Türkiye eşi benzeri pek az görülen bir avukatlık geleneğine sahip.
Avukatlık geleneğimiz en zor koşullarda dahi sözünü hakkınca söylemekten, zulme karşı direnmekten vazgeçmeyen bir çizgidir.
Askeri diktatörlüklerin olağanüstü yargılama dönemlerinde dahi tek adım gerilemeyen, sistematik işkenceye karşı mücadeleyi bir seferberlik düzeyine çıkartıp işkencenin sorumlularını elde silah “kahrolsun insan hakları” sloganları ile İstanbul sokaklarında eylem yapmaya çıkacak kadar çaresiz kılan işte bu avukatlık geleneğidir.
Türkiye’de ifade özgürlüğünden sendikal haklara, gözaltında kayıplardan katliam yargılamalarına kadar, nerede halk adına bir kazanımın zerresini dahi görüyorsanız o kazanımın bir yerlerinde mutlaka avukat abi ve ablalarımızın tabii ki de direngen, ısrarlı ama aynı zamanda da „mesleğe yakışır iyi avukatlık” emeğini, yani başta bahsettiğim avukatlık geleneğimizi bulursunuz.
Bu geleneğin çeşitli kolları, iç tartışmaları, toplumsal/siyasal/hukuki öncelikler, yollar ve usuller ile ilgili farklılıkları vardır. Belki de mesleğin bir cilvesi, didiştiğimiz de az görülmüş şey değildir. Ama iş mücadeleye gelince tüm bu farklı kolları ile coşkun bir ırmağa dönüşür avukatlık geleneğimiz.
Madem söz “iyi avukatlık”tan açıldı; herkesin ama özellikle hukuk öğrencisinden en kıdemlimiz avukata kadar bir çağrıda bulunmak isterim! 7 Kasım 2022’de Silivri’de başlayacak ÇHD duruşmasını kaçırmayınız.
Salt bir dayanışma yahut bir görev olarak değil kendiniz için eşsiz bir hukuk mücadelesi deneyimini görmek için gitmenizi rica ediyorum.
Avukat Oya Aslan ile kimsenin-deyim yerinde- bakmadığı bir anda adına kentsel dönüşüm dedikleri Tarlabaşı tehcirinin henüz başladığı günlerde -kısa da olsa bir süre- beraber çalışma olanağı buldum.
Yalnızca en alttakilerin derdi ile dertlendiği için değil çok da bilinmeyen bir hukuk alanında dahi hüner gösteren bir avukatın kendisini ve davasını nasıl mahir anlatacağını bildiğim için de en gencinden en kıdemlisine “bunu kaçırmayın” diyebiliyorum. Dedim ya, salt dayanışma için yahut “görev” olarak değil kendiniz için de gidin…
Avukat Selçuk Kozağaçlı ile yoksullaştırılan halk çocuklarının, ölüm koşullarında dahi çalışmayı kabul eder hâle getirilmiş insanlarımızın, onların ölümlerini bir maliyet kalemi olarak gören utanmazların davasında beraber çalışma, omuz omuza dövüşme olanağı bulduk.
“Olanak” diyorum çünkü sadece benim için değil o tarihte henüz öğrenci olan arkadaşlarım için de önemli bir deneyim oldu, Kozağaçlı ve arkadaşları ile müştereken çalışmak. “Dövüştük” diyorum, çünkü kimi zaman bir avuç insan gözünü budaktan esirgemeyerek kazandı, eksik gedik her ne kazanıldıysa. O kazanılanı da hafife almayalım, hiç abartmadan söylüyorum: Dünya işçi sınıfı tarihinin en ilerici kararlarından birini aldık, ilgilisi açıp okuyabilir 12. Ceza Dairesi’nin Eylül 2020 tarihli kararını.
Söz “iyi avukatlık”tan açıldıysa Soma davasına gelmelidir hızlıca…
Ve “iyi avukatlık” dersinde tüm zamanların ilk beş örneğini sayın dediklerinde doğruluğundan emin olduğunuz yanıtların sanırım başındadır Selçuk Kozağaçlı…
Ben birlikte mesai yaptığım iki avukattan bahsettim sadece. Ama yanlış anlaşılmasın, Çağdaş Hukukçular Derneği 50 yaşına basacak nerdeyse. Yukarıda bahsettiğim ırmağın, en güçlü en parlak en coşkun kollarından biridir. Mücadele ettiği egemenlerce üç kez kapatılmışken hala devam ediyor aynı egemenlere karşı mücadelesine. Son kapatılmasından sonra açılan pankarttaki söz belki de varoluş amacının özetidir: ÇHD SUSMADI SUSMAYACAK!
7 Kasım haftası olmaz iş oldurularak belli bir karara çıkacak dosyanın hikayesi Ocak 2013’te başlar, ilk duruşması Aralık 2013’te yapılmıştır.
Aralık 2013’te duruşmayı izledikten, dinledikten -yetmez!- yaşadıktan sonra hemen o akşam, fırsatını bulur bulmaz bir televizyon mikrofonuna söylediğimi yinelemek isterim: “tarihsel bir anı yaşadık, bu ancak Socrates’in yahut Dimitrov’un savunması ile karşılaştırılabilir….. “
Dediğim gibi, ben beraber çalışma olanağı bulduğum iki avukattan misal verdim; aynı geleneğin temsilcisi 22 avukat, mesleklerini bu memleketin insanlarına adadıkları için cezalandırılmak isteniyorlar. Bu yüzden gidin diyorum, varın tümünü siz kendiniz işitin…
Salt bir dayanışma yahut bir görev olarak değil kendiniz için eşsiz bir mücadele deneyimini kaçırmayın. Malum, ben sizden daha yakınım duruşma salonuna, ama izin vermiyorlar gitmeme. Benim yerime de gidin 🙂