in ,

Süleyman Deveci: Farklılık

Öykü

Kendi kendini oyalamanın dışında dalıp gitmişti engin düşünce derinliklerine. O enginlikte kimler, neler yoktu.

Tren alışılagelmiş şekilde o gün doluydu. Her gün normalinde o günkü kalabalığın ancak yarısını taşıyan aracın, neden o gün o denli kalabalık olduğu anlaşılamadı. Kameralardan tespit edilebildiği kadarıyla, ayrıca gönüllü çağrılarla daha sonra ifade verenlerin de katısıyla saptandığına göre yolcu sayısı bini bulmuştu. Bu olağanüstü bir rakamdı. Üç yüz ile dört yüz olması gereken kalabalığın ne denli fazla olduğunun açık kanıtıydı.

Anna isimli yaşlıca kadının günün o saatinde kime, nereye gittiği hiç bir zaman açıklığa kavuşmadı. Kadın dolu trene bindiğinde oturulacak boş yer yoktu. Her yer doluydu. Ayakta dikilecek yerlerde bile hatırı sayılır bir kalabalık birikmişti.

Almanya’da Türkiye’deki gibi yaşlılara hürmet edeyim, efendilik olsun diye yerimi vereyim gibi bir davranış sergileyen göremezsiniz. Yaşlılara ve sakatlara ayrılan ufak kontenjan zaten doludur, aslı astarı olmayan şahısların oturup yerleşmesine kimse iyi gözle bakmaz. Kırk yılda bir siz bir farklılık yapıp jest olsun dersiniz, bahsi geçen şahıstan kendiniz zılgıtı yiyebilirsiniz: “Ben yaşlı değilim! Haddinize mi? Size ne benim ayakta dikilmem? Küstah!” gibi laflar işitmek tehlike sınırları dahilindedir.

Anna’nın, vagonun da, trenin de kalabalık olduğuna şaşırmış, öfkelenmiş bir hali yoktu. Gayet sakin görünmekteydi. Bakışlarında garip bir huzur, farklı bir memnuniyet vardı. Onu ilk anda görenler ya kadının öylesi bir ortamda o kadar sakin ve durgun olmasının aptallığıyla bir ilgisi vardır diye düşünürdü, ya da kadının çelik gibi sinirleri var, gün görmüş, düşüp kalkmış, dolu tren vız gelir diye değerlendirebilirdi.

O saatte gideceği yere taksi ile gitmediğine göre parasız biri olabilirdi. Oysa nice milyonerin trenle sırf macera olsun diye seyahat ettiğini çok fazla insan bilmiyordu. O kalabalığın içerisinde olmak, her an patlak verebilecek bir olaya bizzat şahit olmak, eş, dost, akrabayla yeniden bir araya gelindiğinde anlatabilecek malzeme toplamak, merak, zamandan tasarruf, park sorunuyla muhatap olmamak ve daha nice irili ufaklı nedenden dolayı onların yani paralıların da trenle seyahatleri gayet normaldi. Ayrıca paranın kimde, hangi yolcuda olduğunu kim bilebilir ki?

Giyimi, kuşamı ne dikkat çeken, ne çirkin, ne güzel ama yakışık almış biçimde tanımlanabilecek Anna’nın genel görüntüsünde onu deli, farklı, ayrıcalıklı, ortalama sınırının ne altında, ne de üstünde gösteren bir şey yoktu. Milyonlarca insandan biriydi o. Hemen herkesinveya herhangi birinin annesi, ninesi, kaynanası, halası, teyzesi olabilecek biriydi. Tutunacak bir yerden dışarıya bakarken dalıp gitmiş, kim bilir aklı nerede, diye sorabilecek toplumsal muhalif düşüncedekiler “nerede yanlış yaptığına dair düzeni sorgulayan birinin yaptığı muhasebenin derin izlerini taşıyor” gibi değerlendirebilirlerdi.

Saçlarına ak düşmüştü kadının. Hayatın yorduğu biri izlenimini veriyordu Anna. Camdan dışarı bakarken ki görüntüsü garipti, farklıydı, huzurlu ama bir o kadar da hüzünlü gibiydi. Yüz hatları karmaşık ruh halini yansıtırcasına ilgiyle izlenecek, kafa yorulacak, kim bu kadın, ne yapmış, neler yaşamış, hayatı yenmiş mi, yenilmiş mi, amaçlarına ulaşmış, hayatının anlamını çözmüş mü gibi sorular sordurtan cinsindendi.

Kendi kendini oyalamanın dışında dalıp gitmişti engin düşünce derinliklerine. O enginlikte kimler, neler yoktu. Her bir yüz çizgisi ayrı bir tecrübe, bilgelik, gün görmüş geçirmişlik, karanlığı ve aydınlığı yaşamış gibiydi. İnsanın yüzünü okumaya dair kitapları karıştırmayanlar belki o anda pişman oldular. Kadının çevresine yaydığı enerji annelik, ninelik, sevgi, şefkat, kadınlıktan öte insana aradığı, özlediği huzuru veren, hissettiren cinsindendi. Konuşmasanız da, onun tarafına bakmasanız da, istikametine tek bir bakış fırlatmasanız dahi bilinmez bir huzur, tanıdık bir heyecan veriyordu. Evi, çocukluğu, mahalleyi anımsatan bir tanışıklıktı hissetirdikleri.

Bir sonraki durakta inip binenler olunca yakınlarda, camın kenarında bir koltuk boşaldı. Birkaç el geçip oturması için yol açtılar, işaret verdiler, hürmet ve saygı gösterdiler. Anna toplu taşıma araçlarında her günden öte oldukça nadir yaşanan görüntülere vagon ve vagondaki kamera sahne oldu, kayıt aldı. İnsanlık daha ölmemişti.

Acaba kaç yaşında diye kimse merak etmedi. Kadınlar bazen o kadar şaşırtıyorlardı erkekleri, sormamak en iyisiydi. Hem öğrenince ne olacaktı, o yaşlardaki yaşlı erkeklerin moralleri bozulacak, yaşlı yakınlarını erkenden yitirenler tedirgin olup belki de olumsuz düşüncelere bulanacaklardı. Bazılarının yaşı moral bozabilecek kadar uzun veya eski olabiliyordu.

Ne yolcular, ne günün o yoğun trafiği, insanların telaşı, çorap, ağız, çanta, somurtkanlık kokusu umurunda bile değildi. O kendi boyutunda yaşıyor gibiydi. Farklı bir “durun ben size birazdan yapacağımı yaparım; görürsünüz güzel bir gün nasıl olurmuş, anın önemi ve değeri neymiş anlarsınız” der gibiydi.

Oturduğu yerden çevresine yine o doyurgan, garip, merak uyandıran sevecen gülümsemesiyle şöyle bir baktı. Akabinde daldı gitti pencereden. Yanındaki kadın onun kim bilir dalıp da nerelere gitmiş olabileceğine dair kafa yordu. O yaşta birinin Almanya’da çocukluğu ya savaş öncesine, ya da sonrasına denk gelebilirdi. Kim bilir nice acılar, ölümler, göz yaşları görmüştür diye acıdı. Kendi ailesinde de böyle bir sürü acı çocukluk yaşayan büyüklerin varlığını biliyordu. Onlardan neden hep kaçtığını o güne kadar hiç sormamıştı kendisine. Kendisinden, bencilliğinden utandı. Birkaç durak sonra inecekti. İlk yapacağı iş yıllardır aramadığı ailesini arayacak, annesinin halini hatırını soracaktı. Kadının karşısında oturan kadın güya kitap okuyordu. Ama bir kaç satırda bir bakışlarını kadından alamadı. Dalıp gitmişti kadın. Kim bilir nerelere diye kendi kendine sorup durdu. O yaşta bir insan acaba kaç kitap okumuş olur diye sorguladı. Hem o kadar bilgiyi yaşlı bir insan ne yapardı, giderken beraber mi götürürdü? Bir yerlere kayıt düşmek işte tam da bu yüzden şart değil miydi?

Onun yanındaki adam da kadınla ilgilenmiyormuş gibi yapsa da yaşlı kadına bakıp duruyordu. Nerede, kim bilir nice gizli yemek tarifi vardır diye sorup durdu. Eski kuşaktı bu kadın besbelli. Kendi büyükannesinden biliyordu. Yedinci kız arkadaşından da ayrılmıştı. Hiç çaktırmıyordu ama her ayrılışının tek bir nedeni vardı, zamane kadınları yemek yapmayı bilmiyorlardı.

Kadını öyle gören bir genç onda kendi yaşlılığını gördü. O da böyle yaşlanınca kimseye rahatsızlık vermeyecekti. Kendi halinde kendi kendisine yetecekti. Ayaktakilerden bir anne, Anna’nın çocuklarını merak etti. Acaba ona bakıyorlar, ziyaretine geliyorlar, onun sorunlarıyla ilgileniyorlar mıydılar?

Spor çantalı bir kadın acaba uzun yaşamasının sırrı sporda mı, ben de antrenmanlarımı böyle düzenli yapsam bu kadın kadar yaşlanabilir miyim, diye düşündü. Kadın kendisini gören herkese bambaşka duygular ve düşünceler çağrıştırdı. İnsanlar indiler, bindiler. Vagon doldu, boşaldı. Gidilmesi, gelinmesi gereken istasyonlar bir bir ziyaret edildi. Son durakta yaşlı kadından başka kimse vagonda kalmadı. Kızgın ve öfkeli tren makinisti kadını vagondan atmak için hışımla yanına geldiğinde yaşlı kadının oturduğu yerde öldüğünü hemen anladı. Zarif, yaşlı ama farklı bir ölümdü tanık olduğu.

Süleyman Deveci / 29.06.2015

19:55

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Einzelhandel bietet viele Ausbildungsplätze

Ötekilerin çığlığı biz olacağız