in ,

ÇAĞA VAROLUŞ ÜZERİNDEN BAKMAK: Kafka ve Camus’u Yeniden Okumak

Dile Gelen İnsan

Kafka ve Albert Camus üzerinden ele alırsak Kafka tüm çocukluğu boyunca kendisini "hiçbir şey" gibi hissetmiş, Albert Camus'nün “taş” olmak istemesi gibi Kafka da kara saplanmış yararsız bir odun parçası yerine koymuştur çoğu defa kendisini.

Bir kavramlar dizini aktaralım yazıya başlarken. Çağın ve dünyanın giderek akıl tutulmasının peşi sıra varoluş krizini her bireyde belirginleştirdiğini dile getirelim öncelikle. Peki bu anlamda Kafka, Paskal, Heidegger, Sartre, Camus isimleri bu akıl tutulmasının neresinde yer alır. Bir okur olarak çağın tanıklığı, savaşların gerçekliği, toplumların cinnet hali üzerinden yapılan her Kafka, Camus ve Sartre okumaları yeniden okuma ve yeni yorum olarak güncel ahvale dair bir başlı başına bir tanıklık olarak görülebilir. Kafka’nın, Sartre’in ve Camus’un farklı mecralardaki varoluşçu yorumunu bir anlamda günümüze dair politik bir okumanın kılavuzu da sayabiliriz bu noktada. Önceliklevarlık” ve dolayısıyla hiç̧lik” kavramlarını kendi varlık yapısında barındıran insan”ı anlamaya çalışırken bugünün anlam krizlerini de, akıl tutulmasının “birey”e  İnsan, son haddine varan şeylerin tam bir bilgisine sahip olabilecek bir varoluşa sahip olmasa da onun tam bir cahil -kör cahil- olmasını engelleyen bir hali olduğunu ve bu halinin temelde onun aradalığına karşılık geldiğini ifade etmemiz gerekiyor. Hatta yine Pascal’a dayandırarak insanın sefilliğinin onun arada” bir varlık olmasından kaynaklandığı söylenebilir.

Kafka ve Albert Camus üzerinden ele alırsak Kafka tüm çocukluğu boyunca kendisini „hiçbir şey“ gibi hissetmiş, Albert Camus’nün “taş” olmak istemesi gibi Kafka da kara saplanmış yararsız bir odun parçası yerine koymuştur çoğu defa kendisini. Prag’da hukuk öğrenimi gördükten sonra İşçi Kaza Sigortası’nda memur olarak çalışmaya başlayan yazar gündüzleri sıradan bir memur olarak işine giderken geceleri ölümden bile derin uykuya benzettiği yazma işine koyulmaktadır. Ona göre hiçbir zaman tam olarak ele geçirilemeyecek olan doğru yol yerden bir karış yüksekte bulunan gergin bir ip gibidir ve hatta bu ip, üstünde yürümek için değil de insanın ayağının takılıp tökezlenmesi için vardır.

Kafka’nın birçok eseri onun yazdıklarının çöpe atılması gerektiğini vasiyet etmesine rağmen yayımlanır. 1915’te yayımlanan Dönüşüm (Die Verwandlung) onun yaşadığı yıllar içinde tamamlanmış halde basılan tek tanınmış eseri olarak bilinir hatta. Orijinal adıyla Kayıp Adam adlı romanı olan Amerika başlığı (sonradan bu başlık eklenir) ile basılır. Yarım kalan kalmış ato ise Kafka’nın ölümünden sonra yakın arkadaşı Max Brod tarafından düzenlenerek yayımlanır.

Eserlerinde Marksizm ve Nietzsche etkisini belirgin olarak hissedeceğimiz Kafka’da toplumsal duyarlılık, adalet ve bütün insanların eşitlik ilkesiyle ortaklaşa yaşadığı bir dünya kurgusu veya ütopyası sadece Amerika’da değil, tüm metinlerinde yerini bulmuştur tüm karamsar izleğe rağmen. Dönüşüm’de Nietzsche’nin ‚Güç İstemi‚ kitabında en detaylı betimlemesini yaptığı nihilist bir çağın tüm özellikleri sergilenir hatta. O din, bürokrasi ve romantizme yönelttiği eleştirilerle bireysel ve toplumsal açıdan daha ince bir duyarlılık geliştirmeye, bireysel sorumluluk anlayışını derinleştirmeye çalışırken Ceza Sömürgesi, Dava ve ato bunun günümüz hukuk, adalet ve cinnet halindeki insanlık tablolarına bir yüzyıl öncesinden tanıklık eder adeta. Kafka realist özellikleri yanında sürrealist (gerçeküstücü) özellikleriyle kendinden sonra gelen birçok sanatçıya da kılavuzluk eder üstelik. Buna örnek olarak absürd (uyumsuz, saçma) tiyatronun temsilcilerini, Federico Fellini, Gabriel Garcia Marquez ve Salman Rüştü’yü örnek vermek mümkündür.. ‚Kafkacı‘ ya da ‚Kafkaesknitelemesi bugün bu nedenle ‚absürd‘ ya da ‚uyumsuz‘ anlamında da kullanılmaya başlanmış bu öncülükten dolayı. Dönüşüm’den örnek vermek gerekirse böceğe dönüşme durumu absürd başka bir deyişle olağan bir dünyanın akışını kesintiye uğratan uyumsuz bir deneyimdir, okur için.

20. Yüzyıl’da yaşanan savaşlar, bir dizi soykırım serüveni, iktidar ve erkin birey ve toplum üzerindeki buyurganlığının uluslar ötesi bir sürece dönüşmesi bireyin psikolojisi üzerinde derin etkilere yol açmış, bununla birlikte toplumsal yaşamda makineleşen ve mekanikleşen hayata ayak uydurmakta zorlanan birey, kendini koca bir yalnızlık, korku içerisinde, topluma yabancı ve aldatılmış hissetmiştir çoğu kez, bugüne de yansıyan temel gerçeklik anlamsızlık duygusunun çoğul ve hatta toplumsal seyrine tanık olmamızdır. Kimlikler, aidiyetler, yükselen milliyetçilik, radikal dini grupların güçlenmesi tam da vu varoluş kriziyle ilişiklendirilebilir. Bu açıdan varoluşçu felsefe, bireyin tehdit altında olduğu, anlamsız bir varlık haline geldiği, topluma uyum sağlayamaması sonucunda yabancılaştığı, benliğini kurtarmak ve özüne ulaşmak isteğinin çıkmaz bir sokakta çaresizlikle yer değiştirdiği bir dizi olay ve olgular dizisini bugüne taşımaktadır. Camus’nun varoluşçu felsefesi, köklerinden kopmuş, geçmişe ve geleceğe dair güvenini yitirmiş, topluma ve kendine yabancılaşmış, mutsuz fakat ileri derece düşünebilme yetisine sahip bireyin kendini oluşturma çabası olarak değerlendirilebilirken bir yandan yabancı diğer yandan başkaldırma isteğini her daim dir tutan “insan”la karşı karşıya kalmamız mümkündür.

Varolusşçu felsefe filozofları bireyin savunmasız ve umutsuz durumuna çare olabilmek için insan odaklı düşünceler ortaya atmışlardır.

20. Yüzyıl’da yaygınlaşan ve bir insan felsefesi olarak görülmesi gereken varoluşçuluk Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, sanayileşme, kentleşme gibi olgularla ilişkilidir sanat ve edebiyat ortamında karşılığını bulur. Kendisini evrenin bir parçası olarak gören Antik dünyanın insanı, Ortaçağ insanında varlığını Tanrı’ya ve Tanrı’nın gücüne bağlamıştır. Yeniçağ insanı için ise aklın ve insan iradesinin gücüne inanarak bir ilerleme içerisinde olduğunu düşünülür Fakat bugün birey bu iyimser dayanakları kaybetmiş durumdadır. Bir önceki yüzyılı belirleyen yaşanan savaşlar ve toplumsal bunalımlar, bireyi gerçeklikten uzaklaştırırken hayatın monoton, kişisel olmayan istikametine karşı yaşanan bunalımın, insanın kendisini sefil ve çaresiz hissetmesinin bir sonucu olarak isyan bayrağını çekmiştir nihayetinde. Bu açıdan Camus, başkaldırının bencil bir istek olmaması, genel olarak insanlığın özünden bahsetmesi konusunda birçok varoluşçudan ayrılırken eserlerinde bireyin bu dünyadaki önemini vurgular ve insanın sorunlarıyla yaşamın kitleleri ilgilendiren sorunlarını bir arada tutmayı yeğler. Belki de bu nedenle Camus ve Kafka okumalarını bugünün gerçekliklerini kavramak ve „akıl tutulması” adına bir simülasyon olarak bu metinleri yorumlamak yararlı olacaktır.

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Erneutes Massaker in einem Gefängnis in Ecuador: 15 Tote, 20 Verletzte

Çocuklarda en sık kullanılan alerji testleri