Avrupa’da faşizmin yükselişte olduğu 1928 yılında Milletler Cemiyeti Silahsızlanma Komisyonu’nun çağrısı üzerine Einstein bir toplantıya katılır, amaç savaşta gaz kullanımını engellemek için yapılması gerekenlerdir. Einstein bu toplantıda yapılan tartışmaların vakit kaybetmek olduğunu gözlemler, bunu yüksek sesle dillendirir, çok zayıf önlemler alma konusunda bile ağır hareket edilmektedir, bundan rahatsız olur, sözünü de sakınmaz. Savaşın nasıl olacağının konuşulması yerine savaşların toptan yok edilmesi için çaba harcanmasını ister. Savaş oyun değildir, ona kurallar koymaya kalkışmak, bunun için bir sürü iş yapmak asıl hedefi karartmak demektir, böyle söyler.
Oysa eski kuşaklar barışı korumanın ne denli önemli olduğunun farkındadırlar, ancak gelişen teknoloji bu etik ilkeyi soruna çevirmiş, bu yüzden insan uygarlığı ölüm kalım meselesine dönüşmüştür. Barış ancak vicdan sahibi insanların ahlaki sorunudur. Silah tekelleri dünyanın her yerinde savaş için çalışmalarını hızla sürdürmektedirler. Barış ancak geniş halk desteği ile sağlanabilecek meseledir. Mücadeleci ruhuyla insan uygarlığını böyle tanımlayan Einstein bu noktada çeşitli çabalara girişir. Savaşa karşı mücadeleyi bırakmayı gayrı meşru bir tavır sayar, gelişmeler bu doğrultudadır.
Savaş sonrasında sermaye çevreleri, burjuvazi faşizmi pompalarken buna karşı pasifist harekette boş durmaz. Bu hareketin önde gelen isimleri arasında Einstein da vardır, ayrıca Upton Sinclair, Sigmund Freud, John Dewey gibi isimler de bu kapsamda anılır. Bu çevreler 12 Ekim 1930 günü Barış Meclisi adında bir oluşum kurduklarını açıklarlar, yayınladıkları bildirgede barış isteyen herkese çağrı yaparlar. Buna göre gençleri askere gitmemeye davet eder, vicdani ret kavramını ortaya atarlar. Bu konuda Einstein şöyle der:
“Kendilerini pasifist olarak değerlendiren pek çok kişi vatanseverlik iddiasıyla bu katışıksız pasifizm karşısında duraksayacaktır. Dünya savaşının fazlasıyla kanıtladığı gibi, kriz anında bu insanlara güven olmaz.”
Einstein askere gitmeme yönlü çalışmalar kapsamında öncülük yapar, bu konuyu çeşitli platformlarda dile getirdiği gibi yazılar, mektuplar da yazar. Bu kapsamda Almanya’da zorunlu askerlik uygulamasının başlamasına izin vermek yerine herkesin bundan muaf tutulmasını savunur. Böylesi ordu yerine paralı askerler daha iyidir. Zorunlu askerlik insanlar üzerinde çeşitli psikolojik sorunlara neden olduğu için insan hakları ihlalleri kapsamındadır. Paralı askerliğin bu sorunu ortadan kaldıracağını ifade eder. Hem bunu yapmak Almanya bağlamında çokta zor değildir, sadece bir miktar mali yük içermektedir. Bu kapsamda Einstein, çeşitli kişilere mektuplar da yazar.
1932 yılında savaş karşıtı bir grup, pasifizmi yaygınlaştırma kapsamında Einstein’a bir öneri götürür. Buna göre dönemin önde gelen bir düşünürü ile mektuplaşmasını isterler. Einstein kabul eder, Freud’u seçer. İlk mektubunda dünya federalizmi konusunu işler. Bu oluşumun olabilmesi için devletlerin bir kısım yetkilerini uluslarüstü bir oluşuma devretmeleri gerektiğini belirtir. Barış ve pasifizm konusunda Freud’a gönderdiği bir mektubunda onun çalışmalarına da değinir, insan ruhunun derinliklerine inen Freud dönemin önde gelen şahsiyetlerinden biridir, Einstein ona şöyle yazar:
“Hakikate ulaşma arzusunun diğer tüm arzularınızın önüne geçmiş olduğunu görmek gerçekten hayranlık uyandırıcı. İnsan ruhunda, kavgacı ve tahripkâr güdüler ile aşk eğilimli hayat dolu güdülerin ayrılmaz biçimde bir arada olduğunu, reddedilemez bir netlikte gösterdiniz. Aynı zamanda açıklamalarınızdaki güçlü mantık o büyük amaca, yani insanlığın hem içsel, hem de dışsal bir savaştan kurtuluşa duyduğu o derin özlemi apaçık ortaya koyuyor.”
Einstein bu mektupta insana, politikacılara dair görüşlerini de sıralar. Savaşa karşı neler yapılabileceği konusunda fikir alışverişinde bulunur, Milletler Cemiyeti üzerinden somut, elle dokunulur hedefler koyar, bu kurumun yetersiz olduğunu tesciller, bunun yerine daha bağımsız, çözüme odaklı, kıvrak başka bir organizasyon önerir. Einstein, önerilerini herkesten önce Freud ile paylaşmasının gerekçelerini de sıralar. Buna göre arzularının en az oyununa gelenler arasında Freud vardır, onun eleştirel yargısı son derece dürüsttür, sorumluluk duygusuyla bunu birleştirmiştir.
Oysa siyasi liderler çoğunlukla öyle değillerdir, konumlarını bir ölçüde güce, diğer yandan genel seçime borçludurlar, bu anlamda oynaktırlar, bir araya gelemedikleri için sorun çözme yetenekleri zayıftır. Bu nedenle ahlaki ve entelektüel açıdan iyi bir temsilci değillerdir. Öte yandan entelektüel elitler konumlandıkları yerlerde ülkeleri nezdinde pek söz sahibi değillerdir. Tüm bu nedenlerle de bu temelde bağımsız, uluslararası bir organizasyon kurulmalıdır, Einstein bunu mutlaka yapılması gereken bir görev sayar.
1933 yılının Mart ayında Almanya’da Hitler iktidarı ele geçirince Einstein ve savaş karşıtlarının tüm bu çabaları yerle bir olur. Bu gerçeklik karşısında pasifizm konusundaki düşüncelerini Einstein yeniden ele alır, çizgi değiştirir. Hollandalı bir bakan bu konuda destek istediğinde ona karşı çıkar. Kriz dönemlerinde bu yöntemin çıkmaz sokak olduğunu söyler. Vicdani ret tutumunun, yükselen faşizmin işine yarayacağını, hızla silahlanan Alman faşistlerinin karşısında diğer ülkelerin elini kolunu bağlayacağını söyler. Bu çizgi değişikliği Belçika kralı ve kraliçesi ile kurduğu ilişkide de kendini gösterir. Bu bağlamda New York Times gelişen bir olayın sonuçları üzerine şöyle bir başlık atar:
“Einstein pasifist görüşlerini değiştiriyor, Belçikalılara, Almanlara karşı silahlanmalarını öneriyor.”
Nazilerin iktidarı gasp ettiği sıralarda Einstein akademisyen kimliği ile California Teknoloji Enstitüsündedir, faşizmin gelişini önceden görmüştür. Felaketin büyüklüğü gelişinden bellidir. Einstein’ın başına elli bin mark ödül konulur, sokaklara afişleri asılır, her yerde aranmaya başlanır. Bunu öğrendiğinde Einstein, ‘Başımın bu kadar pahalı olduğunu tahmin edemezdim,’ der. Bir gazetede hakkında bir makale yayınlanır, öldürülmesi için kışkırtan bir yazıdır. Gestapo’nun askerleri bu amaçla baskınlar yapar, Himler’in ajanları evinde komünistlere ait silah sakladığı yönünde bilgi aldıklarını söylerler. Banka hesaplarındaki beş bin markına el konulur, neyse ki onun bilim arşivini kıl payı kurtarırlar, üvey kızı Margot, Fransa Büyükelçiliğine tam zamanında ulaştırır.
Einstein öngördüğü üzere, 1932 yılının Aralık ayında Postdam tren istasyonundan bir trene binerek Almanya’yı terk etmiş, Berlin Üniversitesinde 20 Ekim 1932 günü son konferansını vermiştir. Öngörülerinden emindir, tren uzaklaşırken Elsa’ya şöyle söyler:
“Geri dön, Villa Kaput’a, Havel gölüne son kez bak!”
“Niçin?”
“Bir daha onları göremeyeceksin!”
Bremen transatlantiğine 10 Aralık günü binerler, hedef California Teknik Üniversitesidir. Böylesi bir gidişin ardından tekrar Avrupa’ya dönerler ama gelişmeler üzerine Almanya’ya geri dönemez, öngörülerinde haklı çıkar. Amerika dönüşü pasaportunu Belçika’nın Alman Konsolosluğuna bırakır ve Alman vatandaşlığından çıkar, geçici bir süre Belçika’da yaşar. Bu sırada Belçika kral ve kraliçesi ile yakın ilişkilere girer, kemanıyla kraliçeye eşlik eder.
Avrupa eskisi gibi değildir, Einstein ömrünün son çeyreğinde artık vatansızdır. Çocukluğunun ana yurduna içinde büyüdüğü kültüre hasret kalır. Almanya’ya tutkusu nefrete dönüşür, bir daha da bu ülkeye adım atmaz. Alman faşistlerinin yükseliş zamanlarında pasifizmi bir ara terk etse de daha sonra bu çizgiye tekrar döner.
Einstein, Nazilerin soykırımından kurtulan insanlara çeşitli yardımlarda da bulunur. Bu kapsamda özellikle Almanya’dan kaçan, işsiz kalmış akademisyenlere destek sunar. İtalya ve Türkiye hükümetlerine de mektuplar yazar. Türk hükümetine şöyle seslenir:
“Ekselansları! OSE Dünya Birliği’nin şeref başkanı olarak, Almanya’dan kırk profesör ve doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kişiler, Almanya’da yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi olan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenize yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz, tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu kırk kişi, birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmişlerdir. Bu bilim adamları, bir yıl müddetle, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini buluyorum.”
İtalya devlet başkanına yazdığı mektup daha farklı bir temeldedir. Faşist Mussolini azgınlığına karşı İtalyan aydınlarının çağrısıyla zulme uğrayanlara uluslararası destek içerir. Devlet başkanı Rocco’ya ricada bulunur, politik görüşler ne kadar farklı olursa olsun bir noktada hemfikir olduklarını umar. Bu kapsamda şöyle yazar:
“İkimiz de en iyi olanın, Avrupa aklının ilerici başarılarında en yüksek noktaya ulaşması olduğunu görüyoruz. Bu başarı, düşünce ve öğretme özgürlüğüne ve hakikate ulaşma arzusunun diğer her türlü arzuların önüne geçmesine bağlıdır. İşte uygarlığımızın Yunanistan’daki yükselişini ve İtalyan Rönesans’ında tekrar doğuşunu sağlayan şey tam da bu temeldir. İtalya bugün hâlâ bu yüce amaç uğrunda şehit olan büyük adamlar sayesinde seviliyor ve saygı görüyor.”
Entelektüel çevrelerin neden bu gadre uğradıkları konusunu Rocco ile tartışma eğilimde bile değildir, esas derdi sonuç almak, bu olmazsa da uluslararası destek mahiyetinde baskı yapmaktır. Hakikatin peşinde olanların huzur içinde olmalarını diler, bu herkesin çıkarınadır.
Bir barışsevere yazdığı mektup, karşılıksız, çıkar beklemeyen saf düşüncesini anlama yönüyle önemlidir, iç dünyasının derinliklerine yolculuk izleri taşır. Yüce gönüllü duygularla insanlığın kaderi için tasalananlara gönderme yaparken aslında kendi iç dünyasını anlatır. Savaş ortamında barış için yapılan çabalardan sonsuz bir mutluluk duyduğunu belirtir, hissiyatını şöyle ifade eder:
“Kendi gözleriyle gören, kendi kalpleriyle hissedenlerin sayısı oldukça az. Ancak insan ırkının, bugün kalabalıkların bir ülkü olarak benimsediği o umutsuz duruma düşüp düşmeyeceğini yine bu azınlığın gücü belirleyecek. […] Vicdanın gücünün ve uluslararası ruhun yetersiz olduğu artık ispatlandı. Bugünlerde uygarlığın en tehlikeli düşmanlarıyla müzakere yapmayı hoş karşılayacak kadar zayıf düşmüş durumdalar. Bir insanlık suçu olan bu uzlaşma türü siyasi bir bilgelik sayılıyor.”
Einstein faşizmin dehşet saçtığı böylesi berbat zamanlarda bile yine de umudunu yitirmez. ‘İnsan olduğumuz için insanlıktan umudumuzu kesemeyiz,’ der. Mücadeleci, yılgınlık tanımayan insanların varlığı umudunu büyütür, içini ferahlatır, ona yaşama sevinci verir.