Bir gün durakta müşteri bekliyordum. Güleç yüzlü, güzel bir bayan elinde kocaman bir deste çiçekle arabaya yanaşıp:
“Beni Vogel Str. götürebilir misiniz?” dedi.
“Tabii hanımefendi, buyurun!” diyerek kapıyı açtım.
“ Yalnız sizden bir ricam olacak.”
“Buyurun söyleyin hanımefendi.”
“Siz bu çiçekleri gideceğimiz adreste birine verip döneceksiniz, ben de arabada sizi bekleyeceğim. Bu iş için fazladan size otuz Euro vereceğim” dedi.
“Hayhay hanımefendi” deyip otuz Euro bahşişin sevinciyle gaza bastım.
“Çiçekleri kime vereceğim hanımefendi?”
“Eski erkek arkadaşıma. Bu gün onun doğum günüdür de.”
“ Öyle mi? Peki şimdi ayrı mı kalıyorsunuz?”
“Evet,” dedi.
Elini karnında gezdirerek konuşmasını sürdürdü: “Ben hamile kalınca beni terk edip başkasıyla yaşamaya başladı. Ama ben hâlâ onu unutamıyorum.”
Bir müddet sonra söylediği adrese vardık. Arabayı bir köşede durdurdum. Adamın ismini öğrenip çiçekleri alarak indim. Evin kapısına varıp zili çaldım. Bir bayan kapıyı açtı. Klaus’u aradığımı söyledim. Kadın içeri seslenerek Klaus’u çağırdı. Gelen beyefendiye çiçekleri uzatıp “Doğum
gününüz kutlu olsun. Çok yaşayın efendim. Bu çiçekler sizin için” dedim.
O arada orta yaşlı bir kadın daha gelip kızgın bir şekilde oğluna ters ters baktı.
Klaus, “Kim gönderdi bu çiçekleri? Nereden biliyorsunuz benim doğum günüm olduğunu?” diye sordu.
“Efendim çiçekçiden sizin için ısmarlanmış. Buraya getirip size vermemi söylediler. Haydi iyi eğlenceler” dedim.
“Hop usta hop! Al çiçeklerini başına çal! Bu çiçekleri sana o kadın verdi değil mi ? Çiçek miçek istemiyorum, nereden aldıysan geri götür!” dedi.
“Hamile bir bayanın kalbini kırmak iyi değildir. Zavallı üzülmesin. Bakın sizi düşünüp ne güzel bir demet çiçek yaptırmış. Hatırım için lütfen kabul edin!”
“Kabul edemem! Ben o kadınla tüm ilişkimi bitirdim. Bir daha onu görmek ve ismini duymak istemiyorum, ”dedi.
Mecburen çiçekler elimde geri döndüm. Durumu anlayan kadının ağlamaklı haline üzüldüm. Kadın bir defa daha denememi, arkadaşının iyi biri olduğunu, tüm engelleri anasının çıkardığını söyledi. Bir daha denemek için yukarı çıkıp kapının zilini tekrar çaldım. Kapıyı açan erkeğe ne olursa olsun çiçeği almasını, kadının çok üzüldüğünü, hiç olmasa bu günün hatırına almasını rica ettim. Çiçekleri elimden alıp yere çarptı.
“Sana kötü davranmamı istemiyorsan defol git!” dedi.
Hıncımdan dilimi ısırdım. Adama ters ters bakarak, çiçekleri yerden alıp üzgün ve hayal kırıklığına uğramış bir şekilde arabaya döndüm. Otuz Euro için tanık olduğum şu üzücü olaya bak hele! Bu adamın ters davranışına mı yanarsın, yoksa kadının üzülmesine mi?
Sessizce arabayı çalıştırıp uzaklaşmaya çalışırken kadın, “Lütfen şu köşede biraz durur musunuz ? Pencereye bakmak istiyorum.” dedi.
Arabayı durdurup göz ucuyla onu izlemeye başladım. Kadın kutsal bir şeye bakarcasına zavallı bir şekilde pencereye bakıyordu. Bir insanın içtenliğine ve başka birisinin dar düşünmesine bir anlam veremiyordum.
Epey zaman sonra, “Gidelim,” dedi kadın.
Kadının güzel gözlerinden yaşlar akıyordu. Bir köşe başına geldiğimizde perişan bir halde çantasından çıkardığı bir tomar parayı bana uzatarak inmek istediğini söyledi. Arabayı durdurup saati kapattım. Kasada yazılı olan miktarı alıp geri kalanı tekrar ona uzattım.
“Kalsın,” deyip inmeye hazırlanırken:
“Lütfen arabadan inmeyin! Sizi bu halde bırakamam! Lütfen tekrar yerinize oturun!” dedim.
Kadının yerine oturmasıyla gaza bastım. Hedefsiz bir şekilde bir süre şehri dolaştık. Sigara paketini çıkarıp iki tane yakarak birini ona uzattım. Sigaradan derin derin nefesler almaya başladı. Teypte onun ruhsal durumuna uyan bir müzik çalıyordu. Daha sonra arabayı Ren nehrinin kenarındaki yazlık bir kahvenin yanına park edip indim.
Kapıyı saygılıca açarak, “Lütfen şurada biraz oturalım,” dedim.
Gelen garsona kendime bira, ona da kırmızı şarap istedim. Elinde çiçekleri ile mahzun bir şekilde masaya oturdu. Kadın gözlerini sudan ayıramıyordu. Ona bir sigara daha uzatırken biz erkeklerin kendi bencil istekleri için bilerek veya bilmeden birçok kalp kırdığımızı ama her beraberliğin de mutlaka mutlu bir sonla bitmeyebileceğini dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım. şarabını yudumladıktan sonra gözlerimin içine sevgiyle bakarak fazla bir şey istemediğini, yalnız hamile kaldıktan sonra kaynanası olacak kadının başka bir kadını sevgilisine ayarlayarak onları ayırdıklarını, yoksa Klaus’un kötü biri olmadığını söyledi. Birlikteliklerde her zaman ayrılıkların da olabileceğini, her türlü halin insanoğlunda mevcut olduğunu uygun bir dille ona anlatmaya çalıştım.
“Analar ne babayiğitler doğuruyor. İlerde belki daha anlayışlısı karşınıza çıkar.” dedim.
Gittikçe uysal bir kedi gibi sakinleşerek beni dinliyordu. Ben de bildiğim güzel kelimeleri dizerek kadının biraz olsun sakinleşmesini, hayata daha toz pembe bakmasını sağlamak istiyordum. Ondan ses seda çıkmayınca, bu durumun kötü olduğunu, ama bunun dünyanın sonu olmadığını anlatmaya çalıştım.
Sanki karnındaki çocuk tekmelemiş gibi elini karnına götürüp yüzünü ekşiterek, “Karnımdaki çocuk olmasa her şey değişik olurdu. Ama taşıdığım bu canlı için yaşamam gerektiğini düşünüyorum. Fakat, bu çocukla da geleceğimin karanlık olduğunu biliyorum,” dedi.
“Tabi ki yaşayacak, yaşatacaksın. En azından çocuğun doğumuna kadar sabredip doğan çocuğu istemiyorsan da bir kuruma vermelisin.” dedim.
“Olur mu? Kabul ederler mi?”
“Bir bebeğin hasretini çeken on binlerce çocuksuz aile var. Ayrıca haberin yok mu, her şehirde istemediğin, bakamadığın çocukları bırakıp gidebileceğin kurumlar bile var. Oraya bırakırken, bıraktıktan sonra kimse sana neden öyle yaptın diye sormaz. Ve sen de istediğin gibi yeni bir hayata başlayabilirsin.” dedim.
Almanya’da olmasının onun için ayrı bir şans olduğunu, çocuğunu güvenli bir şekilde hastanede doğuracağını ve devletin birçok konuda kendisine yardımcı olacağını söyledim. Daha da rahatlamış bir şekilde beni dinliyordu.
Doğumdan sonra kendisini yeni bir hayatın beklediğini, her zaman karşısına kanı ısınabileceği, güven duyabileceği birinin çıkabileceğini söyleyerek o anda aklıma gelen şarkıyı biraz yüksek sesle söylemeye başladım:
“Boş ver, boş ver arkadaş, başka bulursun.
En kötü günlerin hep böyle olsun.
Ağlama aşk için ağlama aşk için
Gidenler geri dönmez bilmem niçin.
Boş ver, boş ver arkadaş, başka bulursun.
Bütün dert…”
Elini ağzına götürüp “Sus lütfen! Yeter!” diyerek beni susturmaya çalışırken bir yandan da katıla katıla gülmekten de kendini alamıyordu.
Mutluluğu aramaya devam etmesi gerektiğini tekrarladığımda ayağa kalkıp elindeki çiçekleri son bir kez öperek, “Klaus seni kesin olarak defterimden siliyorum” deyip çiçekleri destesiyle gürül gürül akan Ren nehrine bıraktı.
Elini uzatarak, “Yaramaz birini defterimden sildim. Bundan sonra sana arkadaş deyip zaman zaman buluşabilir miyiz?” dedi.
“İki dert ortağı olarak her zaman görüşebiliriz,” diyerek defterimi çıkarıp müşterilerimden ilginç yazılar topladığımı söyleyip bir şeyler yazmasını rica ettim.
Gülen gözlerini benden kaçırarak defteri aldı. Ve çabuk çabuk bir şeyler karaladı. Geri verirken, “Dostluğumuz daim olsun. Şu an sanki yeniden doğdum. İnanın bana güç verdiniz.” diyerek usulca yanağımdan öptü.
Şarkının sözlerini tercüme etmeye başlayınca, “Yorulmana gerek yok, hepsini anladım.” dedi.
“Nasıl olur! Siz Türkçe biliyor musunuz? İsminiz ?”
“Ben Funda. İstanbulluyum.”
Deftere şunları yazmıştı:
“Bir gün bir kitaba konu olmak dileğiyle…
FUNDA/ İSTANBUL”