Bu yıl okuma disiplinim önceki yıllara göre hayli farklı oldu. Okuma listemdeki kitapların sırası sıkça yer değiştirmekle kalmadı, yenileri de eklendi, iyi ki de eklendi. Pek çoğu arkadaş tavsiyesiyle olsa da Evcil İnsan Barınağı kendiliğinden geldi buldu beni. Ne zaman dışarı çıksam uğradığım kitabevinin rafları arasında dolaşırken kesişti yolumuz. Önceden planladığım okumalarımın arasına alabileceğim, beni zorlamaz diye düşündüğüm yüz sayfalık bir romandı. Yanılmışım…
“Gerçekle rüya arasındaki tek fark, birinde uyandığımız bir ânın, diğerindeyse öldüğümüz bir ânın bulunmasıdır. İkisi de aynı yarıda kesilme, aynı bitiş ya da bitmemişlik hali.”
Yaş aldıkça aklı bedenini yavaşça terk eden bir insan ‘yaşamak, yaşamaya değer mi?’ diye soruyor kendine. Sonra, yaşamın yaşanmaya değer olup olmadığını anlamak için önce yaşaman gerekiyor, diye yanıtlıyor kendini. İnsan, her şeyin farkında ve genç sağlıklı bir bedenle yeniden deneyimlemek şansı olsa neleri değiştirmez ki hayatında.
Dileği gerçek oluyor yaşlı insanın. Genç bedeniyle yeniden hayata başlamıştır fakat henüz kendisi durumu kavrayamasa da yeniden başladığı hayatta köpekler ve insanlar yer değiştirmiştir. Hem okur hem de karakter için her şey tam da buradan başlıyor.
‘İnsan’ kelimesinin küfre dönüştüğü yeni yaşamında insan adamın şahsında insanlığımızı sorgulamamak elde değil. Evcil hayvanınız olsun ya da olmasın, ister çok sevin hayvanları isterseniz mesafeli olun. Hemen her sayfada durup derin derin nefes almak zorunda kalıyor okur.
“Ben geçmişimde insana ait bir dünyada olduğumu bilerek gözlerimi açtım. Hayvanla insan arasındaki arafım, bazen köpeklere yaslanıyordu, bazen insanlığıma. Basit bir bahçe kapısını açamazken bir enstrümanı hatırlıyordum, basit bir köpek düğümünü çözemezken aklıma sayılar geliyordu.”
EVCİL İNSAN BARINAĞI distopik kurgusuyla felsefi bir roman. Kitap insanın hayvanlara nasıl davrandığını göstermekle kalmamış bana göre. İnsan olmayı/insan kalabilmeyi de çarpıcı bir şekilde işlemiş. Kurguda sadece insan ve köpek olmasına rağmen hayatımızda yer alan diğer canlıları, doğayı da tüm çıplaklığıyla gözlerimizin önüne seriyor. Kendi adıma, üzerinde deney yapılan hayvanları düşündüm örneğin, annesini emmesi engellenen buzağıları, doğasında gezerek beslenmek varken daracık alanlara onlarcasının sığdırıldığı tavukları… Avlanma yasağı olmasına rağmen av turizmine açılan bölgeleri, parayla satılan onca canı, onların da canlı olduğunu göz ardı ederek tüm hırsımızı küreklere yüklediğimizi… Bilinçli ya da bilinçsiz yanan yakılan ormanları ve içinde hayatını kaybeden binlerce canlıyı…
“Özgürlük kurallara en iyi şekilde uyum sağlamak mı yoksa hiçbir kuralın olmaması mı?” sorusu boynumdaki ipe asılmıştı, bazen geriliyor bazen gevşiyordu. Ancak hayatta olduğumu ve karnımın doyduğunu düşündüğümde teselli oluyor ve uyumaya çalışıyordum.”
İçinde bulunduğumuz sistemde insanın hayatta kalabilmesi, yaşamaya devam edebilmesi için bazı canlıların ölmesi gerekirken (ki bu sadece hayvan olarak düşünülmemeli) distopik romanda köpeklerin hayatlarına devam edebilmesi için bazı insanların ölmesi gerekiyor. Karakterin yaşadığı her olay beni güncel hayatta pek çok yere götürmesine rağmen tüm bunların dışında insan hayatımızdaki kavramları, değer yargılarını da sorgulatıyor. İnsanın en temel ihtiyaçlarını bile karşılığını ödemeden gideremediği, hep yarın korkusunu içinde taşıdığı, karın tokluğuna çalıştığı/katlandığı kapitalist sistem ve yeni hayatına insan bedeninde evcil hayvan olarak devam eden canlının boynundaki ip bile başlı başına bir metafor oldu benim için.
“Ben köpek gibi davrandıkça, insanlığa dair hatıralarım canlanıyordu. Medeni insanlara ait kavramlara daha da hâkim oluyordum. Köpek olduğumu kabul etmek bana insanlığımı unutturmuyor aksine yine ve yine hatırlatıyordu. Diğer yandan hüznümü azaltıyordu. Köpek gibi davrandıkça aklım yerine geliyor, insan olacağım diye ısrar ettikçe insanlığımı unutuyordum. Bu garip denge içinde evrenin başköşesindeki varlığıma, evrenin kenarındaki dünyada yer bulamıyordum.”
Romandaki insan karakterinin çıkarttığı yolculukta okur, insanlığı ve medeniyeti(!) yine ve yeniden sorguluyor. Okurken kitaplar mı okurunu bulur yoksa okur kitaba mı çekilir, diye düşündüm istemsiz. Bazı kitaplar sayfa sayısından ibaret olmuyor. Sayfalar bitiyor ama roman devam ediyor. Geçmişi, farkındalıkların öncesini ve sonrasını, bugünü, yarını sorgulatıyor.
“… akılla ve düşünerek hareket ettiğini iddia ettiğim insanoğlu bunca yıl boyunca dünyadaki en büyük savaşların sebebi olmadı mı? Düşünebilmek, daha iyi yaşamayı mı yoksa daha ölümcül olmayı mı sağlıyordu? Düşünmek dediğimiz şey, belki de eyleme geçmeden önce kaybettiğimiz zamanın adıydı. Çünkü bir köpek de insan da önünde seçenekler olduğu sürece birini seçip yoluna devam ediyordu. Ve insan tarihi boyunca daima doğru seçeneğe yönelmedi.”
Tam da şu anda yaşamın herhangi bir yerinde hangi türe ait olursa olsun bir canlı kendine sokulmuş, kendine sarılmış, kendine saklanmış, ısınmaya ve uyumaya çalışıyor…
“Gitmeye karar verdim. Bir kap su ve beni gezdirirler ümidiyle yaşamak olmamalıydı yaşamak. Gözlerimi kapattım…”
Duygu Uzel