in ,

Geçmiş, Şimdi ve Gelecek

Deneme:

“ Geçmiş ve bugün arasındaki yaşadığın bütün günler senindir.”

Çünkü etrafımızı saran bu olumsuzluk gücün ta kendisi, kent meydanlarının sokak çocukları dediğimiz güvercinler kadar zararsız değildi…”

Çocukluğunda ilk kez duyduğun bir türküyü hatırla. O türküleri yalnız başınayken yüksek sesle söylemeye başladığın günlere dön. Bildiğimiz bir şey var, yüksek sesle bağıra – çağıra okuduğumuz herhangi bir türküyü ya da bir ezginin sözleri daha çabuk zihnimize kazınır. Senin de çocukluğunun bir türküsü olmalı, mırıldanıp halaya durduğun bir türkü olmalı yedili – sekizli yaşların. “ Geçmiş ve bugün arasındaki yaşadığın bütün günler senindir.” Hem de ara sıra gülüşüp ağlaştığın anadilde halaya durmalısın çocuk. Geçmişin bütün bir tarihi gözlerinin önünden şimdiki zamana akmalı. “ Dîko – dîko lace kerge / bê ma şîme merg derge / Ez çînena ti tapol yan zî xirom bike “ – Horoz – horoz tavuğun oğlu / gel gidelim uzun çayıra – ben biçeyim sen tırmık yap. “ Zihninde çocukluk günlerine gitmelisin. Daha çok toprakla barışık – toprağa gülümseyen gönül hanelerimizde yer bulan türküler o günlerde ağzımıza doluşurdu. Doğayı ve yaşamı bir bütünsellik içinde gören çocuk türkülerin olduğu coğrafyalarda, türkülerin dilimize pelesenk olduğu çocuksu yıllarımızda vardı. Çocukken yüzdüğümüz dereler bugün ya kurumuş ya da yatak değiştirip bir baraj gölüne akıyorsa, bizlerin ütopyaları da yıllar içerisinde onca değişime ve dönüşüme uğramıştır. Orta yaşın iki yol sapağında olanlar bu hatıratı çok iyi hatırlayacaktır. Geçmişte toprak damlı haneler içinde dört – beş ya da on çocuklu aileler vardı. Hiç yüzümüzü ekşitmeden bir tas suya aynı dudaklar ve eller defalarca dokunurdu, içsel dünyamızda kötülük çağrıştıran hiçbir duyguya yer yoktu. Doğal toplumun son kuşakları olan hemen herkesin anımsadığı tırpanlı – oraklı, sapla – samanın harman yerlerinde ayrışarak su değirmenlerinde buğdayın öyküsünün ekmeğe dönüştüğü yıllardı. Köyün ortasında buluşma nişangâhımız olan oldukça büyük en az bir iki tane oturaklı taşımız vardı. Henüz ana dilinde konuşma dilini bile çözemeyen, yeni okula başlayan çocukların baba omuzlarında, kaç kilometrelik yolun omuz sıcaklığıyla yürünerek okullara doluştuğumuz yıllardı. Bilmediğimiz bir dilde zorunlu eğitim – öğretim yapıldığı doğal toplum izlerinin henüz silinmediği, burjuva demokrasisine tam anlamıyla kapı eşiklerinden giriş yapmadığı yılların mutluluğunu unutamayanların da çocukluğunun bir türküsü vardı. Çocukluğumda gördüğüm bir sabahı hatırlamalısın. Dere kenarlarında söğüt ağaçların kıvrık dalları göğe doğru uzanmazsa da zeytin ağaçları gibi.

Gökyüzünün barışa yazgılı olan avuç – avuç maviliği gözler içindi, beyaz güvercinler uçuşsun diye vardı üstümüzde. “ Ve çocukluğunun mırıldandığı bir türküsü olmalı, kendi harmanında gerdan kırıp, sapla samanı rüzgâra savuran, sapın bir tarafa tanelerin ise samandan ayrıldığı harman yerlerindeki ekmek yolculuğunu hiç kimse ellerimizden alamamıştı. Mayıs diğer adıyla tezek bildiğimiz, peribacalarını anımsatan yakacak yığınları arasında yaşıtımız çocuklarla saklambaç oynardık güle oynaya. Bu yaşanmış geçmiş, çocuksu düşlerimiz ellerimizde kaldı. Kasaba ve köylerin olmazsa olmazı o coğrafya insanıyla birlikte uyanıp birlikte kalkan kargalara, kavak ağaçlarının dümdüz uzunca dalları ev sahipliği yapardı. Kargaların çığlığı kusursuz işleyen satmışçasına her gün aynı saati gösteriyordu. Bugünlerde toprağa ayak basan, çocukluğunun bir türküsünü harman yerinde mırıldanan ne kadar insan kaldı çevremizde? Ve yaşadığımız geçmişi ellerimizden almak ne mümkün! Bu yaşadığımız geçmişi ne de geleceği hiç kimse ellerimizden alamaz.

Şimdi: Dün öbür gün yine sokağa çıkma kısıtlamasını ihlal eden kâğıt toplayıcılarına kesilen cezalar nedeniyle, vicdan ve adalet aralığında insani duyguları henüz körelmemiş insanlar sosyal medya üzerinden tepki vermeye başladı. Bu yaşananlar kabul edilebilir olmaktan çok uzak, keyfiyetçiliğin sadece apaçık belli kesimlere uygulandığı ve gün ortası ceza hukukunun nasıl pervasızca uyguladıklarını her an görmek olası bu ülkede…

İnsanın insana zulmünün bir sureti olup çıkmıştı şu an bu yaşadıklarımız.”

Almış başını gidiyor, bir lütuf gibi sunulan bu temel ihtiyaçları karşılamak belli bir noktadan sonra yalnızca kişiye biat ve itaat etmeyi öğretir bir türlü deneyimlemeyen tek başınalık… Şimdi her dakika yaşam bize bir şeyler daha öğretiyor. Evet, belki de şu an şimdiki zamanda yoksulluk, yoksunluk, yokluk içinde yaşamını idame ediyor olabilirsin. Gücün iktidarın yanında yanalında yüksek sesle ben yine de buradayım, her olumsuzluğa rağmen var olan iktidarı destekliyorum diyenlerin çok olduğunu biliyoruz. “ Olumlu anlamda tarihten bugüne değin insanoğlu insanlık değerleri için, öğrendiklerini yaşama geçirmişse bir anlam kazanabilmiştir.” Onurlu insanların en iyi bildiği iş, gücün yanında yer almadan bir toplumda insan olmanın kenarında köşesinde yer almanın haklı mücadelesini yaşıyor olmalarıydı. Ve belki de tek kazanımlarıydı. Demokrasi yelpazesinin içerisinde güç – iktidar, cemaat – cami – vakıf üçgeninde, bürokrasi – güvenlik, hukuk – sosyal ve kültürel alanların birbirini beslediği çoğunluğu esas alan bu absürt sandıklı demokrasi sistemi içerisinde, zor bela yaşam mücadelesi veren milyonlarca insan. Şimdi senin, benim ellimde olan umudu yoksulluğu ve bu yaşadıklarımızı da hiç kimse ellerimizden alamaz. Sessiz yığınların iradesini teslim ettiği bir sistemde, açız – biçareyiz, neden sonuç ilişkisinin sorgulamayanların, sebebi yine halk dediğimiz her gün devinim içerisinde olan bu toplumsal dinamiklerdir. Şimdi bu sömürü sisteminin sürüp gitmesine gerekçe olan olanak tanıyan en iyi işi yoksulluğu sorgulamayan ne serdengeçtiler vardı çevremizde. Bugün yine kent halkı yeni bir sabaha uyanacak, ödenmemiş ev faturalarına, yeni aşk sevmelerine ve düşlerine dalacak…

Aramak hareket etmek, nerede sorusunu sormakta düşünmektir, düşünmek bu kötü gidişatı değiştirmek anlamını da taşır, çocuk!

Genel anlamda toplumların geleceğini siyasi aktörler belirler. Bazen bu siyasi süreçler eğer yeni bir toplumsal mücadeleye yerini bırakmazsa, bu siyasi faşist atmosferler kimi coğrafyalarda elli veya yüz seneye varan bir zaman dilimine kadar oyun kurucu düşüncelere devam edebilir. Yetmez ama evetçilerin düşünce – ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazı olan, hasbelkader güçler ayrılığı yürütme – yasama – yargı eğer bir ülkede toplumsal farklılaşma yaratamıyorsa, o ülkede sandık demokrasisinden bile bahsetmek mümkün değil. Var olanı, olanaklar dâhilinde halkına göstermek sosyal – siyasal politikaları yalnız kendisi için değil de diğer farklı toplumsal dinamiklere de olanaklı hale getirmekte en azında toplumda adalet duygusunu biraz da olsa pekiştirir. Dün yine bir kâğıt toplayıcısına kesilen para cezasına içimiz burkularak lanetler okuduğumuz görüntülere sosyal medya üzerinden haberdar olduk. Artık bu kadar da olamaz dedirten olayların günbegün yaşandığı, ayrışmanın bu kadar çok bariz bir şekilde yapıldığını gözler önüne seren şimdiki yaşadığımız an…

Aslında kalkan o parmakların gölgesine sığınan milyonlarca yoksul insan vardı. El bebek gül bebek o soygun düzenine eklemlenen zincirinin yalnızca görünen birer halkalarıydı. Tek başına bir genç adam çokta pişkin iktidarın sözcülüğüne soyunarak cevap veriyor. Bir ben, bir bisikletim ve birde cep telefonum var çırılçıplak tek başına bir insanım… Şimdiki anı ve geçimini, yoksulluğunu var olan vakıflar ağı üzerinden sağladığının açık bir itirafıydı bu. Bu bize yalnızca mutlu hayatlar zincirinin sadece görünen bir boyutuydu, sormayan sorgulamayan yiyip – içen ve sıçan insan topluluklarının toptan bir cevabıydı bu serdengeçtilerin…

Geçmişi hiç kimse ellerimizden alamayacağına göre, geleceği de siz gelecek kuşakların ellerinden hiç kimse alamaz. Bu ister bir diktatör isterse tiran olsun, geleceği ellerinizden alamaz, çocuklar!

28.04.2021

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Zoll- und Mehrwertsteuerbefreiung

Academy Awards 2021