in ,

Pencere

Öykü

“Hayır, anne ya! Şu sineği bir gebertsem fena olmayacak!”

Yatağından isteksizce kalktı Necati. Asık yüzü, uyuşuk adımlarıyla son derece bezgin görünüyordu. Salondaki geniş pencerenin önünde durdu. Güneş, usulca yükseliyordu. Koca bir sinek önce dudağına sonra kulağına yapıştı. Defetmek kolay değil. Vazgeçmiyordu “Uçan Kara”. O anda birkaç bulut geçti şehrin üzerinden. Canını sırf bu yüzden sıkacaktı ki, güneş yeniden başladı ışımaya. Fransızlardan kalma Ordu Evine gitti gözleri. Dört bir yanı çam ağaçlarıyla sarılıydı bina.

Habîbî Neccâr dağından esen rüzgârla çam ağaçlarının yaprakları sallandı. Kuş sürüleri geçti önünden. Ölgün bedeni dirilmeye başlamıştı. Tam o anda kedi mırıltısına benzer bir ses duyuldu. Koridor loşluğunda annesi eğrilip büğrülerek geliyordu. Seniha hanımın kısa öksürüğüne sığınan sözcükler bölük pörçük ulaştı.

“Günaydın yavrum! Uyandın mı?”

“Günaydın!”

“Bugün erkencisin bakıyorum. Beni yenmişsin.”

“Evet anne. Öyle oldu.”

“Ne yapalım? Kahvaltı öncesi sütlü kahve içer miyiz?”

“Nasıl istersen. Yardım edeyim mi?”

“A, yok. Daha o kadar yaşlanmadı anneniz, Necati.”

Genç adamın seyrek saçları dümdüzdü. Sağdan sola tarar, briyantinle düzeltmeden çıkmazdı dışarı. Başkalarını izlemekten bıkmaz, konuşulanları masal anlatılıyormuş gibi dinlerdi.

“Al bakalım!”

“Eline sağlık!”

“Afiyet olsun oğlusu!”

“Tamam tamam. Oğlusu demesen olmaz!”

“Hemen de daralır, hemen! Hayret bir şeysin yani! Sen benim kısa pantolonlu oğlumsun hâlâ.”

“Hıı! Seneye kırkını tamamlayacak mini bir oğlan. Ne şirin! Dimi ama!”

“Bugün hava güzel olacak galiba. Güneş nasıl da parlıyor!”

“Gözün aydın!”

“Neco!”

“Evett!”

“Aşağı bak bir!”

“Ne olmuş aşağıya?”

“Çöpleri karıştırıyor biri.”

“Yine mi?”

“Evet. Ay ne iğrenç! Dur bakayım! Yoksa bu…”

“Yoksa ne anne?”

“Kadını diyorum. Kadın bana pek tanıdık geliyor.”

“Yüzünü göremiyorum. Dönebilse, belki.”

“Ay! Neco! İnanmıyorum. Bu o!”

“Kim anne! Kime benzettin gene milleti.”

“!!!!”

“Of! Of! İlla kaldıracaksın beni yerimden. Al, bakıyorum işte ve BİNGOO! T-A-N-I-M-I-Y-O-R-U-M”

“İkbal’e benzettiydim amma sen yok diyorsan o başka.”

“Hangi İkbal? Yoksa şu bizim…”

“Başka ikbal tanıyormuşuz gibi… Âlemsin Neco.”

Necati ayağa kalktı. Tüm dikkati çöp bidonun orada duran kadındaydı şimdi.

“Ya! Galiba dediğin doğru… Bu kadar benzerlik olamaz. Aşağı inip yardım etsem mi acaba? Ne arıyor? Ne kaybetmiş ki orada? İniyorum aşağı.”

“Sakın!”

“N’oluyor yahu! Bakıp geleceğim yalnızca!”

“Dur, oğlum dur biraz!”

“!!!”

“Sen onu eski İkbal mi sandın? Aklı gelip gidiyor zavallının. Vah ki ne vah!”

“Öyle mi! Bilmiyordum. Bak şimdi üzdün beni işte!”

Yüzünün rengi attı Necati’nin. Genç kadını her gördüğünde zamanın nasıl durduğunu anımsadı.

“Nerden başlasam bilemiyorum. Önceleri oto yedek parçası satan alık salık bir oğlana verdilerdi onu. Hiç istememişti çocuğu oysa. Her yanaştığında oğlan basmış yaygarayı. Göndermişler yavruyu evine. Kız oğlan kız! Ailesi kilit vurmuş üzerine. Yeniden iade etmişler kızı eblehe. O gün kıza abanan koca emeline ulaşır ulaşmaz palazlanmış iyicene. Gebe olduğunu öğrendiği gün bile itip kakmış onu.”

“Ben de mahallemizin gençleri de hayrandık ona.”

“Kocasından ne köy ne kasaba olamayacağını anlamış bizimki. Kürtaj yapmış gizlice.”

“ Neredeydim ki ben o zamanlar?”

“Bunu öğrenen koca bizimkini paket edip koymuş evlerinin önüne.”

“Ben de eşekliğime yanıyorum. Nasıl da elimden kaçmasına izin vermişim böyle.”

“Ay, saçmalama ayol! Ne alakası var canım! İyi saatler olsun çocuk! Senden çok büyük o! Bir hoşsun valla!”

“Ailesi de onu eve almayınca… Ver elini İstanbul!”

“Kötü yola düştü deme sakın!”

“Başkası olsa düşerdi. Ama o bir işe girmeyi başarmış. Nasıl dersen o kısmı bilmiyorum.”

“İyi. Sevindim.”

“Dur, daha bitmedi. Ne yaşantılar var değil mi Neco? Şükredip oturalım.”

“Bizimkine mi?”

“Nesi varmış hayatımızın? Şuna bak sen!”

“Her neyse! Sadede gel, boş ver şimdi bizi mizi!”

“Beyrutlu bir iş adamıyla tanışmış orada. Adı… Fuat! Evet, Fuat’tı sanırım. Evlenip gitmişler Lübnan’a.”

“Vayy!”

“Fuat beyimiz çok kıskançmış. Hastalık derecesinde… Misal; bir lokantaya gitseler İkbal’i duvara doğru oturtur, aklı sıra başka erkeklerin ona bakmalarına mani olurmuş.”

“Daha neler?”

Necati bir yandan annesini dinliyor bir yandan da kadının hareketlerini kaçırmadan izliyordu.

“Derken efendim, kadın kendine uğraş bulmuş olsa da, çocuklarının sorunlarıyla ilgilense de günün birinde canına tak etmiş.”

“Ee, sonra!”

Seniha Hanım, konuşacak gibi oldu. Hiçbir şey demedi. Ayağa kalktı ve büfeye doğru gitti. Elindeki kutuyu uzatarak;

“Çikolata yer misin?” diye sordu.

“Yo! Daha kahvaltı etmedik ki anne! Sen de yeme bence! Hadi bırak onu da anlat gerisini!”

Azarlanmış bir çocuk gibiydi önce yüzünü ekşitti sonra devam etti anlatmaya.

“Evlilikleri çekilmez olur anlayacağın.”

“İyi de çöpü neden karıştırıyor? Değil mi?”

Uzun zamandır böyle laflayamamışlardı. Oğlunun onu dinlemesinden memnundu.

“Evlerine neredeyse her gün konul olan bir kadından bahsettiler. Terapist miymiş ne zıkkımsa. Belki yalan söylemiştir kadına. İkbal’i sindirmek, onu tek başına memleketine göndermek için yapmadıkları kalmamış. Ay insanın tüyleri diken diken oluyor, valla! Hâlâ orada değil mi Neco?”

“Evet anne! Aramaya devam galiba! Aptalın tekiymiş adam.”

“Bir şey mi dedin sen?”

“Hayır, anne ya! Şu sineği bir gebertsem fena olmayacak!”

“Tamam. Terapist kadınla ilişkisini fark edince İkbal altüst olmuş. Çocuklarını alıkoymuş adam. Onlarsız dönmek istememiş buralara bizimki. Kocası tüm eşyalarını sokağa atmış. Hatta yakmış diyorlar. Ben başkasının yalancısıyım işte. Amaaan, Üstündekilerle, dönmüş işte.”

“Hımmm. Yazık! Çok yazık!”

“Evet canım. Elbette yazık!”

Necati bir şeyler daha söyleyecekti ki “Uçan Belâ”’sı önce burnuna sonra cama kondu. Tam sırasıydı. Gazeteyi kaptığı gibi sineğe yapıştırdı. Sehpa devrildi, ayağı takıldı. Sendeleyerek cama çarptı. Hem ıskalamış hem de canı yanmıştı. Seniha Hanım boğazına takılan telaşlı ve titrek bir sesle söylendi;

“Ne oluyor be oğlum! Ödümü kopardın! İyi misin?”

Gürültüyü duyan İkbal onları gördü. Necati, suçüstü yakalanmış gibi baktı. Perdenin arkasına gizlendi. O an, sokağı sarsan, hantal bir aracın kulak tırmalayıcı sesi duyuldu. Toz bulutları dağıldıktan sonra genç bir adamın İkbal’le konuştuğunu gördüler. Kadının ellerini çöp bidonundan şefkatle kaldıran bu delikanlı da kimdi? Ya güzel kadının gözlerindeki o minnet? Gencin yaklaşımı… Kadını önceden tanıyor gibiydi. Başları birbirlerine dayalı, ağır adımlarla gözden kayboldular. Seniha Hanım mutfağa doğru yürüdü. Necati pencereyi sonuna kadar açtı. Hanım elleri öyle güzel kokuyordu ki…

Haziran, 2014

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Deutsche mit Qualität der Internetverbindung weniger zufrieden als der EU-Durchschnitt

800 Millionen Euro an die Mitgliedstaaten