Karl Marx ve Friedrich Engels, ortak eserleri Alman İdeolojisi’nde, “Tek bir bilim tanıyoruz, tarih bilimi” diye yazmışlardı. On yıllar sonra Engels, Marx’ın mezarı başında yaptığı konuşmada, silah arkadaşının en önemli iki keşfinden birini tarih alanında yaptığını söyledi.
Diyalektik materyalizmin toplumların gelişimine uygulanması tarihsel düşünceye ilk kez bilimsel ve metodolojik bir temel kazandırdı. Tarihsel materyalizm, Kapital’lerin yazılmasıyla birlikte evrensel bir paradigma haline geldi ve dışındaki bütün tarih yazımlarını kendilerini gözden geçirmeye zorladı. Aynı zamanda saldırı ve eleştirilere maruz kaldı.
Materyalist tarih anlayışının zamanımızdaki önde gelen hasmı, bilimsel statüsünü reddetmekle yetinmeyip, “tarihin sonu”nu ilan edecek kadar ileri giden postmodernizmdir. Emperyalizm ürünü bu yoz akım, dünya ve Türkiye solunun tarih anlayışları üzerinde, ciddi bozulmalar ve sapmalar yaratabilecek kadar etkindir. Tarih yorumlarında sadece gericiliğin en kötü biçimlerinin mirasını değil, orta çağdan bugüne kadarki ilerici birikimin inkarını temsil ettiği için de öncüllerinden daha tehlikelidir.
Aydınlanma öncesi ve sonrası
Klasik tarih felsefesi dünya tarihine bakışta teorik yaklaşım yönünde bir seyir izler. Bunlar kabaca Aydınlanmacı, romantik, Hegelci ve Marksist tarihselcilikler başlıkları altında sıralanabilir. Tarih biliminin özünü oluşturan tarihselcilik ilkesi her bir versiyonda farklı şekillerde yorumlanmıştır.
Augustinus’tan Bossuet’e uzanan teolojik ya da Hıristiyan tarih anlayışı, insanlık tarihinin ilahi takdirce belirlenen tek, evrensel plan boyunca ilerlediği görüşüne dayanıyordu. İtalyan N. Machiavelli, J. Bodin gibi Rönesans dönemi siyaset felsefecileri tarihin feodal-teolojik yorumundan kopuş yönünde önemli adımlar attılar.
Felsefi düşünce Platon’dan Descartes ve Spinoza’ya gelinceye kadar tözcülüğün, yani mutlak, değişmeyen ve kalıcı olana odaklanmanın ötesine geçemedi. Bu, olgusal süreçlere ve “insan doğası”na tarihsel yaklaşıma engeldi.
Tarihi teolojinin etkisinden kurtarmak, sekülerleştirmek, öznesinin Tanrı değil insan olduğunu kanıtlamak Aydınlanma düşünürlerine düştü. Tarihi doğal ve insanal yasalarla açıklayan Aydınlanma düşünürleri, tarihsel düşüncede bir ilerlemeyi temsil ediyorlardı. Bununla birlikte, yorumlayışları yalnız idealist değil, aynı zamanda özcüydü. “Doğal hukuk” (J. Locke, J.-J. Rousseau, C. Montesquieu), “doğal din” (D. Hume), “doğal ahlak” (d’Holbach) terimlerinde olduğu gibi.
Tarih felsefesi kavramını ilk kullanan Voltaire’dir. Buna rağmen Aydınlanmacılar tarihsel gelişmeyi insanın zihniyle özdeşleştirmenin, “daha az mükemmel”den “daha mükemmel” biçimlere doğru ilerleyen düzenli, zikzaksız ve çizgisel bir hareket olarak tarif etmenin ötesine geçemediler. Marx öncesinde Avrupa tarih felsefesinde tarihselciliği en üst noktasına ulaştırmak için Hegel’i beklemek gerekecektir.
Romantik-muhafazakâr tarihçilik
Tarihselci yaklaşım, 18. yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın başında Almanya’da ortaya çıktı. Orta çağı idealize ederek Aydınlanmacılığa ve tarih yazımına cephe alan Alman tarihçileri ve hukuk okulu (F.K. Savigny, K.F. Eichhorn) tarihin rasyonalist açıklamasını reddettiler. Gerici yaklaşımlarına rağmen halkların son durumlarının uzun bir tarihsel gelişmeye dayandığında ısrar etmekte haksız değildiler. Kapsamlı araştırmalar ve tarihsel kaynaklara odaklanarak devlet ve hukuk alanında olumlu katkılarda bulundular. Aydınlanma düşünürlerinin “doğal hukuk”, “doğal ahlak” kavramlarına karşı çıkan romantik tarihçiler, hukukun, dinin ya da ahlakın insan doğası gereği ebedi ve değişmez olduğu fikrine karşı tarihselliklerini savundular.
Aydınlanmacılık karşıtı bu tarz tarihçilik Alman muhafazakâr düşüncesinin önemli bir bileşeniydi. Ayırt edici özelliği Aydınlanma rasyonalizminin, sosyal ütopyacılığın (muhafazakarlık doğası gereği distopiktir) ve mekanik tarih anlayışının eleştirisine dayanması, devrimlere ve yapısal dönüşümlere karşı çıkmasıydı. Muhafazakâr düşünce, Aydınlanma rasyonalizminin aklı yerine, toplumun geçmişi ve kökeniyle bağlantılandırdığı gelenekle özdeş tarihi koymaktaydı. Fransız Aydınlanması akılcılığa ve tarihsel ilerleme ilkesine dayanırken, Alman romantik tarihselciliği geçmişin şimdi için önemine vurgu yapmaktaydı.
Hegel
Hegel dünya tarihini tinin zaman içinde kendini açması, Tin’in bir çeşit geçit töreni olarak resmetti. Tin’in gelişimi süreci daha iyiye, nitelikçe daha yüksek olana doğru bir ilerleme süreciydi. İnsanda Tin önce söz, konuşma, öz bilinç olarak ortaya çıkıyor, sonra doğa, maddi kültür, emek araçları, uygarlık olarak Tin’in türevleri biçiminde tezahür ediyordu. Diyalektik yasa düşünce kadar dış dünyada da geçerliydi, ama düşünceden bağımsız madde olarak değil, Tin’in yabancılaşmış hali olarak. Özne-nesne ayrımını ortadan kaldırması Hegel’in diyalektiğindeki metafizik ve mistik kabuğun ifadesiydi.
Yine de tarihselciliğin Marx öncesindeki doruk noktası Hegel’dir. Engels’e göre tarihsel gelişmenin iç bağlantısını göstermeye çalışan ilk filozoftur. Hegel, tözcü yoruma, yani antik, orta çağ ve modern Avrupa tarihi boyunca şeylerin mutlak ve değişmez oldukları, her zaman var olan olarak kalacakları savına karşı, tersini, “bir zamanlar var olan, ancak şimdi var olmayan göreceli, geçici, değişken” olduklarını savundu. Tarihsel değişimlerin önemsizleştirilmesini ve tarih üstü, özcü “insan doğası” anlayışını reddetti. Esas olanın değişim ve dönüşüm, eski biçimler reddedilirken korunarak aşılması olduğunu gösterdi.
Marx ve Engels
Tarihi bilime dönüştüren Karl Marx ve Friedrich Engels, materyalist tarih anlayışını hiç yoktan icat etmediler. Bilimsel bir yöntem ve teorik yaklaşım geliştirirlerken, sıkı bir eleştiriden geçirdikleri kendilerinden önceki bazı tarih anlayışlarından yararlandılar. En başta Hegel’in diyalektik yöntemini ve Feuerbach’ın materyalizmini, yanı sıra sınıf mücadelesini keşfeden Fransız devrimi tarihçileri Therry, Mignet, Guziot’yu anmak gerekir.
Marx’ın Hegel’den ödünç aldığı diyalektik yöntem, ondan farklı, hatta tam tersidir. Marx diyalektiği yalnız doğanın ve toplumun ontolojik bir öğretisi olarak değil, gerçekliği kavramanın bilimsel yöntemi olarak da kullandı. Aynısı Feuerbach’ın diyalektik dışı, mekanik materyalizmi için de geçerlidir.
Sonuç olarak Marksist tarihselcilik, İnsanlık tarihini tarih üstü fikir ve ilkelerin uygulama süreciyle açıklayan Fransız aydınlanmacılarından da, diyalektik ama tinin tarihine indirgeyerek idealist bir temel üzerinde kurgulayan Hegel’den de farklıdır. Toplum ile doğanın tarihi arasında ayrılmaz bir bağ kuran Marx ve Engels, tarihsellik anlayışlarını, toplumun maddi temelleri ve nesnel gelişme yasaları üzerine kurdular. Tarihsel gelişmenin temelinde maddi koşullar, maddi malların üretimi bulunuyordu. Böylelikle, Hegel’in idealizme, teleolojiye ve ilahi takdire dayalı yorumunun ve tarihsel gelişmeyi Prusya şahsında anayasal monarşide dondurmasının sonu getirilmiş oldu.
Materyalist tarih anlayışı
Marx, diyalektik materyalizmin yasalarını tarihe ve toplumsal gelişmeye uygulamış, tarih boyunca toplumsal gelişim mekanizmasının genel tablosunu, kendi deyişiyle “toplumun ekonomik biçimlenmesinin ilerlemesindeki çağları” Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz’de özlü bir şekilde formüle etmiştir. Materyalist tarih anlayışının temel kavramları, maddi üretim güçleri ve üretim ilişkileri, bunların çelişkili birliğini temsil eden üretim tarzı, sosyal varlık ve bilinç, iktisadi temel ve siyasi üstyapı, toplumsal devrim ve tarihsel üretim tarzları gibi kendi geliştirdiği kavramlardır. Böylelikle, Hegelyan felsefenin tarihe ve topluma uygulanmak bakımından gerçek bir karşılığı olmayan modelinin yerine, çok boyutlu ve sistematik bir bilimsel irdeleme ve açıklama yöntemi geliştirilmiştir.
Marx ve Engels, tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu söylemekle yetinmediler, onun temelinde yatan mekanizmayı da açıkladılar. Tarihsel sürecin itici gücü üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkidir. Bütün toplumsal formasyonların gelişme ve çöküşlerinin altında yatan mekanizma budur. Toplumdaki bütün çelişki ve çatışmaları şiddetlendiren, sınıf mücadelesini hareket ettiren, bunlar arasındaki uzlaşmaz çelişkinin nihai çözümünü sağlayan toplumsal devrimdir. Eski siyasi üstyapı, altyapının gelişmesinin önünde bir engel haline geldiğinde siyasal devrim gerçekleşir. Sınıf mücadelesi önünde sonunda ezilen sınıfların eski siyasi üstyapıyı ve altyapıyı tasfiye ederek yenisini kurmalarıyla sonuçlanır.
Materyalist tarih anlayışı, toplumsal olguların yapısal bileşenlerinin içsel bağlantılarını, bunların zaman içerisinde (süreç) iç içe geçişlerini ve art arda gelişlerini, dolayısıyla niteliksel dönüşümlerini ve bir yapıdan başkasına geçiş yasalarını ele alarak kendinden önceki tarih felsefelerini aşar. Üretim tarzlarının iç içe ve art arda dizilişlerine dayanan dönemleştirme yaklaşımı, toplumların bugüne kadarki gelişmeleri açıklamaktan aciz idealist tarihçiliğin saltanatına son verir.
Tarihin itici gücü, burjuva tarihçilerinin dedikleri gibi fikirler ya da büyük devlet adamları değil, sınıf mücadeleleri, halk kitleleri ve devrimlerdir. İdealist düşünürler tek yanlı olarak tarihin taşıyıcılığını üstyapı kurumlarında aradılar. Marx ise üstyapıyı altyapının belirlediği görüşüne dayandı. İddia edildiği gibi bu ekonomik determinizm değildir. Ekonomik determinizm, söz konusu Marksist önermenin mutlaklaştırılması; ideolojilerin, siyasetlerin tarihsel süreçte aktif rolünün görülmek istenmemesi; üstyapı ile altyapı arasındaki ilişkilerin diyalektik bir bütünlük ve etkileşim içerisinde devindiklerinin kabul edilmemesidir.
Marx’ın yaklaşımı tarihi kendi başlarına var olan olaylar dizisi olarak değil, birbirleriyle ilişkili bir sürecin parçası olarak görmemizi, önemliyle önemsizi, birincil olanla ikincil olanı ayırt etmemizi, politikayla ekonomi, sınıflarla ideolojiler arasında doğru bağlantı kurmamızı sağlar.
Marksist tarihselcilik
Marksist tarihselcilik ele alınan olguyu, ortaya çıkışı ve gelişimi, bu gelişimin hangi aşamalardan geçtiği ve ne gibi niteliksel bir değişim geçirdiği, itici güçlerinin ne olduğu, ek olarak her aşamadaki öteki olgular ve koşullarla bağlantıları içinde inceler. Dolayısıyla herhangi bir olgu ve sürecin sadece toplumsal yapının ve dinamiklerinin unsurları olduğu gerçeğini ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda onun geçmiş ve gelecekle bağlantılı sürekliliğini de gösterir. Tarihsel materyalizm bu sayede dünyayı yorumlarken dönüştürmenin de yolunu gösterir.
Tarihselcilik ilkesi Marksist-Leninist dünya görüşünde vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Doğanın, toplumun ve düşüncenin gelişim yasalarını incelerken ısrarla bu yolu takip eder. “Tarihin sonu”nu ilan eden ya da kapitalist toplumun ebediliğini savunan burjuva ideologlarının bu ilkeye düşmanca tutum takınmalarının sebebi budur.