Uzunca bir süredir kalemimin ucunda dolanıp duruyor Eflatun Kadın. Yıllar önce birdenbire çıkıp gelmişti gecenin ilerleyen saatlerinde. O gün bugündür bulduğumuz her fırsatta söyleşiriz defter kalem aracılığıyla. İşte yine öyle bir günde Neriman Ağaoğlu’nun EFLATUN ZAMANLAR’la kesişti yolumuz. Defter kalemle sohbeti erteleyip birlikte kaybolduk kitabın kelimelerinde, satırlarında, sayfalarında…
Arkası Yarın’ın saati geldiğinde radyonun etrafında toplanıyordu aile üyeleri. Gelecek için kurtarıcı saydıkları küçük kız o yıl okula başlayacaktı. Dede kasabada ev kiralayacak, Edith Piaf hayranı çocuk okuyacak, köyünün ebesi olacak… 1980 Darbesiyle o yıl ertelenecektir tüm hayaller. EFLATUN ZAMANLAR 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayıp 10 Ekim 2015’te gerçekleşen Ankara Gar katliamı ile sona eren on öykü ve mektuplardan oluşuyor. Birbirini tamamlayan öyküler ve aradaki zamanı anlatan iki arkadaşın, Zeynep’le Nurten’in mektupları.
Kesişen kültürler, kentler, mekânlar ve zamanın ruhu trenlerle birleşince okur olmaktan çıkıp kitabın karakterlerinden birine dönüşüyorum. Benim Eflatun Kadın’ım yazarın Eflatun zamanlarında, Behçet Aysan’ın “Bir Eflatun Ölüm” şiirinde kendi yönünü belirliyor. Kâh ayrılıyor yollarımız kâh birleşiyor. Sürekli değişen ülke gündeminde sokaklar kalabalıkken adımızın, kimliğimizin cinsiyetimizin önemi kalmıyor. İster Selma, Nurten, Zeynep, Yıldız olalım isterse Ulaş, Ali, Sinan ya da Burhan.
İlerleyen sayfalarda karşıma “Tren sözcüğünün usul usul tıkırdayan sesiyle, bir iç yolculuğa çıkmak. Peronu boydan boya yürümesi, durup durup raylar boyu bakması hep bundan.” cümlelerinin çıkacağından henüz habersizken kendi düşümdeki istasyon evleri canlanıyor gözümde, uzayıp giden raylar ve yolculuklarım…
Eflatun Kadın’ın sessiz konuşmaları sokakların gölgesine saklanan fısıltılara karışıyor. Issız saatlerde Nurten’in gidenleri içinde taşıdığı kalabalıkla iç içe giriyor kalabalığım. Hangisi benim hangisi onun ayıramıyorum. O sıra içinden tren raylarının geçtiği tarlalardan kuş sürüleri havalanıyor. Sevdasını kuşanıp yollara düşenleri düşünüyorum, birbirinden habersiz aynı satırlarda aynı buruk gülümseme gelip yerleşecek dudaklarına. Bakışlarını satırlardan ayırıp uzaklara bakacaklar, halaylı anılarda bulacaklar kendilerini, arkası yarın piyeslerinde, hep bir ağızdan söylenen türkülerde, aynı avazlarda buluşacaklar yeniden. “Kuşlar hep dönmezler, bırakıp giderler.” cümlesinden sonra kendi kanatlarını anımsayacak arkadaşlarının kanatlarını düşleyecekler. “O şimdi Edith Piaf olmak isteyen kayıp bir halay mendili.”
Eflatun Kadın’ımla Eflatun Zamanlar’da kaybolacağım bilmem kaçıncı defa. Rayların götürdüğü istasyonlara gideceğim anılarımda. Bir hastanede korsakofla tanışanları ziyaret edeceğim. Onların yer değiştiren anılarına, hafızalarına ve yıllar içerisinde eskiyle şimdinin yeniden harmanlanışına tanıklık edeceğim.
“Biz içinde yaşarken öyle hızlı değişiyor ki şehir, sokaklar, eski mahallelerimiz… Yavaşlatmak istiyorum ya da kaybetmemek…”
Kitabın bitirdikten sonra altmış sayfada ne çok şeyin ne kadar derin anlatıldığını düşüneceğim. Günün gerçekliğinde üşüyeceğim. Yaşanan olaylarda üzüntüsünü, çabasını yarıştıranların, en hafifinden sataşmakla kalanların, bir kaşık suda dünya savaşı çıkarmayı maharet bilenlerin karşısında umudu arayacak gözlerim. Ertesi gün apartmanın mermer merdivenlerinin arasından çıkıp yüzünü güneşe dönen bir papatya gülümsetecek beni, kırlarda yayılan papatyalardan daha çok ısıtacak içimi. Eflatun Kadın’ın sesini duyacağım “Umut her zaman her yerde.”
Duygu Uzel