Dedeleri Aydın’ı toprağa vereli iki ay olmuştu. Saçlarına aklar düşmüş, alındaki çizgileri yol olmuş, kadını, erkeği ile cenazede bir araya gelmişlerdi. Devrimci mücadele içerisinde birlikte nasıl mücadele verdiklerini anlatanlar da vardı. Gerçi dedeleri torunlarına devrimci mücadeleyi anlatmıştı. Ölmeden birkaç ay önce sık sık aynı konuları anlatır olmuştu. Torunları usanmadan bıkmadan dedelerini dinlemişti. Aynı zamanda yaşamdan yavaş yavaş kopuşuna da tanık olmuşlardı.
Mahir ve Hatice bahçeli tek katlı evin küçük odasında dedelerinin fotoğraflarına bakıyorlardı. Mahir:
“Dedem gençliğinde kalıplı ve yakışıklıymış. Cezaevi fotoğrafları da var.”
Hatice eliyle fotoğrafı işaret ederek:
“Toplu fotoğrafa baksana elli ya da daha fazla insan var. Ayakta, yerde dizleri üzerinde duran gencecik insanlar var. İçlerinde kır saçlı üç kişiyi seçebildim. Cezaevi havalandırmasında çekilmiş bu fotoğraf.”
“Sanırım aynı davada yargılanan yoldaşları olsa gerek. Dedemi görüyor musun? Ayakta ortalarda duruyor. Gülümsüyor.”
“Dedem hep gülümserdi. Anlayamazdım, kederden mi, yoksa sevinçten mi gülümsediğini?”
Mahir fotoğrafa baktığında:
“Kolay değil… Sömürüsüz ve baskısız bir ülke ve dünya kurmak adına gençliğinde ağır bir yükün altına girmiş. Yükün altında kalakalmış. İşkenceler, cezaevleri, direnişler derken bir bakmış gençliği gerilerde kalmış.”
Hatice ona ait olan kitaplığın en altına baktığında büyükçe bir defter gördü ve eline alır almaz içine baktı:
“Baksana dedemin yazısı, günlük tutmuş olmasın?”
Mahir de deftere bakmaya başladı. Hatice gelişi güzel sayfaları çevirip okuyordu. Bir ara okumasını durdurdu:
“Burada önemli bir yazı var. Beni iyi dinle…”
Mahir dikkat kesildi.
“Hareketimiz Nalan ve Ali lakaplı yoldaşlarla beni illegal çalışma içine kattı, hareketin belirlemiş olduğu bir semtte kalıyorduk. Tek katlı beyaz kireç ile boyanmış bahçe duvarı olan evde Nalan ile Ali’yi mahalleli evli olarak biliyordu. Beni de Nalan’ın kardeşi olarak biliyorlardı. Nalan ile Ali sabahları erken kalkıp işe gidiyormuşçasına görev alanına gidiyorlardı. Bende üniversitede okuyormuşçasına sabahleyin evden çıkıyordum.
Mahallemiz orta tabakanın alt kesimindeki insanlardan oluşuyordu. Tek ve iki katlı derme çatma evler vardı. Mahallemizin bir çeşmesi vardı. Su ihtiyacı olduğunda bidonlarla eve su taşıyorduk. Mahalleli bizi ve bizde mahalleliyi tanıyorduk.”
Mahir defteri aldı, göz ucuyla yazılanlara baktı. Bir ara sesini yükselterek okumaya başladı:
“Sıkıyönetim bazı illere gelmeye başladığında daha dikkatli davranıyorduk. Ülkenin her yerinde her hareket eylem koyuyordu.
Cumartesi günü evde yalnızdım. Bir saat sonra çıktım, buluşma noktasına gidip yoldaşımla buluşacaktım. Evin önünde hareketlenmeleri görünce pencereye iyice yaklaştım. Ortalık sivil polis kaynıyordu. Kaldığım eve doğru bakıp konuşuyorlardı. Operasyon yapmaları an meselesiydi. Anında karar verip arka pencereden çıktım. Yanımda bir tabancam ve yedek şarjörü vardı. Hafiften tombul, siyah kısa saçlı kadının biri bağırdı.
“Anarşist kaçıyor.”
Başımı çevirdiğimde bağıranın kim olduğunu gördüm. Komşumuzun bunu nasıl yaptığına o an inanmak istemedim. Belimdeki tabancayı elime alıp iki sokak öteye doğru koşturdum. Birinci çemberi yardım, ikinci çemberi aşamadım. Karşıma çıkana bir iki el ateş ettim. Yönümü değiştirerek kaçmaya başladım. Nereden geldiyse adres sormayan kurşun beni buldu. Bulmasıyla yere serildim.”
Hatice’nin ağzından:
“Vay be!” çıktı.
“Dedem işkenceleri anlatmış, cezaevine girişi… Dur biraz.”
Hatice merakla Mahir’e bakıyordu. Dedesinin anlatmış olduğu yaşanmışlık geçmişin bir belgesiydi.
“İnfaz indirimi de vurunca yedi yıl sonra tahliye oldum. İlk önce evime gittim. Bir hafta dinlendikten sonra yakalandığım ve illegal çalışma yaptığım mahalleye gittim. Etrafı dolaştım. Beni yakalatan kadını aramaya koyuldum.
İkinci günü kendisini çarşı merkezinde görmüştüm. Cezasını vermeliydim. Oturduğu eve kadar gittim. Evi yokuştaydı, dört katlı, yeni yapılmış binanın ikinci katında oturduğunu gördüm.
Daha önceden almış olduğum sustalı bıçağımı yanıma alarak sabahın erken vaktinde kaldığı binaya gittim. Kocası işe gittiğinde bende işimi halletmek için harekete geçtim. Dış kapı tam kapanmamıştı. İçeri girer girmez merdiven basamaklarını nasıl çıktıysam kapısındaydım.
Elimle hafiften kapıya vurdum. İçeriden kadın sesi geldi:
“Geldim Selami geldim.”
Kapı açılınca kadının gırtlağına bıçağı dayadım, ağzını diğer elimle tutup içeriye itekledim. Kapıyı nasıl kapattığımı hatırlamıyorum. Kadının gözleri neredeyse olduğu yerden dışarıya fırlayacaktı.
“Beni tanıdın mı? Evden kaçarken yakalattın beni. Cezaevinde seni cezalandırmak için çok plan kurdum. Şimdi elimdesin.”
Kadının gözyaşları akmaya başladı.
“Beni affet! İnan çok pişmanım. Senin yakalanmandan sonra yanlış yaptığımı anladım. Ama o anda ne olduysa oldu. Sana ne olduğunu çok düşündüm inan bana.”
Bıçağı kadının gırtlağına saplayacağım anda küçük çocuk ağlaması karşı odadan geldi. İki tane üç beş yaşlarında erkek çocuğu bize bakıyordu. Ne yaptığımızı anlamaya çalışıyorlardı.
Kadın başını çocuklarına çevirdi. Sonrada yalvaran bakışını bana çevirdi. Bıçağı tutan elimi, ağzını tutan elimi aşağıya indirdim:
“Seni çocuklarına bağışlıyorum. Dilerim dersini almışsındır.”
Kadın koşarak çocuklarına sarılır sarılmaz ağlamaya başladı. Çocukları da ağlama korosuna dâhil oldu. Evden çıkıp sakince yürüyerek oradan ayrıldım.
İçimdeki sessiz fırtınayla son kez geçmişte kaldığım eve bakındım.
Nalan ile Ali ev baskınından kurtulmuşlardı. Evi polisin ne zaman öğrendiğini hiçbir zaman çözemedim.”
Mahir ve Hatice oldukları yerde düşüncelere gömülmüşlerdi. Hatice yüzünü Mahir’e çevirdiğinde:
“Yazdıklarını atlamadan her yerini okumalıyız. Sonrada ne yapacağımıza karar verelim.”
19.08.2021