıyla topludaki meşruiyetini büyük ölçüde kaybetti.
Angélica Thumala
‚DARBE SİYASİ BİR ARAÇTI‘
Şili’deki sağ ve elitler üzerine önemli çalışmaları bulunan Stephanie Alenda, darbenin siyasi bir araç olarak kullanıldığını belirtiyor. Çalışmalarını Andrés Bello Ulusal Üniversitesi, Eğitim ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde sürdüren Alenda, darbenin ilk dönemini şöyle anlatıyor: “Büyüyen politik kutuplaşma ve elitlerin manipülasyonlarıyla şiddetlenen ekonomik kriz nedeniyle başlangıçta pek çok Şilili, darbeyi destekledi. Darbeden birkaç gün sonra üç eski başkan darbeye sembolik destekte bulundular. Eski Hıristiyan Demokrat Başkan Eduardo Frei Montalya dahi ordunun Şili’yi kurtardığını söyledi. Bu görüş Salvador Allende iktidara gelmeden önce, Şili tarihinin en reformist partisi olarak sayılabilecek partinin çoğu üyesi tarafından paylaşılıyordu. Ancak diktatörlük sırasında Frei Montalva, Pinochet rejiminin başlıca aleyhtarlarından oldu. Bu değişimi pek çok Şilili de yaşadı.”
SOSYALİST YOLU TIKAMAK İÇİN
Darbenin Şili’nin sosyalizme giden yolunu kesin şekilde tıkamak isteyenlere hizmet ettiğini belirten Alenda, bu kişilerin neoliberalizmi yerleştirmek için Pinochet rejimi içinde yeterli nüfuz edindiklerini belirtiyor.
“Askeri rejim sırasında, ‘sağa dönüş’, iş sektörlerinin dengesizce hakimiyetinin başlangıcı anlamına geliyordu” diyen Alenda’ya göre, İş çevreleri diktatörlüğün devletin üretici yapısını özelleştirme süreciyle (eğitim, sağlık, emeklilik) parçalamasından fayda sağladılar: “1920’lerden beri kamulaştırma rolünü benimseyen devlet, darbe sonrası ikincil, yardımcı bir role soyundu. 1981’de tesis edilen özel sağlık sigortası sistemi yeteri kadar finanse edilmeyen kamu sağlık sistemiyle paralel çalışıyordu. 1982’den bu yana Şili’nin emeklilik sistemi Emeklilik Fon Yönetimi (AFP) tarafından yönetilen bireysel sermayelendirmeye dayanıyor.” Şili halkı bugün hâlâ bu politikalarla mücadele ediyor.
Stephanie Alenda
PAPA DA DESTEKLEDİ
Dinin darbe sonrası sağcılaşmanın önemli bir parçası olduğunu belirten Alenda’ya göre, Şili’de 1950’lerden beri yerleşmeye başlayan Opus Dei’yle neoliberalizmin birlikteliği şu şekilde meydana geldi: “Opus Dei varlığını 1960’larda Frei’nin reformcu programına karşı savaşa katkı sağlamak ve kıta düzeyindeki “Liberation theology” gibi Marksist ideolojik akımlara karşı savaşmak için artırdı. 80’lerde ve 90’larda büyümesi, Papa 2’nci John Paul tarafından teşvik edildi. 2’nci John Paul, Opus Dei Başpiskoposluğunu tanımış bu da Şili’deki diktatörlükle aynı zamana denk geldi. Sosyal açıdan bakıldığında, bu sağa kayışın orta sınıfların yoksullaşması, iş kayıpları, ücretli işçilerin çok stresli koşullarda yaşamaları gibi korkunç sonuçları oldu. Darbe aynı zamanda binlerce Şililinin uzun süreli sürgününün başlangıcı anlamına geldi.”
Bugün başkanlık seçim sürecinde, sol koalisyonun adayı Geniş Cephe’nin (Frente Amplio) lideri Gabriel Boric, Haysiyet Onayı (Apruebo Dignidad) koalisyonuna önseçimlerindeki zaferinden sonra, anketlerde önde gidiyor. Komünist Parti’yi de içeren koalisyon, 2021’in Ocak ayında Anayasa Konferansı seçimleri için kuruldu. Alenda’ya göre, eğer anketler bu şekilde devam ederse, Boric sadece 35 yaşında, Şili’nin bir sonraki başkanı olabilir.
MUHALEFET SOKAKLARDA
Tricontinental Sosyal Araştırma Enstitüsü Direktörü Marksist Tarihçi Vijay Prashad, “Şili’de toplum derin şekilde kutuplaşmış durumda, evet, ama bugün çoğu toplum aynı” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Aşırı sağ hâlâ güçlü fakat sokaklarda büyük bir muhalefetle karşı karşıya. Şimdiye kadar muhalefet aşırı sağa karşı yeterince birleşememişti, bu da onların başkanlığı elde tutmalarını sağlamıştı. Fakat yerel seviyede çok sayıda komünist belediye başkanı ve kent konseyi üyesi görüyoruz. Bu kişiler başka bir yol olduğunu gösteriyor.”
Tarihçi Vijay Prashad
MİLYONLARA UMUT
Prashad’a göre, toplumun başka bir yol olduğuna dair inancının olup olmaması, davranışı konusunda belirleyici: “Tüm toplumlar sosyalist bir geleceğe meyillidir. Hiçbir toplum bundan uzak değildir. Bunun nedeni, kapitalist sistemin hâkimiyetine rağmen sosyal yaşantımız derin şekilde birbiri içine geçmiştir ve üretici sistemlerimiz emeğin sosyalleşmesine dayanır. Kapitalist sistemin bizim temel problemlerimizi çözemeyeceğini yürekten biliriz ancak her zaman bir alternatifin mümkün olduğuna dair inancımız olmaz. Şili’nin Halk Birliği hükümeti 1970’ten 73’e kadar bir alternatif ortaya koyma yolundaydı. Bugün Şili’deki o hafıza önemli. Milyonlarca kişiye umut sağlıyor.”
Şili’de “hiç kimsenin o karanlık baskı günlerine dönmeyi ya da eşitsizlik sarmalının daha fazla kontrolden çıkmasını istemediğini” belirten Prashad, sözlerini şöyle noktalıyor: “Şili’nin geleceğini Allende şekillendirecek Pinochet değil. Bu şimdiden aşikâr.”
DARBE NASIL HAZIRLANDI?
Prashad: “1970’te Salvador Allende sosyalist hükümetiyle birlikte iktidara gelmeye hazırlanırken, ABD hükümeti Popular Unity bakanlarının çok uluslu ABD şirketlerinin gücünü azaltmasından korkuyordu. ABD özellikle enerji sektörü ve bakır endüstrisi konusunda endişeliydi. CEO’lardan gelen Nixon yönetimine yönelik baskı ABD hükümetini Şili hükümetine saldırmaya itti. ABD, Şili’yi diplomatik olarak izole etmeye çalıştı, tüm ekonomik güç araçlarını kullanarak Nixon’ın Kissenger’a dediği gibi “ekonomiyi bağırtmaya” çalıştı. Hiçbir şekilde başarılı olmadıklarında ABD orduyu darbeye doğru itti. Bütün bu süreç boyunca ABD, Şili’de iş elitleri de dahil olmak üzere, sağcı güçlerle işbirliği yaptı.”
ANNEM ‚KONUŞMA‘ DERDİ
Şilili Sosyolog Angélica Thumala, darbeden bir yıl önce dünyaya geldi, ilk gençliği bir diktatörlüğün gölgesinde geçti: „Annem ve babam muhaliflerdi fakat aktif şekilde muhalefete dahil değillerdi, dolayısıyla tehlike altında değillerdi. Her sabah okula giderken ülkede olup bitenleri diğer medya kuruluşlarından daha doğru şekilde veren radyo Cooperativa’yı dinlerdik. Annem bunların hiçbirinden okulda asla bahsetmememi hatırlatırdı. Gittiğim özel okulda, çoğunluk ya sağcıydı ya kayıtsızdı ya da korkuyordu ve rejimin pis işleriyle uğraşmıyordu. Hayatım, içinde Amerikan müzik ve dizilerinin; Kübalı, Arjantinli, Şilili protest müziğin; ve biraz büyüdüğümdeyse samimi endişelerin ve suçluluk duygusunun karışımının motive ettiği gönüllülük işleriyle dolu korunaklı bir fanusun içinde devam etti.”