– Kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Kimsiniz neden edebiyatla uğraşıyorsunuz, böylesi buluşmalar gerekli midir?
Ben Derya Tüncel. 1980 İzmir doğumluyum. Yıldız Teknik Üniversitesi İstatistik Bölümü mezunuyum. Göç hayatım 15 sene önce eşimin işi nedeniyle Hamburg’a gelmemizle başladı. Türkiye’de de sivil toplum kuruluşları içerisinde gönüllü ve profesyonel çalışmalar yaptığım için Hamburg’a gelince de buradaki sivil toplum kurumlarının içerisine girdim. Dernek çatıları altında çocuklar, gençler ve kadınlar ile ilgili projelerin ve etkinliklerin yürütücüsü oldum. Hala iki derneğin yönetim kurulu üyesiyim. Yaklaşık 11 sene beyaz yakalı olarak finans alanında çalıştıktan sonra şu an, bir ay önce açtığım Lille Kinder adındaki çocuk kitabevi ile çocukların nitelikli Türkçe, Almanca ve İngilizce kitaplarla buluşmasına aracılık ediyorum. Satış için seçtiğim kitapların en büyük özelliği de tek tek okuyarak ve bir süzgeçten geçirerek raflardaki yerlerini alıyor olmaları. Kitap seçimi konusunda bilgi ve deneyimim çocuk ve gençlik edebiyatı üzerine senelerdir aldığım eğitimler ve katıldığım atölye çalışmalarından geliyor. Yayınevleri, yazarlar ve çizerler ile sıkı iletişimde olmak ve çocuk edebiyatı ile ilgili düzenlenen fuarlara, etkinliklere katılmak çocuklar için kitap seçerken yolumu aydınlatıyor ve işimin bir parçası.
İster çocuk ve gençlik edebiyatı olsun isterse yetişkin, edebiyat üzerine yapılan her türlü buluşmanın kişileri eski halinden bir adım ileriye götürdüğüne inanıyorum. Nasıl bir kitabı bitirdiğimizde biz artık o kitabı okumadan önceki kişi değilsek bu buluşmalar da bizi değiştiriyor ve dönüştürüyor. Aktif okur olmanın büyük gerekliliği edebiyat buluşmaları. Okumanın ve dolayısıyla yazma eyleminin de en büyük destekçisi, motivasyon kaynağı. Birlikte öğrenmek ve belli bir konu üzerine derinlemesine konuşmak çok değerli.
– III. Hamburg Edebiyatçılar Buluşması’na neden katıldınız, ne umdunuz, ne buldunuz? Genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Öncelikle edebiyatla ilgilenen, edebiyatın okur ya da yazar her hangi bir ucundan tutmuş kişilerle iletişim halinde olmanın bana değer kattığı fikri ve inancındayım. Bu nedenle bu grubun içerisinde yer aldığım için çok mutluyum. Bir kitap veya metin tabii ki sadece okunabilir. Kişisel bir tercih ve yolculuktur. Ama o kitap ve metin üzerinde başkalarıyla konuşulur ve fikir alışverişinde bulunursa, metin size daha çok işler. Her okurun ve yazarın yolculuğu ve hayata bakışı farklıdır. Doğal olarak metinleri algılayışları ve yazışları da farklı olur. Başkalarıyla paylaşım halinde yapılan bu tarz edebiyat buluşmaları kişilere farklı görüşler kazandırır. Bu nedenle hem okurlar hem de yazarlar adına çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu tarz grupların farklı amaçlara hizmet eden grup buluşmaları kadar kalabalık olmaması çok normal ve beklentim dahilindeydi. Önemli olan sayı değil katılımcıların niteliğidir. Bu yönüyle çok keyif aldığım bir buluşma oldu.
Yazarlar, metinleri üzerine konuşma ve okurların tepkisini ölçme fırsatı bulurlarken; okurlar da daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış bir öykü dinleme şansına sahip oldular. Öykünün yazarı ile hikayenin arka planını, yazarın yazma sürecini konuşma ayrıcalığını yakaladılar. Hem yazarlar hem de okurlar/dinleyiciler adına ceplerinde yeni fikirlerle ayrıldıkları bir etkinlik oldu.
– Daha iyi nasıl olabilirdi, beğendiğiniz, beğenmediğiniz yanlar nelerdi?
Konunun sınırlanmış oluşu, yazılar üzerine konuşulurken çok dağılmadan, kişisel sohbetlere girmeden edebiyat üzerinde kalınmış olması benim en beğendiğim yanlarıydı.
Her etkinlik daha iyi yapılabilir. Her etkinliğin eksik tarafları olur. Hayatımın yaklaşık yarısında küçüklü ve büyüklü etkinlikler organize etmiş biri olarak hala yeni bir etkinlik organize ederken öğrendiğim ve deneyimlediğim yeni yönler oluyor. Önemli olan akla gelen bir etkinlik fikrini hayata geçirme cesareti gösterebilmek ve yola çıkmayı başarabilmektir bence. Bu nedenle yaptığımız bu etkinlikte eksik olan yerleri gördüm ama üzerinde çok durmadan bana ve katılanlara kazandırdıklarına odaklandım.
Geliştirmemiz gereken yanları özetlemem gerekirse; etkinliği daha fazla duyurabilir, daha fazla edebiyatsever yazar ve okura ulaşabilirdik. Biraz çaba ile bence aramıza önümüzdeki dönemlerde yeni yazar ve okurlar katabiliriz. Metinlerimiz üzerine daha detaylı konuşup, eleştirebilir ve bir sonraki metnimizin daha iyi olmasına vesile olabiliriz.
– Bir dahaki buluşmada hangi konunun ele alınmasını isterdiniz? Neden?
Bu buluşmada Öykü konusunu işledik. Önümüzdeki buluşmalarda yine bir edebiyat türü özelinde devam edebiliriz. Edebiyat türleri ve sanatın diğer alanlarının etkileşimini (örneğin sinema ve edebiyat / tiyatro ve edebiyat / müzik ve şiir ) konuşabiliriz. Bir yazar külliyatını ve yazarın kendisini derinlemesine inceleyebilir, tanır ve tanıtabiliriz. Aramızdan bir yazarın bir metin ya da kitabını bir atölye çalışması gibi derinlemesine inceleyebilir, kaleminin gelişmesine her birlikte destek verebiliriz.
Nasıl bir konu seçersek seçelim edebiyat çekirdeğinin etrafında dönmek hepimize keyif verecektir.
– Sunduğunuz öykü….
Cem ve Oti
Cem okuldan gelir gelmez çantasını odasına hızla fırlattı. Okul kıyafetlerini çıkarırken aynada gözü göbeğine takıldı. Okulda arkadaşlarının sürekli dalga geçtikleri göbeğine…
Anne ve babasının söyledikleri ile okuldakileri çok kafasına takmamayı öğrenmişti. Ama yine de üzülüyordu işte. Ne vardı sanki o da Serkan gibi hızlı koşsaydı ya da Murat gibi ağaçlara kolayca tırmansaydı… Hep bu kiloları yüzündendi. Ha bir de gözlüğü vardı! “Dört göz” lakabı sağolsun onun yüzündendi…
“Amannn” dedi kendi kendine. “Cuma bugün. Yarın dedemin evinde keyfim yerine gelir.”
Annesinin sesiyle daldığı düşüncelerden uyandı.
“Cem, haydi oğlum mutfağa gel. Öğle yemeği hazır.”
Ah şu annesinin yemekleri! Keşke bu kadar güzel yemek yapmasaydı da şu fazla kiloları olmasaydı!
Akşam yatmadan önce sırt çantasını bir kez daha kontrol etti. Dedesinin evi her zaman maceralarla doluydu. Hele bahçesi! Çeşit çeşit meyve ağaçları, mis gibi kokan çiçekler… Ama en güzeli de bahçenin en uzak köşesindeki ağaç ev. Geçen sene yazın yapmışlardı onu.
“Bak” demişti dedesi. “Bu ağaç ev senin gizli yerin olsun. Ne zaman canın bir şeye sıkılırsa buraya gel. İnsan bazen düşünmek ister kendi kendine. Önemli kararlar almadan önce sakin kafayla olayları değerlendirmek ister. Burası senin ÖNEMLİ KARARLAR KARARGAHIN olsun”.
Ah şu dedesi! Ne güzel insandı. Dedelerin kralı kralı! Çok kitap okur, şiir gibi konuşurdu. Çiftliğin bir odası boydan boya kitaplıktı. Cem gitmeden onun için kitaplar seçer, hazırlardı.
Cumartesi sabahı erkenden yola koyuldular. Çiftliğe vardıklarında onları her zamanki gibi harika bir kahvaltı sofrası bekliyordu. Cem hızlıca kahvaltısını bitirdi. Dedesi bu hafta onun için hangi kitapları seçmişti acaba? Kitaplarını alıp ÖNEMLİ KARARLAR KARAGAHINA gitmek için sabırsızlanıyordu. Masadan kalkıp, kitaplığın olduğu odaya girdiğinde gözlerine inanamadı. Üzerinde kendisi için seçilen kitapların durduğu masa bu sefer boştu! Şaşkınlıkla kapıda duran dedesine döndü:
“ Eeeee dede, nerde kitaplar?”
“Bu hafta okumak istediğin kitabı kendin seçersin diye düşündüm.” diye cevap verdi dedesi.
“Ama ben senin seçtiklerini çok seviyorum.” dedi Cem biraz üzgün bir ses tonuyla.
“Bence artık kendi başına da iyi kitaplar seçebilirsin. Belki önce hangi konuda okumak istediğine karar ver. İstersen ben sana yine yardımcı olurum.”
Cem biraz düşündü. “Buldum! Kitabın içinde benim gibi göbeği ve gözlüğü olan bir karakter olsun.”
Dedesi sanki bu cevabı bekliyormuş gibi hemen bir kitaba uzandı. Çekip raflardan aldı ve Cem’e verdi.
“Al bakalım. Sanırım bu hafta sonu ÖNEMLİ KARARLAR KARARGAHINDA çok işin var.”
Cem koşa koşa bahçeye çıktı. Ağaç eve gidip kitabına başlamak için can atıyordu. Daha kitabın 3. sayfasına gelmemişti ki garip bir şey oldu. Kitaptaki harflerin yerleri değişiyordu. Cem ilk başta “Herhalde uykum geldi.” diye düşündü. Ama yok yok, gerçekten harfler yer değiştiriyor ve kitabı okunamaz hale getiriyorlardı. Cem tam kitabı elinden atıp, ağaç evden kaçacaktı ki! Kitabın içinden aynı Cem gibi göbekli, gözlüklü minik bir cin bir sıçrayışta çıkıp etrafta zıplamaya başladı. Uzun kulakları ile çok komik görünüyor, zıplarken gözlüğü düşmesin diye de arada gözlüğünü düzeltip duruyordu. Cem’i fark etmesiyle ufak bir çığlık atması bir oldu. Cem cine, cin Cem’e bakıp oldukları yerde kalakaldılar. Sessizliği bozan cin oldu:
“ Demek beni çağıran sensin.”
“Kim? Ben mi seni çağırdım?” diye gözlerini kocaman açtı Cem. “Ben kimseyi çağırmadım. Kitabın içinden fırlayan sensin. Kimsin sen? Uyudum mu yoksa? Rüya mı görüyorum?”
“Hahahaha, bütün çocuklar ilk önce aynı şeyi düşünüyorlar. Benim adım Oti. Evet beni sen çağırdın. Dedene söylerken duydum. Kitabın kahramanı benim gibi göbekli ve gözlüklü olsun dedin. İşte karşındayım!”
“Benim adım da Cem. Memnun oldun Oti… Söylesene niye gözlük takıyorsun? Ben uzağı iyi göremiyorum. Ama siz cinlerin de gözlüğe ihtiyaç duyacağınız hiç aklıma gelmemişti.”
“Ne sandın ya! Bak sana bir şey söyleyeyim; bizi kitaplarda çok yanlış anlatıyorlar size. Bazı cinler gözlük takar, bazıları çok uzundur, bazılarını görmek için mikroskopla bakman gerekir. Hepimizin başka başka özellikleri vardır yani.”
“Gerçekten mi? Siz de biz insanlar gibisiniz yani? Bizim sınıfta gözlük takan tek çocuk benim. Ama başka sınıflarda diğer çocukların da gözlük taktıklarını gördüm. Tenefüslerde karşılaşıyoruz. “
“Dur tahmin edeyim, gözlüğün yüzünden bazı çocuklar seninle dalga geçiyorlar değil mi?”
“Evet… Nerden bildin?”
“Bizim cinlerden de bazıları benimle dalga geçiyorlar. Hatta göbeğimle uğraşanlar da var…”
“Eeeee… kızmıyor musun onlara? Üzülmüyor musun?”
“Dur sana bir sır vereyim! Parmağımı böyle şıklatınca karşımda benimle dalga geçenlerin sesi kesiliveriyor!”
“Ne güzelmiş… Keşke benim de böyle bir gücüm olsa!”
“İstersen olur… İstersen karşındaki seninle dalga geçerken onu hiç duymayabilirsin. Ayrıca kötü söz de sahibine aittir.”
“Annem de böyle diyor. Ama ben yine de üzülüyorum.”
“Sana bir daha vereyim mi? Birisi seninle dalga geçmeye başladığı zaman iyi ve güzel yaptığın şeyleri düşünmeye başla. Mesela söyle bakalım neyi iyi yaparsın?”
“Hımmmm…. Bir düşüneyim. Buldum! Öğretmenim matematiğimin çok iyi olduğunu söylüyor. Ayrıca çok kitap okumam da güzel bir şeymiş.”
“Harika! Devam et düşünmeye. Mutlaka başka şeyler daha vardır.”
Cem düşünürken Oti ağaç evin içerisinde bir o yana, bir bu yana zıplayıp duruyordu. Bir pencereden kafasını uzatıyor, bir kapıdan dışarıya bakıyordu.
“Bak bir tane daha buldum.” dedi Cem. “Geçen yaz yüzme konusunda kendimi çok geliştirdim. Gittiğimiz otelin havuzunun bir ucundan diğer ucuna dalarak geçebiliyordum.”
“Gördün mü?” dedi Oti gülerek. “Hepimizin farklı farklı güçlü yönleri var. Mesela ben de zıplamakta çok iyiyim. Hiç durmadan saatlerce zıplayabilirim.”
“Evet, onu fark ettim” dedi gülerek Cem. “Kitabın içerisinden fırladığından beri zıplıyorsun.”
“Bir daha biri seninle dalga geçmeye başladığında parmağını bir kez şıklat ve aklına iyi yaptığın şeyleri getir. Gör bak karşıdakinin sesi nasıl azalacak?”
Cem o anda babasının sesini duydu.
“Cem! Elma ağaçlarının oraya gel oğlum. Bak dedenle elma toplayacağız.”
Babasına cevap verdiği anda Oti ortadan kayboldu.
“Tüh…” dedi Cem. “Keşke biraz daha kalsaydın. Ne güzel konuşuyorduk.”
Elma bahçelerinin orada dedesi, annesi ve babası onu bekliyorlardı. Cem biraz önce yaşadıklarını belli etmemeye çalışarak yanlarına gitti. Dedesi elmalardan birini dalından koparıp uzatırken sanki Oti’yi biliyormuş gibi Cem’e göz kırptı; “Eeee dedi hangi önemli kararlar alındı bugün karargahta?”
Cem kafasını kaldırdı ve dedesine gülümsedi. Elindeki elmayı sepete koyarken içinden “Teşekkür ederim Oti” dedi.