Yaşam süresini öğrenmek insanlık için merak konusu olan meselelerin başında geliyor. Dünyanın dört bir yanındaki bilim insanları da bu hedefe yönelik araştırmalar yapıyor. Bu merakın en büyük sebepleri arasında yaşam süresi ve kalitesini uzatmak, nitelikli yaşlanmak geliyor. Bu kapsamda Dr. Öğr. Üyesi Cemalettin Bekpen önemli açıklamalarda bulundu. Geçmişte Almanya merkezli Max-Planck Enstitüsü’nde çalışmalar gerçekleştiren Bekpen, bu çalışmalar sırasında sadece insanda bulunan SPATA31 geninin, kopya çeşitliliğine bağlı olarak insan yaşam uzunluğu ile orantılı olduğunu tespit etti. Bekpen, “Genin kopya sayısı bazı bireylerde 5 ile 20 arasında değişiyor. 18-19-20 sayısı arasına gidip geliyorsa o zaman kişinin genç yaşta çevresel faktörlere karşı oldukça dirençli olmasına rağmen maksimum 65-75 yaş aralığında yaşayacağını anlayabiliyoruz. Özellikle 5-6 kopya arasında olanlar ise uzun yaşıyor” dedi.
Şu anda Bahçeşehir Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölüm Başkanı olarak görev yapan Dr. Öğr. Üyesi Cemalettin Bekpen çalışmasının detayına ilişkin şunları söyledi:
“SPATA31 geninin kopya sayısı bazı bireylerde 5 ile 20 arasında değişiyor. 18-19-20 sayısı arasına gidip geliyorsa o zaman kişinin genç yaşta çevresel faktörlere karşı oldukça dirençli olmasına rağmen maksimum 65-75 yaş aralığında yaşayacağını anlayabiliyoruz. Diğerleri ise özellikle 5-6 kopya arasında olanlar uzun yaşıyor. Eğer kopya sayısı 10 civarında ise bu noktada çevresel faktörler çok fark ediyor. Yani SPATA31 geninin fazla sayıda kopyasına sahip olan insanlar genç yaşta çevresel faktörlere dirençli olmalarına rağmen yaşlandıklarında bu sahip oldukları avantaj dezavantaja dönüşüyor. Erken yaşlanma etkilerine ve yaşlılığa bağlı hastalıklara yatkınlık gösteriyorlar.”
“KAN ÖRNEĞİ İLE TESPİT EDİLEBİLECEK”
Aynı genin kopya çeşitliliğine bağlı olarak insan deri hücrelerinde tamir mekanizmasında rol aldığını ve hücresel yaşlanmayı değiştirebildiğini söyleyen Bekpen, “Bu tespit insan kan örneklerinden alınan DNA ile mümkün. Bu DNA’ları kullanarak her bireyde bulunan SPATA31 gen kopya sayısını dijital PCR metodu ile belirleyeceğiz. Bu etkili, göreceli olarak ucuz ve çok çabuk sonuç gösteren bir yöntem. SPATA31 kopya sayısı belirlendikten sonra kişilerin hangi aralıktaki yaş dağılımına düştüklerini göstererek ön veriler ışığında kişiye hangi yaş aralığında yaşlılık etkilerini yaşama veya yaşlılığa bağlı hastalıklara (Alzheimer, Parkinson, Kanser gibi) maruz kalma ihtimali olduğunu bildireceğiz. Daha sonra ön verilerimizi doğrulamak için yaşlılığa yatkınlığı belirlenen bireylerin tüm genom dizilimleri, fibroblast hücre yaş uzunluğu analizleri gibi ek veriler kullanarak kesin sonucumuzu sunacağız” diyerek testin nasıl uygulanacağını açıkladı.
“TÜRKİYE’DE YAŞLI NÜFUSUN ARTMASI DİĞER ÜLKELERE GÖRE 7 KAT FAZLA”
Bu keşfin Türk toplumunda nasıl bir dağılım gösterdiğini henüz bilmediklerini söyleyen Bekpen, Türkiye’de yaşlı nüfusun artmasının diğer ülkelere göre 7 kat fazla olduğuna dikkat çekti. Ardından bu çalışmaların yürütülmesinin önemini şöyle vurguladı:
“Türkiye genç bir nüfusa sahip ama bu genç nüfusa oranla toplumda yaşlı nüfusun artması diğer ülkelere göre yedi kat fazla. Yani hızlı yaşlanıyoruz. Bu yüzden yaşlılığı anlamak ve insanları sağlıklı yaşamaya doğru yönlendirmek için genetik çalışmaların verilerine ihtiyacımız var. Böylece toplumun hazırlıklı olması sağlanacak ve yaşlılıkta görülecek hastalıkların tedavisi için daha az para harcanacak. Almanya’daki sağlık harcamalarının yüzde 85’i, 65 yaş üstü hastalara için yapılıyor. Şu an bizde bu oran düşük ancak yaklaşık 20 yıl sonra toplum Almanya’da olduğu gibi yaşlı bir nüfusa sahip olacak, bu da sağlık harcamalarının Almanya gibi yaşlı nüfusa sahip ülkelerdeki gibi büyük çoğunluğunun yaşlı bireylerin, tedavileri, bakımına sağlanacağını göstermektedir. Yaşlı bir nüfusa sahip olmak, bakıma muhtaç olan ve yaşlılığa bağlı hastalıklara (Alzheimer, Parkinson, Kanser gibi) yatkınlığı olan bireylerin sayısında doğru orantılı olarak artışa sebep olacaktır. Özetle yapmaya çalıştığımız bu düzenekle Türk toplumunu taramaya ve tanımlamaya çalışmak. Taradıktan sonra erken yaşlanmaya, ya da yaşlılığa bağlı hastalıklara yatkınlığı olan bireyleri önceden belirleyebilmek için biyobelirteç/biyoajan bulmak ve sonrasında erken yaşlılığa veya yaşlılığa bağlı hastalıklar (Alzheimer, Parkinson, Kanser gibi) için çevresel faktörlere bağlı olarak hastalıkların ortaya çıkışını geciktirmek için yöntemler oluşturmak ve oluşturduğumuz hücre hattı modellemesi ile tedaviyi nasıl yapabiliriz sorusunun yanıtını bulmak istiyoruz. Öncelikli hedefimiz toplumda sağlıklı yaşlanma olgusunun oluşturulması için Moleküler Biyoloji ve Genetik tabanlı modellemelerin oluşturulması, hücresel ve kişiye özgü terapiyi ileri tekniklerle nasıl geliştirebiliriz, bunu tedavi için nasıl kullanabileceğimizi belirlemek istiyoruz. Teorik olarak tedavi mümkün ama ciddi bir yatırım ve çokça çalışılmak gerekiyor” dedi.
“YAŞLANMA VE GENOM LABORATUVARINI KURUYORUZ”
Bu çalışmayı gerçekleştirmek için Bahçeşehir Üniversitesi’nde Yaşlanma ve Genom Laboratuvarı’nı kuracaklarını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Cemalettin Bekpen, “Laboratuvarda Max Planck Enstitüsü’nde uzun yıllar boyunca elde ettiğimiz verileri pratiğe dökerek insan yaşlanmasında SPATA31 gen kopya sayılarının etkilerinin ayrıntısı ile belirlenmesini sağlayacağız. Oluşturduğumuz Laboratuvarımız hem temel bilim alanında araştırma yapan hem de dışarıya dönük hizmet vererek, Türkiye’de ilk defa olarak insanların moleküler seviyede erken yaşlanmaya olan yatkınlıklarını ve ömür uzunluğunun belirlenmesini sağlayabilen bir laboratuvar olacak. İleriye dönük olarak yaşlılığın getirdiği yan etkilere karşı Bioajan, ilaç, gen terapisi gibi çözümler üretmeyi amaçlıyoruz” diyerek sözlerini tamamladı.