in ,

Minare

Öykü

Cumartesi sabahı sessizliği bozan şey yalnızca postal sesleri değil aynı zamanda marş niyetine söyledikleri o komik şarkıydı.

Cumartesi sabahı sessizliği bozan şey yalnızca postal sesleri değil aynı zamanda marş niyetine söyledikleri o komik şarkıydı. Tin tin tini mini hanım tin tin tin tin tini mini hanım seni seviyor canım seni istiyor canım. İki sokağı birbirine bağlayan yokuştan çıkarlarken hem sırıtıyor hem de söylemeye devam ediyorlardı.

Yeni yetme iki kız kardeş merakla balkona çıktılar. Askerler de düğmeye basılmış gibi başlarını yukarı kaldırdı. Muzipçe bakıştılar. Yıldız hanım seslendi;

“Kızlar! Üşüteceksiniz. Girin içeri çabuk!”

Dediğini yaptılar. Küçüğü hemen oyalanacak bir şeyler buldu. Abla ise o kadar aceleci değildi. Balkon kapısını kapadı ama pencereden askerleri izlemeye devam etti. Ona sırnaşan Boncuk’a aldırış etmeden odasına gitti. Şifonyerin aynasına yaklaşıp kaşlarına baktı. Yüzünü ekşitti. Arkadaşı Suat’ın kaşları alındığından beri kendisi de dâhil tüm kızlar annelerini bu konuda ikna etmeye çalışıyorlardı. Yıldız hanım; “Daha erken, yaşından büyük görünmenin âlemi yok! Her şeyin bir sırası var.” Diye geçiştirdi.

Hoş İş Bilgisi öğretmenleri Güler Hanım Suat’ı yerin dibine batırmış; “Evlenmeye pek heveslisin galiba!” diye kızı ağlatmıştı ya… O deli kadınla yüz göz olmak da akıl kârı değildi. Bu yıl bitsin, yazın kimseyi dinlemeyecek ilk iş şu kalın şeyleri aldırarak liseye yüzü gözü açılmış halde başlayacaktı.

Mutfaktan gelen kap kacak seslerine kapı zili karıştı. En küçükleri holde kediyle oynuyordu. Çığlık çığlığa; “Ben açacağım, ben açacağım! Kimse açmasın!” dedi ve kapıya asıldı.

Yine yüksek sesle; “Annee! Seni istiyorlar!” dedi. Şu kapı açma meselesi yüzünden bir anda tansiyon yükselebiliyor, bu görevi kimselere vermek istemiyordu oğlan.

Yıldız Hanım; “ Geldim geldim!” dedi. Ellerini kuruladı. Kapıda sıska iki oğlan bekliyordu. Yerde alet çantası, omuzlarında kablolar…

“Aaa! Televizyon için değil mi?”

“Evet. Televizyon için…”

“Buyrun buyurun! Salonda!”

Boncuk en başta… Evin hanımı onu hole kapatmak istese de söz dinler mi! O da sevinmelere sevinçli. Gençlerden biri televizyona önce bir adım geriden baktı, sonra bir insanın sırtını sıvazlar gibi arka mekanizmasını kontrol etti.

“Şimdi biz buna anten takacağız. Ayar yapacağız yenge! Amca, Türk Kanalları da çıksın dedi ama öyle bir şey olamaz. Ben ona da izah ettim. Henüz verici konmadı. Şimdilik yalnızca Yunan kanallarını izleyebileceksiniz. O da yapabilirsek tabii… Deneyeceğiz.”

“Tamam tamam! Siz başlayın! İnşallah olur!”

Çatıya çıkıldı. Biri aşağıda diğeri yukarıda… Dakikalar süren içeri girip çıkmalar, yukarı aşağı çıkışlar inişler ekranın karlı görüntüsü, nefesini tutan aile fertleri… Alt komşu Mary Hanım, üst komşu Raife Hanım bir koşu geliverdiler. Hayırlı olsun olmasına da nedir bu telaş? Henüz kimse taktırmadı. Anlar mısınız ki Yunancayı İngilizceyi neyi diye yorum yapmakla kalmayıp acı kahvelerini içmeden gitmediler.

Gençlerin ağırkanlı halleri iş çıkarmaya yetmiyor uzaktan seslenişler uzadıkça uzuyordu. Salondaki genç pencereden sarkıp çatıdakine;

“Biraz daha kaydır oğlum, olmadı!” dedi. Oğlanın bakışları genç kıza takıldı. Yıldız hanım bir an için bilerek işi uzattıkları duygusuna kapıldı. Saçlarını parmağına dolayarak göz süzen kızını bir bahaneyle mutfağa yolladı. Bu iş bu sefer olmayacak diye düşündükleri sırada “Durun!” dedi birisi. Yıldız Hanım o kadar heyecanlanmıştı ki. “ Bir direk göründü. Sanırım oluyor!” dedi. Nerdeyse alkışlayacak oldular tutmasalar kendilerini.

Direğe benzeyen karaltı eğrilip durdu. Zemindeki karlanma değişmedi. Umutlar azalıyordu. Genç arkadaşını yönlendirmeye devam etti.

“Yenge dur hele! Hasiiip! Oğlum, az beri getirsene yaaa! Neden dinlemiyorsun beni!”

Yıldız hanım ergen sesli delikanlıya;

“Oğlum! Sakın bu görüntü bizim sokağın diğer yanındaki caminin minaresi yüzünden olmasın! Bence bu o! Engelliyor. Yüksek ya!”

Çocuk o anda salona giren Yıldız hanımın kızına dönerek soruyu o sormuş gibi cevapladı.

“ Valla ne desem bilmiyorum! Olabilir de… Çünkü dediğiniz gibi minare yüksek.”

“Allah Allah bunu hesaplamıyorlar mı ki!”

Evin kızı ilk kez söze karıştı.

“Ya ne diyorsunuz? Böyle saçma şey mi olur? Bu teknolojik bir şey! Yok, cami, yok minare! Daha neler!”

Çocuk da zıvanadan çıktı;

“Hasiiiip!”

“Ne vaar?”

“Gel çabuk! Ben çıkıcım yukarı!”

Ekranda esmer güzeli bir spiker görünene kadar sürdü huzursuzluk. “Kalispera!” dediğinde ise sevinç çığlıkları dışarı taştı. Büyülü bir sessizlikle dinlenen haberler bitti. Çizgi film büyük küçük herkesin ilgisini topladı. En çok da Miki Mouse’u gören Boncuğun. Televizyonun üzerine hırlayarak atladı. Fareyi yakalamaya kararlıydı. Yıldız Hanımın uyarıları kâr etmedi. Kedicik hırlıyor, avını yakalayamadıkça daha çok sinirleniyordu. Bir el hayvanı ensesinden yakaladı. Antenci kediyi yere bırakmadan önce evin kızına bakmayı unutmadı. Genç kız dudağını büktü, yemek odasına doğru omuz silkerek ilerledi.

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Digitales Reisemagazin auf Erfolgskurs

Tibet en hızlı trenine kavuştu