“Kırmızı şapkamı fırlatıp atalı, masaldan kaçalı çok olmuştu. Sırtımı sevgiyle sıvazlayacak bir el belki hiç olmayacaktı ama bana sığınmak isteyen kedicik vardı. Onu kucaklayıp göğsüme bastırdım. Ardıma bakmadan yürüdüm, zamansız, mekânsız, yalansız.”
Nalan Yılmaz’ın KKM Yayınları’ndan yayımlanan kitabı MOPESTO on beş öyküden oluşuyor. Okur ilk öyküden itibaren kendini Mopesto Adası’nın vatandaşı ilan ediyor. Salvador Dali’nin sürrealist tabloları ete kemiğe kavuşuyor. Saatin tik taklarının ritminde ilerliyorsunuz her sayfada, her satırda hatta her kelimede. Gerçeküstü tabloların aksine son derece gerçekçi hikayelerin akışına kaptırıyorsunuz kendinizi. Öykü severlerin keyifle okuyacağı, dumanı üstünde bir kitap MOPESTO. Kitabın sayfaları bitiyor fakat içerisindeki öyküler zihinde yaşamaya devam ediyor. Nalan Yılmaz’ın okurunu öyle kolayca bırakmaya hiç niyeti yok. Her ne kadar büyürken size dayatılan masallardan kurtulmuş olsanız da karakterlerle kesişiyor yolunuz dolambaçlı sokaklarda.
“Çölün bilgeliğini kuşanmış özel bir kitaptır. Eski dönemlerde yaşamış bir kabileye ait. Günümüzdeki bu dili bilen yok. Okumak isteyen kişi onu hak etmişse cümleler kendini tercüme ediyor.”
Kumruların duy-gu eksik, duy-gu eksik feryadı kulaklarınızda çınlarken rengini, özgürlüğünü kaybetmiş beta balığının bardağa sıkışmış yaşamındaki kalp sancısını kendi yüreğinizde hissediyorsunuz. Beta balıklarının en zorlu koşullarda bile hayatta kalabilmelerini sağlayan ek solunum organları labirent, olay örgülerindeki labirentlerden çıkabilmek için de oksijen maskesi görevini görüyor.
Nalan Yılmaz, var olma, birey olma yolculuğunu kaleme aldığı öykülerde kullandığı simge ve metaforlar açısından da hayli başarılı bir kitaba imza atmış. Okur, yazarın yol kenarlarına koyduğu levhaların izinde metinlerdeki satır aralarını keşfediyor, ortaya çıkan yol haritasının izinde bambaşka bir okuma yolculuğuna çıkıyor.
“Sol gözüm şehladır benim. Hep başka yere bakar. Başka şeyler görür. Söz dinlemez. En çok da bakma denilen yerlerde dolaşır. İsyankârdır.”
Yazar, okurunu öykülerinin karakterleriyle birlikte soluk alıp vermeye, onlarla hüzünlenip, onlarla düşünmeye davet ediyor. Onların isyanı sizin isyanınız oluyor. Nereden geldiğini bilmediğiniz yorgun bir mermi hiç beklemediğiniz bir anda gelip can evinizden vuruveriyor sizi. Neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Yaratılan mekân kurgusuyla olay örgüsünün içindeki kokuları koklayıp, tüm renkleri görebiliyor, masanın üzerindeki örtünün dokusunu hissedebiliyorsunuz. Yazar kimi zaman kaleminin omuzuna kondurduğu kamerayla dolaştırıyor okurunu kimi zaman ise elinden tutup çatışmanın tam ortasına bırakıveriyor. Bağırmak yerine usul dili seçen Nalan Yılmaz öykülerin tamamında hedefi on ikiden vurmayı başarmış.
Kitapta yol aldıkça burnunuza gelen yasemin kokusunu takip etmekten alamıyorsunuz kendinizi. Yüzünü güneşe dönen ayçiçekleriyle kesişiyor yolunuz. Orada umut yeşeriyor yeniden ve her şeye inat.
“Umut! Halkın yarısının unuttuğu, yeni nesillerin sadece romanlarda okuduğu, dizilerde duyduğu bir kavramdı umut.”
Her şey sussa da öyküler okurun zihninde soluk alıp vermeye devam ediyor. Her şeyi gören şehla bir gözün varlığını hissediyorsunuz. Sanatın ve edebiyatın neredeyse tüm öğelerinin yer aldığı öyküler alt metinlerle birleşince tam bir okuma şölenine dönüşüyor. Öykü severlerin keyifle okuyacağına inanıyorum.
“Sonra sesler susuyor. Ne çekiç sesi ne araç sesi ne insan sesi. Kuşlar da susuyor, böcekler de.”
Çıkardığı unutulmaz yolculuk için sevgili Nalan Yılmaz’a, okuma haritamızda işaret koyabilmemizi sağlayan KKM Yayınları’na, daha kitaba başlamadan, okuru okura serin suları teninde hissettiren kapak tasarımı için Hasan Karaca’ya teşekkür ediyorum.
Keyifli okumalar.