in ,

Okan Oruk: “Her şiirin bir hikayesi, her hikayenin bir şiiri olması gerektiğine inanıyorum.”

III. Hamburg Edebiyatçılar Buluşması

Okan Oruk

– Kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Kimsiniz neden edebiyatla uğraşıyorsunuz, böylesi buluşmalar gerekli midir?

– Ben Okan Oruk. Ankarada doğdum büyüdüm. 1998 yılında Almanya hayatım başladı. Şu an DB Fahrwegdienste GmbH da Serviceleiter olarak çalışmaktayım. Öğrenmenin ve gelişimin hayatımız boyunca gerekli olduğu inancıyla halen aktif olarak  Anadolu Üniversitesi Radyo ve Televizyon Programcılığı öğrencisiyim. Bu eğitimin bana farklı bakış açıları kazandıracağını düşünüyorum.


Edebiyatın her alanına sonsuz saygı duyuyorum. Fakat benim özellikli ilgi alanım Şiir ve Öykü. Şiiri kelimelerin mısralarla dansı, öyküyü ise sayfalarca yazılabilecek bir konuyu az ve öz bir yazı diliyle anlatım sanatı olarak tanımlayabilirim. Her şiirin bir hikayesi, her hikayenin bir şiiri olması gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden yaklaşık iki sene önce çıkardığım „Hayatın İncileri“ adlı Şiir/Öykü kitabımı bu inanç doğrultusunda yazdım. 

III. Hamburg Edebiyatçılar Buluşması

– III. Hamburg Edebiyatçılar Buluşması’na neden katıldınız, ne umdunuz, ne buldunuz? Genel bir değerlendirme yapar mısınız?

-Bu tür etkinliklerin bizler için çok faydalı olduğu inancındayım. Diğer yazar arkadaşların tecrübeleri, yazı sitilleri, katılımcı dostlarımızın yazılarımız hakkındaki düşünceleri, eleştirileri bizleri her seferinde bir adım ileri götürdüğünü düşünüyorum. Hem yazar hem okur için çok yapıcı gelişmeler. 

– Daha iyi nasıl olabilirdi, beğendiğiniz, beğenmediğiniz yanlar nelerdi?

– Bu etkinlikte bulunmak çok mutluluk verici. Birikimlerimizi edebiyatseverlerle paylaşmak, onlarla sohbet etmek çok keyifliydi ki burda katılımcı dostlarımıza ilgilerinden dolayı teşekkür etmek istiyorum. Umuyorum bu bilinçte yazar ve katılımcı dostlarımızla buna benzer bir çok etkinliğe imza atarız

– Bir dahaki buluşmada hangi konunun ele alınmasını isterdiniz? Neden?

– Devamındaki etkinliklerde Edebiyatın toplum üzerindeli etkisi, toplumun edebiyata bakışı, okumayı neden unuttuk gibi hem biz yazarları hem de toplumu ilgilendiren konuları ele almakta fayda görüyorum.

– Sunduğunuz öykü …

İNSAN  OLABİL(EME)MEK

Bu kadar zormuydu insan olabilmek? İnsan olmayı becerebilmek?  Diye geçirdi Tahsin içinden, masanın üstündeki gazetede küçük, küçücük Narinin haberine bakarken. İçi yandı, yüreği sızladı. Neredeyse insan olduğuna utandı. Nazım Hikmetin „Alt taraf bir çiçek toplayıp, bir hayvanın sahibi olup, birkaç insan tanıyıp, sevip gidecekti bu dünyadan. Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz. Vicdansızların, sapkınların, katillerin, nefretin, cehaletin ortasına düştük“ mısraları döküldü dilinden. Yanından geçen garson Muhsin: birşey mi istedin Tahsin abi ? diye seslendi.
Diyorum ki, elindeki gazeteyi göstererek; insan olmayı neden beceremiyoruz?
Gazeteye bakan Muhsin: haa evet abi yaa benim içim de çok yandı yavrucaza. Zaman kötü abi. Bu ilk değil sonda olmayacak. Allah yavrularımızı esirgesin böyle vicdansız, merhametsiz insanların gazabından. Dedi ve masadaki boş bardağı alıp işine devam etti. Gazeteyi kıvırıp koltuğunun altına sıkıştırdı Tahsin. Kalktı, yaşlıluğın da verdiği ağırlıkla küçük adımlarlarla çıktı kahvehaneden. Aklı hala okuduğu haberdeydi. Çok etkilenmişti bu vahim olaydan. Zira kendininde neredeyse aynı emsal bir torunu vardı. Zeynep. Ah gül yüzlüm, güzel yüzlüm diye geçirdi içinden. Fakat bahtı yüzü kadar güzel olmamıştı küçük Zeynebin. Daha 1,5 yaşındayken geçirdiği ateşli hastalık duyma yetisini almıştı elinden. Büyüdükçede duyma engelinden utanan, içine kapanık, çekingen bir çocuk olmuştu. Ya onun başına böyle bir olay gelseydi. Allahım! Allahım sen koru yavrularımızı diye dua etti sessizce. Tam o sırada acı bir fren sesiyle irkildi. Sesin geldiği tarafa çevirdi başını. Yolun ortasında küçücük, minicik bir kedi yavrusu son anda arabanın durmasıyla kurtulmuştu tekerin altında kalmaktan. O ihtiyar, ağır adam kendinden beklenilmeyecek  çeviklikle bir hamlede kaptı yavru kediciği yolun ortasından. Yavru kediyi ezmek üzere olan arabanın şöförü hiç bişey olmamış gibi yoluna devam etti. Arkasından sadece bakakaldı Tahsin. İşte bir vicdansız, merhamet yoksunu daha. Yavru kedicik titriyordu. Siyah patilerini Tahsinin ceketine geçirmişti korkudan. Bırakma beni der gibi. Tahsin: korkma miniğim, korkma. Tamam bırakmam seni dedi ama gözleride bir yandan minik kedinin annesini arıyordu. Ortalıklarda hiç kedi görünmüyordu. Onu sokağa tekrar bırakmaya gönlü el vermedi. Eve götürmeye karar vermiştiki aklına torunu Zeynep geldi. Yakında doğum günü vardı ona güzel bir hediye olur bu güzel kedicik diye düşündü. Yavru kediyi eve götürdü, temizledi, karnını doyurdu, güzel bir yatak yaptı ona. Zeynep çok sevinecekti bu hediyesine. Hem yalnızlığına da çare olurdu. Bir kaç gün evde onunla vakit geçirdikten sonra Zeynebin doğum günü gelmişti. Üzülüyordu Tahsin kedicikten ayrılacağına, alışmıştı. Ancak Zeynebin daha çok ihtiyacı vardı. Neredeyse hayata küsmüş bir çocuğa bundan daha güzel bir hediye olamaz diye düşündü. Aldı yavru kediciği ve yürüme mesafesindeki kızının ve torununun evine yürüdü. Kapının zilini çaldı. Kapıyı Zeynep açtı. Yavru kediyi görünce gözleri parladı Zeynebin. Sevinçli gözlerle dedesine baktı. Konuşabilseydi kimbilir neler diyecekti. Hemen kucağına aldı ve hızlıca içeri koştu. Daha dedesi doğum gününü bile kutlamamıştı ki odasına kapandı kedicikle beraber. Tahsin de çok sevindi bu olaya. Artık Zeynep yalnız olmacaktı. Konuşmadan da anlaşabileceği bir arkadaşı olmuştu. Bu sayede belki hayata daha çok tutunabilecekti Zeynep ki nitekim öyle oldu. Günler, haftalar geçiyor Zeynep her geçen gün üzerindeki yabaniliği, çekingenliği atıyordu. Daha çok arkadaşı olmuştu. Sokağa arada kedisiyle çıkıyor ve neredeyse her seferinde yeni çocuklarla arkadaş oluyordu. İnsanın insan olarak konuşarak anlaşabileceği fakat bir türlü doğru dürüst insan olmayı beceremediği bu dünyada yavru bir kedicik konuşmadan, konuşamadan başarmıştı. Büyüdüğünde Zeynep kedisine ve o zaman yanında olamasada Tahsin dedesine belkide minnettar kalacaktı.

What do you think?

2.9k Points
Upvote Downvote

BOĞAZİÇİ’NE EL EMEĞİ GÖZ NURU AFİŞ

Erstmals mit dem ICE von Berlin nach Paris: neue Direktverbindung vorgestellt