Göçmen/Yabancı Düşmanlığı Toplumu Zehirliyor
Göçmen/yabancı düşmanlığı çok tehlikeli bir tırmanış içinde. Derin ekonomik zorluklar içine itilmiş halk katmanları faşist partilerin/oluşumların kışkırtmasıyla özellikle Suriyeli sığınmacılara karşı neredeyse burunlarından solur hale gelmiş/getirilmiştir. Durum çok hassastır. Faşist partiler kan/oy kokusu almış köpekbalıkları gibi oluşan hassasiyeti istismar ederek semirme peşine düşünce mesele çok daha kırılgan hale gelmiştir. Hatta Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi gibi siyasal varlıklarını salt bu meselenin istismarı üzerine kurmuş partiler de türemiş durumda. Hemen bütün düzen partileri de siyasal ikbal uğruna sorun üzerinde tepinmektedirler.
Sözkonusu partiler kitlesel desteklerini artıracağı beklentisiyle sorunun boyutlanmasını istiyor, daha ötesi ve kötüsü mütemadiyen kaşıyorlar da. Oluşan hassas durumun sığınmacılara karşı olası katliam, linç girişimlerine sebebiyet verebilme ihtimalini zerre kadar önemsemeyecek derecede gözlerini kan/oy bürümüş durumda.
Zor ve çetrefilli bir süreç
Milyonlarca yabancı insanın on yıl gibi kısa sayılacak bir süre içinde herhangi bir ülkenin şehirlerine hiçbir planlama yapılmadan, entegrasyona dönük önlemler alınmadan dağı(tı)lmasının sığınmacılar ve yerli halk açısından sorun yaratmaması mümkün değildi. Öyle de oldu. İlk elde sayılabilecek; işsizliği, iş bulabilme imkanlarını, ev kiralarını artıran bu durum yerli emekçi halkın yaşam mücadelesini daha da zorlaştıran etkilerde bulundu.
Göçmen nüfusun en büyük bölümünü oluşturan Suriyeli sığınmacıların, dilini bilmedikleri, kültürüne aşina olmadıkları topraklarda kaygı ve endişe içinde kendi içlerine doğru büzüşmesi, korunma güdüsüyle gettolar halinde yaşamaya başlaması sorunu daha da katmerlendirdi. Bu son derece anlaşılır insani refleks ürünü tutum alış, onları daha göze batar hale getirdi. Aynı saiklerle Almanya, Fransa, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde gettolar halinde yaşayan göçmen Türkiyelilerin maruz kaldıklarına muhatap olmaya başladılar: Aşağılanma, düşmanca tutumlara maruz kalma, ırkçı saldırıların hedefi haline gelme.
Ekonomik krizin etkisinin derinleşmesi oranında sözkonusu saldırgan tutum da artmaya başladı. Başta da belirttiğimiz gibi oy peşine düşen partilerin konuyu istismar eden, yangına benzin döken kışkırtıcı tutumları meseleyi çığrından çıkma noktasına taşıdı. Sığınmacılar her an her yerde, bugüne kadar çok sayıda örneği yaşanmış linçe varan saldırıların hedefi haline gelmiş/getirilmiş durumda. Konu toplumsal bir hezeyan noktasına varmaya yüz tutmuştur.
Suriyeli sığınmacıların çeşitli sebeplerle AKP’ye/Erdoğan’a duydukları yakınlık özellikle laik kesimlerde onlara karşı duyulan öfkeyi artıran etkide bulunmaktadır. Cihatçı güçlerle yakın ilişki içinde olduklarına dair kanaat ve bunun gericiliği derinleştireceğine ilişkin kaygılar da Suriyeli göçmenlere karşı düşmanlığı büyütmekte, beslemektedir.
Sonuç olarak yerli emekçi halk, içine itildiği yoksulluk ve geçim darlığı koşullarında daha büyük bir hızla, ekonomi, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik gibi alanlarda yaşanan sorunlardan göçmenleri sorumlu tutan, onları günah keçisi haline getiren bir bakışa savrulmaya başlamıştır.
AKP yaşananların failidir
Tüm bu sürecin faili AKP iktidarı, toplumsal hayatın içine adeta pimi çekilmiş bir el bombası bırakmıştır. Mültecileri hiçbir hakka, hukuka, güvenceye sahip olmadan deyim yerindeyse ortalığa atmış, kaderlerine terk etmiş; ortaya çıkan sorunların yükünü de yerli emekçi halkın sırtına yüklemiştir. Sonuç olarak örgütsüz bu iki emekçi halkın birbirine düşmanlaşması için gerekli koşullar oluş(turul)muştur.
Kendisini Suriyeli göçmenlerin hamisi olarak göstermeye çalışan AKP onları Avrupa Birliği’yle ilişkilerinde bir gelir kapısı ve kendisine siyasi avantaj sağlayan piyon olarak kullanmaktadır. Onca hamasete karşın sığınmacılara mülteci statüsü bile vermemiştir. Sadece bu bile AKP’nin konuya nasıl ikiyüzlüce yaklaştığını gösteren çarpıcı bir örnektir. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 2019 yılı Ağustos ayında yaptığı bir açıklamada bu ikiyüzlü tutumu maharetmiş gibi şöyle ifade ediyordu:
“Eğer bir kişi mülteci olarak kabul edilirse, terk ettiği ülkeye dönme olanağı kalmadığı gibi, gittiği ülkede de çok daha fazla yasal hakka sahip oluyor ve geri gönderilmesi hiçbir şekilde mümkün olmuyor. Göçmenler ise gittikleri ülkenin yerel politikalarına ve kurallarına tabi olurken, mülteciler uluslararası hukuk ve anlaşmalarla korunuyor. Türkiye ise Cenevre Anlaşmasındaki coğrafi kısıtlamalardan dolayı, sadece batılı ülkelerden mülteci kabul ediyor. Türkiye’nin toplam 28 mültecisi var.”
Aynı İçişleri Bakanı iki gün önce yaptığı açıklamada da Suriyeli göçmenlerin gayri kanuni ve gayrı ahlaki biçimde nasıl sömürüldüğünü ve üst düzey yöneticisi olduğu devletin buna nasıl göz yumduğunu şöyle itiraf ediyordu: “Fabrikanda Suriyeliyi çalıştır, sömür, sigortasını yaptırma. Sonra ayak ayak üstüne at, ‘Ne olacak bu Suriyelilerin hali’ de. Bir milyon insan gidecek. Kim isyan edecek biliyor musun? O iş sahipleri.”
Seçmen desteğini artırmanın yolu olarak göçmen düşmanlığı
Milyonlarca göçmenin varlığı, yapılan çok sayıda araştırmaya göre halk nezdinde en temel sorunlardan biri olarak görülüyor. Aynı araştırmalar konunun geçim sıkıntısı ile birlikte oy verme davranışını etkileyen konu başlıklarından biri olarak görüldüğünü de ortaya koyuyordu. Bu gerçeklik düzen muhalefeti partilerini hızla sorunu istismar eden bir duruşa taşıdı. Dünyada yakın zamana ait örneklerde olduğu gibi göçmen düşmanı tutumun nasıl oyları artıran bir kaldıraça dönüştüğü tecrübe edilmişti ne de olsa.
Donald Trump’ın başkanlığa ulaşma süreci çok çarpıcı bir örnektir bu hususta. Trump seçilmeden 4 yıl önce 2013 yılında daha sonra takınacağı tutumun 180 derece zıttı bir pozisyonu savunuyordu. Muhafazakar Siyasi Eylem Konferansı’nda (CPAC) yaptığı bir konuşmada, ABD’deki 11 milyondan fazla yasadışı göçmenin tümüne af ve vatandaşlık çağrısında bulunmuş “doğru olanı yapmak zorunda kalacaklarını” ilan etmişti. Ötesi, yasal göçü milyonlarca kişiyle çarpıcı bir şekilde genişletmeye de çağırıyordu.
Aynı Trump başkan adayı olduktan sonra Meksika’nın ABD’ye tecavüzcüler gönderdiğini ilan eden bir konuşma yaparak Amerikan siyasi tarihindeki en sakil ve şiddetli göçmen karşıtı kampanyalardan birini başlattı. Meksika ABD sınırına duvar öreceğini ve faturasını Meksika’ya ödettireceğini taahhüt ederek seçildi.
Donald Trump’ın göçmen düşmanlığı yaparak iktidar oluş hikayesi esinleyici bir örnek oldu. İktidara giden kestirme yolu gösteren yanıyla düzen partileri nezdinde göçmen düşmanlığını önemli bir silah haline getirdi.
AKP, sorunun kendi kitlesel desteklerini aşındıran etkisini görmüş durumda. İstanbul’a yeni sığınmacı kabul edilmeyeceğinin açıklanması gibi kimi idari tedbirler bu aşınmayı durdurma gayretinin ürünü. Son olarak Erdoğan’ın açıkladığı 1 milyon sığınmacıya Kuzey Suriye’de konut yaparak geri gönderme sözü de öyle. Kuşkusuz 1 milyon sığınmacıya konut yapma yönlü politikanın, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgede demografik yapıyı değiştirme ve daha genel planda Suriye’deki emperyalist çıkarları hakim kılmaya dönük önemli boyutları da var elbette.
Göçmen/yabancı düşmanlığı yapmak insanlığa sırt çevirmek demektir
Emperyalistler ve işbirlikçisi ülkelerin müdahalesi zemininde oluşan sorun çok zorlu ve katmanlı. Kendilerine göçmenlik/mültecilik statüsü bile verilmeyen bu insanlar sözkonusu müdahalenin mağdurlarıdır. Onlarla (elbette egemenleri ile ve dahi insanlık, savaş suçu işlemiş olanları ile değil mazlum ve mağdur emekçi halkları ile) dayanışma içinde olmalı, ortak yaşama ve örgütlenme araçları yaratmalıyız. Ülkelerinden koparılmış bu insanlara karşı empati duygumuzu yitirdiğimiz anda insanlığımıza da sırt çevireceğimizi, bunun bizleri Avrupa’da on yıllardır Türkiyelilere karşı her türlü kötülü yapan ırkçılar derecesine dönüşeceğini akılda tutmalıyız.
Sosyalistlerin, devrimcilerin sorunu bütün noktalardan gören ve ona göre çözüm sunan bir planı olmalı. Avrupa Birliği ile yapılan ve sığınmacıların başka ülkelere gitmelerine engel olan “Geri kabul anlaşması”nın iptalini istemek, halklar arasında düşmanlığın oluşmasını engelleyecek entegrasyon politikalarını savunmak gibi.
Kuşkusuz kendi vatandaşlarını sefalet ve yoksulluk içine iten bir iktidarın göçmenlere insanca bir yaşam sunması beklenemez. AKP’nin her alanda olduğu gibi bu alanda da sergilediği ikiyüzlü tutumu teşhir etmek, sığınmacılara da bunu anlatmamız gerek.
Ve elbette emekçi halkları göçmen düşmanı, şovenist propagandanın etkisinden kurtarmaya çalışmak başat görevimiz olmalı. Kuşkusuz bu sorunun en temel çözümü sosyalist solun önemli bir toplumsal güç merkezi haline gelmesiyle mümkün. Bunun yokluğu koşullarında yığınlar faşist propagandanın zehirleyici etkisi altında sorunun kaynağına değil, mağdurlarına yönelmeye meyilli olacaklar/oluyorlar.