Mutsuzluk edebiyatın ve yazarın yaratıcılığı adına bir damar, kaynak sayılabilir mi? Umberto Eco’ya göre “Mutlu insanın hikayesi olmaz.” ve bu saptamayı adeta destekleyen biyografik belirlemeler yapmak da mümkün. Örneğin:
“Kadın frengi hastası, 8 çocuğu var. Çocukların üçü sağır, ikisi kör, biri zeka engelli. Kadın hamile ve doğan çocuk; BEETHOVEN
9Sarhoş baba, hasta anne, yatılı okullarda geçen yalnız bir çocukluk, bitmeyen depresyon ve sara hastalığıyla mücadele eden bir dahi; DOSTOYEVSKİ
6 çocuktan ilki, iki erkek kardeşi bebekken ölüyor, üç kızkardeşi Nazi zulmünde ölüyor. Baba baskıcı, geçimsiz. O ise hep yalnız, adı; KAFKA
11 yaşında babasını kaybediyor, dedesi sert kişilik. Evden gönderiyor. Yoksul aile, 11 yaşında tersanelerde çıraklığa başlıyor; GORKİ
Babasından sürekli kemerle dayak yiyen bir çocuk… çoğu geceler sokakta yatıyor. Cildi hasta, karaciğerinden muzdarip; BUKOWSKİ
13 yaşında annesi ölüyor, okula gidemiyor, hayatı boyunca ruhsal hastalığının tekrarlayan ataklarından muzdarip. Bir kitap kurdu; VİRGİNİA WOOLF
Babası borçları yüzünden hapishaneye düşünce çalışarak borçları ödemek, ailesine bakmak zorunda kalan, okula gidemeyen küçük bir çocuk kendini yetiştiriyor; CHARLES DİCKENS
Her ikisi de profesyonel oyuncu olan, üç çocuklu bir anne-babanın ikinci çocuğu olarak Boston’da dünyaya geldi. Doğduktan bir yıl sonra babası evi terk etti. Ertesi yıl annesi veremden öldü ve ortanca adını aldığı İskoç tütün tüccarı John Allan’ın himayesi altında büyüdü. Amerikan Gotik edebiyatın öncüsü oldu; EDGAR ALLAN POE”
Söz konusu isimlerin yaratıcı gücünün sözünü ettiğimiz kişisel travmalar, toplumsal ve kültürel gerilimlerle içkin ahvali İleri Haber’de Öznur Özkaya’nın “Yeterince dürüstseniz, mutsuz olabilirsiniz…” ifadesi de destekliyor adeta. Edebiyatın ve elbette yazarın üretim motivasyonu sayılabilecek “mutsuzluk” Zerdüşt’ün , çatışma ortamlarının „gelişim“ için en uygun zemin olduğunu ve barış ile mutluluğun ancak tembelliğe yol açacağını savunmasında (Böyle Buyurdu Zerdüşt) da görüleceği üzere çevrenin sanatçının üzerinde bıraktığı empresyonist izler, onun beklentileri, düş kırıklıkları, çağın yanılsamaları, toplumsal çelişkiler ve çatışmalar belki de “esin” dediğimiz şeyin yaratıcı öznesi olagelmiştir.. Bu bağlamda mutsuzluk belki de bir rahatsızlık, hoşnut olmama durumu bunun sonucunda ise bir „arayış“, „çözüme kavuşturma“, „içini dökme“ hali olarak karşımıza çıkabilir. Tanıl Bora çevirisiyle İletişim yayınları tarafından basılan Wilhelm Schmid’in “Mutsuz Olmak, Bir Yüreklendirme” adlı kitabı tam da mutluluk konusunda yaptığımız sorgulamaları tersine çevirirken mutsuzluğu bie farkındalık ve direniş olarak niteler. Yazar söz konusu kitapta mutsuz kişi için “modern bir vebaya yakalanmış demektir, cüzamlı gibi davranılır ona, insanlar ondan uzak durmayı tercih ederler.” İfadesini kullanırken adeta sanatçının tutunamama gerekçesini de dile getirmektedir. Bu açıdan sanat eserindeki karamsarlık ve kötümserlik halini bir arayış, çıkış için direniş saymak da mümkündür. Kişisel gelişim kitaplarında savunulagelen sahte “mutluluk” arayışlarının ötesinde sanatçının sahici mutsuzluğunu kabullenip yaratıcılığıyla bunu sağaltması ve bir nevi iyileşme halini de söz konusu farkındalıkla ilişkilendirmek mümkündür.
Cemal Süreya’nın dizeleriyle ifade edersek mutsuzluğun, duygusal bocalamaların ve sanatçının kişisel tarihindeki çatışmaların yaratım, üretim ve sağaltım adına da bir başka farkındalığı inşa ettiğini ez cümle söylemek mümkündür.
“Mutsuzluk gülümseyerek gelir, adıyla süslenmiştir;
Banliyo treninde rastladığımız
Sınav saatini kaçırmış liseli kız,
Hep kazanırsın ey çözümsüzlük!”