“ Her ne kadar anılar geri dönülemeyecek yaşantılar olsa da, bazen insanın yaşadığı bu yerlere tekrar dönmesi olasıdır… “
Ve nihayet kırk iki senedir yaşadığım kentten, sekiz aydır ayrı ve uzak düştüğüm, gençliğim, yoksunluğum, yoksulluğumun geçtiği değişip – dönüştüğüm evrensel bir kompozisyon çerçevesinde gelişmeye çalıştığım ilçeye “ Narlıdere “ ‘ ye tekrar geri dönüyorum.Anne ve babamın sesi duvarların her yerine dağılıp torunlarına seslendiği o yumuşak sesleri zihnimin bir köşesinde canlı duruyor.“ Yaşanmışlık çocukluktan daha yakın “ Bu cümleyi çokta haklı kılan anne ve babamın da yattığı bu ebedi topraklara ailecek geri dönüyoruz. Güzellik kavramı birbirine benzeyen varlıklara ait değildir. Farklı varlıklara özgü, karşıtlıklardan geldiğini yıllar içerisinde yaşam bizlere öğretiyor. Mesela bir çiçeği dikensiz düşünemeyiz. Bir zürafanın boynu neden bu kadar uzun, bir filin onlarca ton ağırlığa sahip olduğunu – her güce rağmen, bir yere düşerken kalkmasını bile beceremeyen büyük cüsseli bir hayvan… Tetikte bekleyen avcılara karşı ceylanın her an koşmaya hazır oluşları, bir atın kuşamdan ziyade insanı cebeden koşuşudur eyeri değil. Zar kanatlılar familyasında karıncaların küçücük oluşları, onların bir araya gelmeleri, yaşamı el birliğiyle yeniden örmeleri, biz iki ayaklı canlılara bir ders örneğidir. Bizlere farklı güzelliklerin çağrışımını ve karşıtlıklarını ele veriyor. İnsan bazen bir çay içimi mesafesinden, çok daha uzaklara gitmek ister. Bir Gerekçemiz her zaman vardı, ya yakınlarına küsmek, kızın veya oğlun için ya da artık yaşadığın yerlerde oksijensiz kalmak çıkma gerekçemiz olurdu, öyleyse herkesin yararına olan başka bir yerlere gitmek en iyisidir eylemine uyarız. Yeni yerler – yeni yaşamlar tanımak seçeneği bu durumlarda, biz insanlar için her zaman öne çıkar. Ve sevmeye kaldığımız yerden tekrar devam ederiz…
Bir yerden başka bir yere taşınmak düşüncesinin bendeki ana fikri, yeni yaşamlar tanıma aidiyetinin yanında, hayat minik darbelerle insanın canını acıtsa da, bir şeye karşı gelmekte insanı yaşatır, düşüncesinin zihnimde yer bulmasıydı. Ve bu düşünceyi yavaş – yavaş kabullenmeye başladım. “ Bir anlamıyla da kendini yok saymak, şimdiki zamanı yitirmektir. “ Oysa bütün bir yaşanmışlıktı, o köşede, saksıda öylece boynu bükük duran gül ağacının yerini beğenmediğini görmemekte bir eksiklikti. Bizimle birlikte farklı hanelerde güneş görmeyen balkonlarda yerini beğenmiyordu, şimdi bunu daha iyi anlayabiliyorum, tıpkı ben gibi… Nihayet, çiçeğin yeniden öz savunmaya geçme isteğini, açılıp – saçılıp aniden sararmaya başladığını görebiliyordum, güeşsiz… Şu soruya çok cevap olmak isterdim, sadece geride kalan kalıcı pişmanlıklarımız bir daha olmasın diye. Ara sıra da olsa sevdiklerimizden dolayı kendi varlığımızdan soyunma gereğini hissederiz. Çünkü başka bir yerde de var olabiliriz. Bazen de rutin bir yaşamı kısıtlamak gerekiyor, farklı özgürlükleri daha iyi tanımamız için…
Sayısız tanımadığın yüzlerin dikkati üzerinde geziniyor. Ve sen o an, hiçbir şeyin insanları seyretmek kadar güzel bir duygu olmadığını duyumsarsın. Hani karşı çıplak dağların dibine bir serinlikte inmez, kendini öyle görürsün bu yeni taşındığın kasabada. Birdenbire pencereden içeri giren bir kelebek dokunuşu aydınlığın içeriye girdiğini hissedersin ve mutlu olursun…
02.02.2020: Başı ve sonu sıfırla biten bin yılda bir görebileceğimiz ilk ve son tarih olan bu günle atmış bir yaşıma giriyorum. Gün – ay ve yılın aynı güne rastlaşan bu tarih ‘ in ayrı bir özelliği vardı. Hem akılda kalıcı hem de tersi ve düzden okunuşunda aynı olmasına denk gelen, bu tarihin yeni bir yıla giriş yapan bütün evren için, bu yılın iyi geçmesi dileklerimi, doğum günümle birlikte birleştirip kutladık ailecek. Üç binlerde böyle bir somut gerçekliğin olması mümkün değil. Dünya tarihinde bir daha bu günün aynı gün ay ve yılla denk gelmeyeceğimize göre, bu tarih biraz da olsa metafizik cazibesini koruyor. Yeni bir seneye girme heyecanı bütün dünya ülkelerinde kültürleri gereği kutlanıp iki bin yirmi yılına girilmişti. 02. 02. 2020 tarihi kimi insanlar tarafında uğurlu sayılan dört tane sıfır ve dört tane ikinin bir araya gelmesi bekli de bir şansın ya da şansızlığın tarihte birkaç kez olsa da insanoğlunun başına geldiği, küresel bir salgının gelebilme olasılığı henüz hafızamızda yeri yoktu. Bu tarihte aynı kentte toplu evlenen insanlar mı dersiniz, sürpriz bir şekilde nişanlanma ve evlenme teklifi alan insanların var olduğunu da biliyoruz. Artık bu da güzel günlerin yaklaştığı anlamına gelmiyordu. Ocak ayının ilk başlangıç günlerinde, Çin ‘ in Wuhan kentinde henüz dünyanın başka ülkelerine giriş yapmayan, küresel salgının acı çığlıkları henüz kulaklarımıza çalınmamıştı. Her ülke kendi somut koşullarının belirlediği bir yönetme şekliyle ya daha totaliter ya da batı tarzı bir demokrasi anlayışıyla halklarını yönetiyorlardı…
İnsan aynı toprak parçası üzeride uzun süredir oturuyorsa, o yaşadığı yerlerden ayrılması hiçte kolay olmaz. Ailecek sofranın başında oturuyorlardı, birden bire sessizliği Şeker ‘ in eşi Serin hanım bozdu. Ben bugünden sonra burada yaşamak istemiyorum. İzmir ‘ in farklı bir ilçesi olan Seferihisar ‘ a kiracı olarak taşınmak istiyorum. İşte benim son sözüm budur, ister bizimle beraber gelirsin, istersen gelmezsin o artık senin bileceğin bir iştir, dedi ve taşı gediğine bırakıverdi. Şeker bu konuşmanın sonunda ne cevap vereceğini düşünüp düşünmeme aralığında sessizliğini korumaya çalıştı. Ve Şeker o an ne diyeceğini düşünemedi, boğazına lokmalar dizildi öylece suskunluğa boğuldu. Şeker ‘ in farkında olduğu bir şey vardı, Serin Hanım bütün çocuklarından başka bir yere ev taşıma onayını almıştı. Günlerdir Şeker bu taşınma fikrinden oldukça rahatsız olmuştu. İçi içini kemirse de, gençliği, anne babası ve sevdikleriyle birlikte geçirdiği senelerin ortak bir sofraya konulan emeğin çabaları, gözlerinden gözyaşı damlası olarak dökülüveriyordu. Üç tane kızımda bu anne – baba yadigârı evde gözlerini dünyaya açmışlardı. Anne ve babamın torun sevgisiyle çocuklarımın yıllarla orantılı bizimle birlikte nasıl büyüdüklerini yıllar sonrada anlamayacaktım. Sanki hepsi benim gözümde şu an oldukları yaşta, yalnız şimdiki halleri aklımda kalmıştı. Şeker ‘ in içsel dünyası henüz bu taşınma düşüncesine bir türlü alışamıyordu. Mart ayının henüz kapıdan baktırmadığı yumuşak mı yumuşak sıcak günler birbirine eklemleniyordu. Her şey bir tarafa en az küçük bir kütüphane raflarını dolduracak kadar kitapları nasıl yerleştireceğini, siyah beyaz bir film karesindeki zengin – fakir çocuk ikilemi arasında nasıl bir çözüm bulabileceğini düşünmeye başladı. Şeker akşama doğru eve geldi. Havaların sıcak olmasına rağmen, henüz evde soba kaldırılmamıştı ne olur ne olmaz diye. Soba ateşinin üstünde kaynayan sıcak suyla çay demlemeye seviyordum. O fokurdayan demlik sesi eşliğinde artık kitap okumalarına, bıraktığı yerden başlamak içinden gelmemeye başladı. Bu aylarda yazması için ona yakın konu başlıklı deneme yazılarının bir birkaç tanesini yazmıştı. “ Müzik ve Edebiyat – Çocukluk ve Yazı – İmge ve Günlük Hayat – Yazılarda Biz İnsanlar Gibi Göçer mi? Yaşadığımız Şehrin Yazılarımıza Yansımaları vb…” İster istemez, geri kalanını ise yeni yerleşeceği kasaba ve evde istemeyerek olsa da yazmaya karar verdi…
Sevgini: Kent meydanında sessizlik içinde yemlenen güvercinlere ve yaşadığın kentin sokaklarına cömertçe serpiştir…
İnsanın iyi kalpli olanı, rengi ve değeri hiç değişmeyen bir kum tanesine benzer. Uzun yıllar geçse de, insan olmanın erdemlerinden hiçbir şey kaybetmez. Her ne kadar bizlerinde akıl heybesinin bir köşesinde taşıdığımız kırgınlıklarımız var olsa da şeffaf olabiliriz. Konuşamadığımız bir dilde olsa, farklı bir yere birkaç dille yürümenin asla hiç kimseye bir zararı olmaz…
07.04.2020 tarihinde Perşembe günü İzmir ‘ in sakin kasabası olarak bilinen Seferihisar ‘ a taşınma tarihimiz artık netleşmişti. Ve aynı günün tarihinde anlaştığımız evden eve nakliyat aracı bütün ev malzemelerimizi sarıp sarmalayıp – paketleyerek taşımaya başladılar. Yakın komşuların ise kapıya nakliyat aracının yanaşmasıyla henüz taşınmamızdan yeni haberdar olmuşlardı. Ondan sonraki süreç kırk iki senenin duygudaşlığı ve kapı komşuluğu arasında hepimizin nemli ıslak gözleri aralığında bu bağ daha da perçinleşti. Her sabah güneş gibi kesintisiz birbirini gören komşuların, bir daha görüşmek üzere vedalaşmaları eğer müzikle birlikte harmanlansaydı bu an, bir film sahnesinden daha da gerçekçiydi. Son bir kez evime baktım. Gözlerimle evimin odalarından tek – tek gezindim balkonda soluklanıp çatısına kadar olduğum yerden baka kaldım merdiven basamaklarından bir – bir inerken. Yağmurlu bir havada bizi çepeçevre saran sevdiklerimizin, bu açılıp kapanan sevgi çemberinden adım – adım uzaklaşacaktım… Kendi içimde sessizce hıçkırıklara boğulmadan gözlerimden usul – usul gözyaşları dökülüverdi. Benimle İzmir Körfezi arasındaki bağ çok eskilere dayanan bir arkadaşlıktı, gece uçamayan martılarınkine benzer bir yaşam sürmüştüm, gözlerimizle birbirimize vedalaştık, her fırsatta tekrar gelebileceğimin sözünü verdim. Mahalleden ayrılmak oldukça zor gelmişti özellikle gönülsüz olarak taşınma düşüncesine müdahil olan benim durumun hüsranlardaydı. “ Fadik ablanın bir yakarışı beni daha da hüzünlendirdi. “ Benim oğlumda başka bir yere taşında ama sizin buradan taşınmanız inanın ki yüreğimi dağladı. “ Sözleri her tekerlek darbesiyle hafızamda dönenip durdu kara asfalta hız alan otomobilin kilometre yapmasıyla, bende yavaş – yavaş uzaklaşıyordum anne – babam ve gençliğimden. Bağıra çağıra, hıçkırıklar arasında bir yıl sonra tekrar kendi evime taşınacağım cümlesi gözyaşlarımla birlikte ağzımdan dökülüverdi. “ Maalesef Şeker ‘ in Narlıdere ‘ ye taşınması kendi evine taşınması anlamına gelmiyordu. Bu kez güneşin doğuşunu arkasına alarak, farklı bir mahallede kiralık bir eve taşınmışlardı.
“ Olsun, küçücük bir adam ama adım. Her şeyin bittiği bir noktada insan uyumalı…”
“ Hiç bir söz dağarı, insandan başka, insana çare ya da umut olamaz. Eziyet yüklü bu yeryüzü tarihinde… “
Ali Şeker