in ,

Süleyman Deveci: Solcu Öğretmenin İşkencecisi

Öykü

Öğretmen gözbağı olmaksızın onun karşısındayken, “sizden korkmuyorum” demişti. “Bir avuç vatan hainine papuç bırakacağımızı mı sandınız?” diye sormuşlar, yanıtı beklemeksizin, “Konuş! Bildiklerini anlat!” diye öğretmenin bir an bile düşünmesine izin vermemişlerdi.

İnsan nasıl hem öğretmen, hem de solcu olabilirdi? Genç dimağları gavurun hain düşünceleriyle zehirlemek de ne demekti? Hiç mi vicdan yoktu bu komünistlerde, Allah korkusu, insanlıktan nasip? Hocanın herhangi bir örgütle ilişkisi olmadığı açığa çıksa da polis memuru Nuri’nin duracağı yoktu.

Nuri aslında işkenceci de değildi. Ama zamanla baka izleye öğrenmiş, insanları o halde görmek hoşuna gitmişti. İstediğine canının istediğini bal gibi yapabilirdi. Yoksa örgütmüş, sırlarmış umurunda değildi. Gerçi her konuşturulan ve gerçekleştirilen operasyon sonucu elde edilenler için kıdem, ikramiye, ödül söz konusuydu. Ama o kadar çok pusuya yatmış akbaba varken sıranın kendisine gelmesi neredeyse imkansız gibiydi.

Solcu öğretmeni adam edecekti. Maksat onu konuşturmak değildi. Zaten ne biliyorsa çoktandır biliniyordu. Onu öyle tehdit edecekti ki öğretmen bir daha siyasi fikirlerle haşır neşir olmayacaktı. “Hoca sana siyaset yasağı koyuyorum!” dedi. Gözbağı açık dişinden, ağzından, cinsel organından, makatından elektrik yiyen öğretmen bir anlam veremedi. Nasıl olur da sıradan bir polis memuru, sıradan bir öğretmene siyaset yasağı koyabilirdi? Nuri oysa ne valiydi, ne de kaymakam. İl idaresinde herhangi bir rolü ve önemi olmadığından emindi. Milli Eğitim ile de herhangi bir ilgisinin olmadığı kesindi.

Devletin bir memurunun bir diğer memura siyaset yasağı koyması nerede görülmüştü? Yoktu, bilmiyordu benzer bir örneğini. Nuri, öğretmenin cevap dahi vermediğini görünce ciddi bir sonuç alamayacağından emin oldu. Anlaşılan hoca direniyordu. Ona direnmenin ne demek olduğunu gösterecekti. Eline komünist bir mahlukat düşmüştü, dersini vermeden bırakmak olmazdı.

Solcu öğretmeni artık gıkı çıkmayacak kadar farklı kalınlıklardaki sopalarla falakaya yatıran Nuri, yorgunluktan bitap düştü. Her inen sopayla yılların ezilmişliğinin, hiçleştirilmişliğinin intikamını alıyor gibiydi. Onu kimseler görmezden gelemezdi. O devletti. Hatta devletin ta kendisiydi. Öğretmenlere, üniformalılara saygı göstermeleri gerektiğini öğretecekti.

Nuri işkenceci mesai arkadaşlarını daha çok gözlemlememiş olmasından yakındı. Şimdi kim bilir daha neleri uygulayabilirdi bu lanet öğretmenin üzerinde. Sırf elektrik ve falakayla hem kendisi, hem de öğretmen yetinmek zorundaydı. Yapacak bir şey yoktu. Misafir umduğunu değil bulduğunu yiyecekti.

Polisin kaba ve ağır işkencelerine artık daha fazla dayanmayan öğretmen yalvarmaya başladı: “Tamam yeter! Yeter! Ne isterseniz yapacağım!” dedi. Nuri oynamaya başladı, “annamadım, ne didin, ne didin?” Öğretmen zar zor soluk alıp verirken, “tamam, tamam sizin dediğiniz gibi olsun! Siyaseti an itibarıyla bırakıyorum!” dedi.

Polis memuru Nuri içinden bayram etse de, büyük bir zaferi kazanmış olmanın mutluluğuyla patlamak üzere olsa da belli etmedi. Sevincini göstermeyecekti bu mahlukata. Onun yerine zevkine birkaç sopa daha vurdu. “Demek siyaseti bırakmak yeter zannediyorsun ha?” diye sordu.

Daha çoğunu alabilirdi. Bir kere çözülmeye başladılar mı onlardan her şeyi alabilirsin, demişti tecrübeli bir mesai arkadaşı. Konuşmaya bir defa başlayanın bir daha nerede duracağı belli olmaz fikrinden hareketle Nuri falakanın da, cereyanın da hem dozunu, hem süresini uzattı. Uzattıkça öğretmen isimler vermeye başladı. Dayak ve elektrik dayanılacak gibi değildi. Ayrıca Nuri´nin kendisini öldüreceğinden emindi. Ne yapsa durmuyordu adam. Oysa o henüz ölmek istemiyordu. Daha yaşamak, öğrenciler yetiştirmek, onların büyüyüp mezun olmalarını görmek, hayatı iyi kötü yaşamak istiyordu.

Aklına önce sol dergiler ve kitaplar satan, kendisinin de düzenli gittiği kitapçı Rıfkı geldi. Sonra adı solcuya çıkmış mahalle berberi Ökkeş’in adını verdi. Manavın çırağı Arif’in de sol bir fraksiyonun sempatizanı olduğunu duymuştu ama hangi örgüttü tam olarak bilmiyordu. Nuri peş peşe aralıksız elektrik veren manyetoyu çevirdikçe “tamam abi istediğiniz hangi örgüttense ondan olsun. İfadeyi ben imzalarım!” dedi. Aklına alışveriş yaptığı kasap Cemal, apartmana süt getiren Mahmut Emmi geldi. Otobüs durağının yanındaki ayakkabı tamircisi Yadigar da solcular gibi pala bıyık bırakıyordu. Rakam tamamlandı. Öğretmenin içine bir acı, derin bir suçluluk duygusu çökse de sancılarının şiddetinden üzerinde durmadı.

Vicdan muhasebesi, pişmanlık şu an acilen ertelemesi gereken konulardı. Elini Nuri’nin manyetoya ve falaka sopalarına götürmemesi gerekiyordu. Gerisi boş ve anlamsızdı. Ölürse geriye vicdan azabı duyması için hiç bir nedeni kalmayacaktı.

Gün, hayatta kalma günüydü. Yıkılmama, ayakta kalma günüydü. Biraz daha işkence görürse sakat veya engelli kalacağı kesindi. Ona bakacak yakın çevresinde kimi kimsesi yoktu. Nuri onun derin düşüncelere dalıp gitmesini hâlâ kendisinden bir şeyler saklanmasına yordu.

“İsim ver lan? Beni mi kandırıyorsun? Film koptu olum? Yolun sonuna geldin!” gibi laflar ediyordu. Öğretmen hangi şahısı ele verirse versin, Nuri devam ediyordu. Daha fazlasını istiyordu. Öğretmene dayağın azalmaktan çok arttığı duygusu hakim oldu. Bu adam resmen öldürecekti kendisini.

Aklına daha başka isim gelmiyordu. Başka şehirde yaşayan eniştesi Refik geldi gözlerinin önüne. Sonra da amcasının oğlu İrfan. Kuzenlerinin adlarını verdiğine pişman olsa da iş işten geçmişti. Gıcık olduğu asker arkadaşı Münir’i ispiyonladı. Nefret ettiği mahalleli Avni, kahveci Bekir, asılsız kerhane hikayeleriyle meşhur Kerhaneci Teslim ile Almancı Hafız’ın adlarını verdi.

Aç Nuri doymadı. Öğretmen aklına gelen tanıdığı, bildiği akraba, eş, dost kim varsa artık bir an önce kurtulmak için hepsini solcu yaptı. Rakamlar doksanı geçince Nuri’nin yüzü güldü. Dayağa arada bir mola verip daktilonun başına geçen Nuri, tuşlara her vurduğunda içini garip bir sevinç kaplıyordu. Yazıp imzaladığı ifadeyi öğretmenin okumasına izin vermeden, ellerinden tutup yardımcı olarak imzalattı.

Nuri hem çift maaş ikramiye aldı, hem de kıdemi arttı. Yine de komser yardımcılığından öteye gidemedi. Yılların tecrübeli işkencecileri ona posta koyup işlerine engel oluyor diye onu kara listeye aldılar. Bir başına kalan Nuri sonunda işkencelerine son vermek zorunda kaldı. Zira elinde ne işkence aleti kaldı, ne de falaka sopaları. Bu olay siciline olumsuz not olarak düşüldü. Bir iktidar değişikliğinde kendi başına küçük esnaftan rüşvet ve haraç aldığından dolayı emniyetten atıldı. Onu yakından tanıyan narkotikten memurlar, uyuşturucu satanlardan paylarını alırlarken suç üstü yaptıklarını sadece amiri öğrendi. Amir herhangi bir şey yapmaya gerek görmedi.

Ailesi, çevresi, akrabaları, tanıdıkları ve arkadaşlarınca istenmeyen adam ilan edilip yıllarca kendisine lanet okunan itirafçı öğretmen ise, üç buçuk yıl yatıp çıktıktan sonra mesleğine devam edemediğinden sokakta seyyar satıcılığa başladı başladı. Bir gün tanık olduğu bir olay onu şaşırttı. Tüyleri diken diken oldu. Polis Nuri, işkencecisi, hayatı kendisine zindan eden adam sokakta köşe başında uyuşturucu satıyordu düpedüz.

Öğretmen önce basına haber verdi. Birkaç gazete ve televizyondan muhabir, kameralarıyla hızla olay yerine gelip Nuri’nin peşine düştüler. Öğretmen onun işkenceci bir polis olduğunu defalarca gazetecilere haykırdı.

Dünün işkencecisi bugünün uyuşturucu satıcısı Nuri, ilk sayfaya haber olsa da, manşet olamadı. Onun polis olduğu önce kabul edildi, sonra da meslekten onur kırıcı davranışlarından dolayı atıldığı açıklandı. Sonra bu yanlış bilgi geri çekildi. Orada operasyonda olan bir muhbir olduğu ilan edildi. Nuri’ye hiçbir şey olmadı. Kısa bir süre sonra serbest bırakıldı.

Süleyman Deveci / 30.06.2015

19:00

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

EIB unterstützt Kommunen mit 4 Mrd. Euro-Kreditlinie bei Flüchtlingshilfe

Yazar Aslı Erdoğan Beyin kanaması geçirdi