Kürt sorunu çözülmedikçe çetelerin, uyuşturucu kaçakçılarının devletle ortaklığının önüne geçilmeyeceğini belirten gazeteci Celal Başlangıç, “Bütün bölgeye yayılan askeri operasyonlar için daha çok çeteye ve uyuşturucu parasına ihtiyaç duyacaklar” dedi.
Devletin bünyesindeki çetelerden birinin reisliğini yaparken iktidar içi rant çatışmasından dolayı Türkiye’yi terk eden Sedat Peker’in son açıklamaları, devletin ve işlettiği çarkın kirliliği bir kez daha gündeme geldi. Peki 90’lı yıllardan farklı devlet-mafya ilişkisi farklı bir profil mi çiziyor? Kürt halkına karşı yürütülen savaş, bu devlet-mafya ilişkisinin neresinde duruyor? Bu konuyla bağlantılı soruları, 90’lı yıllarda Kürdistan’daki kirli savaşı yakından izleyen; gördüklerini “Korku Tapınağı” ve “Kanlı Bilmece” gibi kitaplarda anlatan gazeteci Celal Başlangıç’a yönelttik.
Öncelikli olarak Sedat Peker’in açıklamalarından başlayalım. Devlet-mafya ilişkisini deşifre eden bu anlatımlar, aktarılan olaylar dizisi sizi şaşırttı mı?
Hiç şaşırtmadı, çünkü bu nerede duracağı belli olmayan bir kavgaydı ve nitekim başlamış oldu. Aslında yaşanan iktidarın da dahil olduğu bir mafya savaşı. Özellikle ülkücü mafya lideri Alaattin Çakıcı için Devlet Bahçeli’nin 2018’den bu yana süren ısrarının ardından bir tür “Çakıcı affı”yla dışarı çıkarılması Türkiye’de mafyanın el değiştirdiğinin somut kanıtıydı. Ardından Sedat Peker “eğitimimi tamamlayacağım” gibi uyduruk bir gerekçeyle yurt dışına çıkartıldı ya da çıkmak zorunda kaldı. Belli ki birileri Sedat Peker’e güvence vermişti, yani “Sen git, 2018 yılının Nisan ayına kadar yurt dışında dolaş, biz ortalığı temizleyelim, öyle gel” demişlerdi fakat anlaşılıyor ki; Sedat Peker’e verilen sözler tutulmamış. Bir eliyle bozkurt, diğer eliyle Rabia işareti yapan Sedat Peker daha çok AKP’ye çalışan bir suç örgütü lideri konumundaydı.
Zaten anlatımlarında da anlaşıldığı kadarıyla AKP ayak işlerini ona yaptırmış…
Tabii tabii, AKP’yi destekleyen mitingler yaptı, akademisyenlerin kanlarında duş yapmaya kalktı falan. Baya AKP’ye bir destek verdi, sokak desteği de verdi. Ancak belli ki özellikle AKP ihalelerden, arazilerin arsaya çevrilmesinden doğan rantını alma işini MHP’ye yaptırmaya, MHP’ye devretmeye kalktı ve bu operasyon gerçekleşti. Artık hakkaniyet ölçüsünde olmayan ama bir biçimde kanuna uydurulan ihale yolsuzlukları, rant yolsuzlukları AKP’nin üzerinde kaldı, yeraltı dünyası istedi diye de MHP’nin üzerinde kaldı. Şu anda yaşanan tablo budur.
Yeniden ortaya saçılan devlet-mafya ilişkileri, ‘Susurluk’a benzetiliyor. 90’lı yılları iyi bilen ve yakından takip eden bir gazeteci olarak bu dönemin ‘Susurluk’a benzeşen ve farklılaşan yönlerdir nelerdir?
Susurluk’ta karşımıza çıkan, Kürt sorununun çözülmemesinden doğan bir tabloydu. Bir yerde ülkücü çete reisi, diğer tarafta Alevi polis şefi, diğer başta da Kürt bir korucu başı olan milletvekili yan yanaydı. Bu yılların 90’lı yıllarla en temel farkı şu; o yıllarda devlet bir tür çetelerle iş birliği yaparak Kürt sorununu çözmeye kalkıyordu ama patronaj devletteydi. Bunlar en fazla komisyon alır konumundaydı, yani tuttukları baldan dolayı parmaklarını yalar durumundaydı. Şimdi 2020’lere geldiğimizde bu çetelerin devletten avanta aldıklarını, devlete daha fazla yerleştiklerini görüyoruz. Maaşla çalıştırdıkları kendi çeteleri oldukları için bölgede de bunlara artık ihtiyaç kalmamış, başka yöntemlerle çözüyor işlerini. Bunun üzerine bunlar da gelip Türkiye’nin göbeğinde devletle iş yürütmeye başlamış. Hatta en son vardığı yer şu; bir polis şefiyle hem de adalet ve içişleri eski bakanıyla bir suç örgütü liderini aynı marinada buluşturacak düzeye gelmiş bu devletin yapısı.
İktidarın uyuşturucu ticaretine bulaşması da yine 90’lı yıllara benzeyen bir başka nokta olarak öne çıkıyor. O dönemde de dönemin DYP’si bu ticaretin odağındaydı. Peki şimdi uyuşturucu ticareti devlet-mafya ilişkisinin neresinde duruyor?
Bildiğim kadarıyla 90’lı yıllardaki uyuşturucu ticareti ağırlıklı olarak devletin kaçak yollarla silah alımında kaynak yaratma amacıyla yapılıyordu. Tabii buna ortak olan suç örgütleri de kendi komisyonlarını alıyordu. Şimdi görünen o ki; artık devletle beraber kendilerine çalışan suç örgütleri oluşmuş ve bunlar devletin kritik noktalarına kadar gelmiş. Özellikle kokain trafiği Türkiye üzerine kaymış görünüyor. Zaten Kolombiya ve Panama’da yakalanan kokainlerden de bunu anlıyoruz. Çok ilginç ki bu malların varacağı limanlarda AKP iktidarı bir biçimde hakim olmuş.
Kolombiya’dan İzmir’e; Panama’dan Mersin’e kokainlerin gideceği limanlar ve adresler belli. Şu ana kadar bu adreslerin neler olduğunu, kimler olduğunu öğrenemedik. Nereye kadar öğrendik, İzmir’de bir kimya fabrikasına giden bir malmış. Bildiğimiz kadarıyla devletin bu konuyla ilgili yaptığı bir operasyon da yok. Düşünün; Kolombiya Devlet Bakanı açıkladı, bu malların Türkiye’de hangi limana gideceğini ama Türkiye’de herhangi bir girişim şu ana kadar olmadı.
Kürtlere yönelik gerçekleşen cinayet ve katliamları, parti ile gazete binalarının bombalanmasını kast ederek “90’larda bin operasyon yaptık” diyen Mehmet Ağar isminin bu yapılanma için gündeme gelmesini nereye koyuyorsunuz?
Öncelikle şunu kabul etmek lazım, şu laf doğruymuş; devletin devamlılığı esasmış. Bu anlamda 90’lı yılların devamında da 2000’li yılların devamında da sürdürülen bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız. Özellikle ‘Hizmet Hareketi’ ile ittifakı parçalandıktan sonra AKP’nin Ergenekon çete devletine teslim olduğu söz konusuydu. Bütün her şeyiyle Ergenekon çete devleti yapıyor, demiyorum fakat Saray iktidarının kurduğu çarpık ilişki, yasa dışı çeteleşmiş bir devlet yapısını ortaya çıkardı.
Sizce Peker’in anlatımları ve gün yüzüne çıkan skandalların ucu daha nereye kadar gider? Anlatılanlar buz dağının görünen yüzü mü?
Türkiye, Kürt sorununu çözmediği sürece bunun nere kadar gideceğini kestirmek çok zor. Bu sorun çözülene kadar gidecek, bu kesin, niye kesin? Esas bu mafya yapılanması, devlete hakim olması ve devletin içinde tırmanması, devletten komisyon alırken, devletin ortağı haline dönüşmesinin en temel nedeni şuydu; Türkiye’de de oluşturulan kontrgerilla-Gladio, sosyalist sistemin çökmesiyle beraber bütün NATO ülkelerinde kısmi olarak tasfiye edilip küçük hale getirilirken, bu bir tek Türkiye’de yapılmadı. Çünkü sosyalist sistem çökerken Türkiye’de Kürt meselesi yeniden tırmanışa geçti, Gladio’yu, kontrgerilla ve mafyayı Kürt sorununa karşı kullandılar. Şu anda mafyanın devletle ortaklığı Kürt meselesinin 1980’li yıllardaki yeniden başlangıç noktasına kadar gitmektedir. Kürt sorunu çözülmedikçe bu çetelerin, bu uyuşturucu kaçakçılarının, bunların devletle ortaklığının önüne geçmek mümkün değildir. Kürt sorunu çözülmedikçe ekonomik sorunlar da çözülmez, ülkeye demokrasi de gelmez, devlet içindeki çeteleşmeler de çözülmez.
Öyle görünüyor ki sadece Türkiye’nin sınırları içinde değil, Kürdistan’ın diğer parçalarında da yürütülen bu savaş politikası sürdükçe mafya-çete yapılanmaları da olacak?
Evet, hatta bu yapılara daha çok da ihtiyaç var. 90’lı yıllarda Türkiye en fazla Irak Kürdistan’ında sınır ötesi operasyon yapardı, o bölgede sınırlı kilometreyle girer-çıkardı. 2020’li yıllara geldiğimizde durum çok daha farklı, bir yandan Irak Kürdistan’ın daha derinlerine girip 30’dan fazla askeri üsler kurmak zorunda, diğer taraftan da Suriye’de savaşmak zorunda kaldı. Bütün bu bölgeye yayılan askeri operasyonların temel nedeni ise Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt fobisi. Yayılan bir hat çiziliyor, bu hatta da daha çok çetelere, uyuşturucu parasına ihtiyaç duyulacaktır.
ANF