ALMANYALILAR – Cumartesi günü Hamburg’un Sternschanze semtinde bulunan Haus der Familie adlı kurumda faaliyetlerini sürdüren “Edebiyatçılar Grubu” birinci doğum günlerini burada, göçmenler arasında pek yaygın olup bilinmeyen “Poetry Slam (1)” etkinliği ile kutladılar.
İlk Poetry Slam etkinliğine Şair Zeynel Taşyapan, Edebiyatçı Yazar Esma Arslan, Yazar İlhami Akter, Edebiyatçı Yazar Gülderen Arık, Yazar Gülseren Kaya, Şair Hatice Dinvar, Şair ve Öykücü Okan Oruk ve Edebiyatçı Yazar Süleyman Deveci katıldılar. Katılımcılar gerek kendi eserlerinden, gerek ekstra bu etkinlik için yazılan metinlerinden parçalar sundular.
Doğum günleri ve böylesi bir ilk etkinlik hakkında grup üyeleri şunları dile getirdi:
İlhami Akter: “Yaklaşık bir seneden beridir kurmuş olduğumuz “Edebiyatçılar Grubu”nun tüm çalışmalarında yer alıyorum. Bu zaman dilimi içerisinde, toplum tarafından beğenilse de, beğenilmese de birçok etkinliğe imza attık. Yine birçok yeni, her biri birinden değerli yazar ve şair arkadaşlarla tanışıp eserlerinden haberdar oldum ve okudum. Bunun yanı sıra yine Hamburg’ta birçok kitap okuma etkinliklerine katıldım. Gerek kendi düzenlediğimiz, gerekse de katıldığım diğer etkinliklerde olsun; hiçbir yazarın, aydının kariyeri, eseri dikkatte alınmaksızın tüm organizatörlerin ortaklaşa yandığı dert, „katılım çok az, keşke biraz daha katılım olsaydı. Yer çok kötüydü. Aslında iyi reklam yapmadık“ gibi olumlu, olumsuz nedenleri sıralarlar.
Peki, neden bu ve buna benzer katıldığım tüm etkinliklerde hep katılım sayısının azlığından şikayet ediliyor? Hatta ve hatta bazı etkinlerde yazar, şair, ve organize edenler tek başınadırlar. Uzun lafın kısası, o gün, o etkinlik ne kadar içerik olarak zengin olursa olsun; yine gelen yazar, şair ne kadar harikulade bir eser yazarsa yazsın, ne yazık ki her seferinde katılım sayısının azlığından dem vurup dert yanıyoruz.
Acaba bunun neden, nasıl, niçin böyle olduğunu gerek organizatörler, gerekse de yazarlar kendine sordu mu?
Bence bu gibi soruların cevabı hem çok basit, hem de çok zor. Biraz da olsa açıklamakta yarar var:
Birincisinden başlayayım: Bence bu nedenlerin sebebini biraz da olsa tarihe bakıp bugüne kadar getirmekte yarar var. Öncelikle burada yaşayan üçüncü nesil Türkiyeliler olarak ki, buna Kürtler, Süryaniler, Araplar vb. halklarda dahil, çocuklarına başta kültüre, edebiyata, sanata dair herhangi birşey anlatmadılar. Ki, birinci neslin geldiği dönem, yer ve zaman itibariyle kırsal alandan gelen yoksul bireylerdi. Hatta ve hatta birçoğunun okuma yazması bile doğru dürüst yoktu. Yani kültüre dayalı ne çocuklarına, ne de torunlarına birşey veremediler. Tek amaçları bir an önce birkaç kuruş biriktirip memlekete dönmekti.
Asıl yazıya, edebiyata, sanata dair ilgi gerek Almanya’da gerekse de Avrupa’da 1980 askeri darbesinden sonra buraya akın edip yerleşen, aydın, devrimci, ilerici kesimler tarafından ilk adımlar atıldı. Bunlar her ne kadar geldikleri kendi ülkelerindeki despotik, baskıcı, diktatör rejimlerinden dert yanıp eserlerine yaşadıklarını yansıtsalar da, güçlü bir yazı diline, kelime hazinesine de katkıda bulunup biri birinden güzel ciltler dolusu kitaplar, şiirler yazdılar.
Gelelim burda doğup büyüyen nesile: Burada konunun iyi anlaşılması için kendimden bir örnek verirsem konu daha iyi anlaşılmış olur. İlkokula başlayana kadar tek kelime Türkçe bilmiyordum. Okullu yıllarda ise evde sadace ve sadece sözlü olarak Kürtçe mecburi kaldıkça konuşurdum. O da annem Türkçe bilmediği için en çok onunla Kürtçe konuşuyordum. İşte tam da buradaki yeni nesilin durumu demin kendimden verdiğim örnekte gizlidir. Onlar günlük yaşam gereği okulda, işyerinde vb. mekanlarda ya Almanca ya da İngilizce konuşuyor. Evinde, aile ortamında, mecbur kalmadıkça ana dilinde bildiği birkaç sözcüğü ya telaffuz eder, ya da etmez. Yani anadilinde, kendine ait ne bir kitap okur, ne de kültürüne sanatına ilgi duyar.
İkinci asıl nedense: Bence gitgide toplumumuzun kendi arasında kutuplaşmasıdır. Örneğin, bir Arap, bir Kürt, ya da ne bileyim herhangi bir Türk yazar istediği kadar güzel, okumaya değer bir eser yazarsa yazsın, o mutlaka bağlı bulunduğu toplumun mensubu olarak okur tarafından kesin bir sansüre takılır.
Örneğin, bir Türk, „Gidip bir Kürdün kitabını mı okuyacam. O mutlaka kitabında devleti kötülemiştir.“ diye sitem eder. Bir Kürt ise, „Zaten milliyetçi bir yazardır, akşama kadar yazılarında ona buna hakaretler eder.“ der. Bir Arap ise ikisini de alıp okumaz. Tarihten beri kendine düşman görür. Bu ortamda, bu şartlarda olan, büyüyen bir topluluğu hadi bakalım nasıl böyle bir etkinliğe getirebilirsin! Bence öncelikle kafayı buna yormak gerekir.
Gelelim grubumuzun yapmış olduğu son etkinliğe: Tüm grup arkadaşlarının büyük bir özveri ile çalışmasının sonucu olarak ancak böyle bir etkinlik düzenleyebildik. O gün orada en çok hoşuma gidense, (şunu da belirtmekte yarar var) tüm katılımcı yazar, şair arkadaşlarının tümden edebiyat ilkelerine bağlı kalarak edibi bir üslupla bizlere eserlerini okuması beni çok memnun edip etkiledi.
Sonuç olarak, tüm önyargılarımızı bir kenara bırakarak her şeyden önce bir eser ortaya çıkmışsa, her ne olursa olsun ona bir göz atmada yarar var mantığını gitmek gerekir. Eğer böyle yaparsak başka toplumları, başka kültürleri de o yazarın eserinin sayesinde tanımış olur ve bilgi sahibi oluruz.
Başka edebiyat, sanat günlerinde görüşme dileğiyle hoşça kalın…
Gülderen Arık: Bir yıl ne çabuk da geçmiş…
Geçen sene bu zamanlar “Edebiyatçılar Grubu” olarak toplandığımızda ne çok heyecanlı ve gururlu olduğumu hatırlıyorum. Ne güzel ki bu heyecanım bugün dahi devam ediyor.
Bugün bir yaşımızı kutlarken, kuruluştan bu yana gerçekleştirdiğimiz dördüncü büyük etkinliğimizi geride bırakmış olmanın gururunu yaşıyorum. Ne çok güzel etkinliklere imza atmışız, ne çok güzel anılar yaşamışız…
Bu başarının en önemli nedenini düşündüğümde birbirimize karşı saygı, özveri, disiplinli çalışma ve içimizdeki edebiyat aşkı diyorum.
“Edebiyatçılar Grubu” olarak her hafta bıkmadan usanmadan bir araya geldik ve büyük keyifle edebiyat konuşup daha ne yapabilirizi kararlaştırdık, sonra da bu kararları faaliyete geçirdik…
17 Eylül’de gerçekleşen bu etkinlikte ise edebiyatseverler, kitabı olsun olmasın, kendi ürettikleri şiirlerle, yazılarla, kitaplarından okudukları bölümlerle yine bir arada olmanın keyfine vardık.
Biz “Edebiyatçılar Grubu” olarak hep var olarak daha pek çok etkinliklere imza atmayı hem kendimiz, hem de edebiyatseverler adına görev biliyoruz.
Daha pek çok güzel etkinliklere…
Okan Oruk: Öncelikle ilkini düzenlediğimiz Poetry Slam etkinliğinin Hamburg´ta, bu ve bunun gibi etkinliklere öncülük etmesi temennisiyle başlamak istiyorum. Birbirinden kıymetli yazar ve şairlerin eserlerinden birer parça okumaları, içtenliklerini ve tecrübelerini biz yazarlara ve edebiyata gönül vermiş katılımcılarımıza aktarmaları çok güzeldi.
Biz bu etkinlere devam ettiğimiz sürece edebiyatı sevdiğini unutan veya edebiyatı tanımak isteyen yeni okuyucuların, katılımcıların ve hatta yeni yazarların da çoğalacağı yönündeki inancım tam. Tekrar etkinliğimize dönersek, ben yeni yazar ve şair arkadaşlarla tanışmaktan, sohbet etmekten, fikir alışverişinde bulunmaktan kendi adıma çok keyif aldım. Değişik tarzlarda ve renklerde birbirinden güzel, emek harcanarak yazılmış eserlerden bir parça da olsa dinlemek, onlarla beraber 10 dakika aynı duygu ve heyecanı hissetmek ayrıca güzeldi. Yukarıda da belirttiğim gibi bu tür etkinliklerin devamının gelmesi dileğimle emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Süleyman Deveci: Bu defaki büyük etkinliğimizin ayrı bir önemi vardı. Bazılarına abartıyormuşum gibi gelebilir ama bu denli etkinliklerin ben tarihsel yanları olduğuna inanıyorum. Yine yeni bir ilke imza atarak hem göçmenleri, hem de yazarlarını Poetry Slam ile tanıştırdık. Belki hiç adını dahi duymadıkları bir etkinliğin ne kadar da tadına doyulmaz birçok muhtevası ve yanı olduğunu keşfettiler. Etkinlik bitmeden gelecek slam için dört yeni katılımcı adayın ilgisi, bir dahaki etkinlik listesine girme arzuları bunun küçük bir kanıtı. Evet doğum günümüzdü, muhteşem bir event ile, şaşaalı bir kokteylle doğum günümüzü kutlamayı ister miydik bilmiyorum. Bence oldukça alçakgönüllü boyutlarda ama zengin, renkli ve doyurucu içeriklerle iyi bir iş kotardığımız ortada. Bu etkinlik ile birlikte Almanca’ya da zarif bir giriş yapmış olduk. Edebiyatın kalbinin heyecanla attığı bir yerde bile bile kendimizi dışlamak veya daraltmak bize yakışmaz diyerek kolları sıvadık. Bir bütün olarak bakıldığında bu yönde ilk etkinlik olmasına rağmen yazar dostlardan böyle ilgi ve destek görmesi bir diğer sevindirici gelişme idi. Tahmin ettiğim gibi üçüncü dördüncü Poetry Slam’i bulmadan o salonun bize dar geleceğini şimdiden burada iddia ediyorum. Zira halkımız şiiri de, yazmayı da çok sever. Biz de insanlara heybesindekileri dökebilecekleri, izleyicilere sunabilecekleri bir platform sunuyoruz. Bunun için kimsenin yazar olması veya kitabının yayımlanmış olması gerekmiyor. Katılım koşullarını yerine getirmesi yeterli. Bir nevi serbest kürsüde 5-10 dakikalık özgürlükte isteyen istediği konuyu istediği gibi ele alabiliyor.
Bir yıl göz açıp kapayana kadar geldi ve gitti. Gerek grupta faaliyet gösteren yazar dostlarım açısında, gerek Hamburg’daki edebiyatsever çevreler açısından olsun yoğun ve hızlı bir tempoda cereyan etti. Bu bir yıla inişli çıkışlı neler sığmadı ki? İmza günü, eserlerini tanıtma etkinliği, ilk büyük buluşma, ilk poetry slam, bir yayıncı, bir ressam ve yazar, iki de şair ağırlama. Bu yıl sona ermeden yine iki önemli etkinlik Hamburgluları bekliyor. Hakkımızda her gün yeni bir yakıştırma ve söylemler duyuyoruz. Yaptıklarımız ortada, neci, kimci olduğumuz, gerçekten de derdimizin ne olduğu yaptıklarımızda saklı. Edebiyatı bizler çok seviyoruz, sevdirmeye de devam edeceğiz. Zira onunla hayatın çok daha tatlı ve yaşanılır olduğunu biliyoruz, yaşıyoruz. Edebiyatı seviyorsanız, yazıp çiziyorsanız, kitapsız hayat olmaz diyorsanız bizi izlemeye ve salt sosyal medyada değil bizzat etkinliklerimize katılıp destekte bulunmaya devam edin derim.
20.09.2022