in ,

Bir başkadır Venedik’te aşk

TANER AY

1984 Yayınevi, yazar Hikmet Temel Akarsu’nun ‘Duygusal Yolculuklar’ serisinin üçüncü novellası ‘Elveda Venedik’i okurla buluşturdu.

1984 Yayınevi, yazar Hikmet Temel Akarsu’nun ‘Duygusal Yolculuklar’ serisinin üçüncü novellası ‘Elveda Venedik’i okurla buluşturdu. Yazar, estetiğe ve aşkın dönüşümlerine yapılan bir yolculuğun öyküsü olan kitabında, Venedik’i yazan Thomas Mann, Daphne du Maurier gibi yazarların görüşlerine katılıyor, şehrin estetiğinde edebiyatı ve sinemayı besleyen bir yok edicilik görüyor.

Ancak bu yok ediciliği ‘köhnelik’ olarak tanımlayarak ‘Köhnelik ne denli azıyorsa estetik o kadar çoğalıyor bu kentte’ diyor.

TANER AY

Pathos dergisini de çıkaran 1984 Yayınevi yeni bir kitap dizisine başladı. Bu dizinin yayın yönetmeni olan Demir Büyüközkan’ın belirttiğine göre, dizideki bazı kitaplar bibliyofiller için sınırlı sayıda basılacakmış. Dizinin ilk kitabı olan ‘Elveda Venedik’in bu hafta dağıtımı yapıldı. Bilindiği gibi, Hikmet Temel Akarsu’nun ‘Symi’de Aşk’ ve ‘Sozopol’de Sonyaz’ isimli ‘duygusal yolculuklar’ı daha önce yine 1984 Yayınevi’nden çıkmıştı. ‘Elveda Venedik’, yazarın ‘duygusal yolculuklar’ının üçüncü kitabı; onun ‘duygusal yolculuklar’ının dördüncü kitabı olacak ‘Barselona’da Bir Gece’ ise yayına hazırlanıyormuş.

Venedik denince benim aklıma önce Luchino Visconti’nin 1971 yapımı ‘Venedikte Ölüm’ü ile Nicolas Roeg’in 1973 yapımı ‘Karanlığın Gölgesi’ geliyor. Visconti’nin filmi Thomas Mann’ın ilk baskısı 1912 yılında yapılan aynı isimli uzun öyküsünden bir uyarlamaydı. Güzelliğin yaşamı yok edici işlevinin anlatıldığı bir öykü için Venedik’ten daha iyi bir şehir mimarisi seçilemezdi. Bana sorarsanız, Gustav von Aschenbach ve Tadzio, Venedik mimarisinin, onlar çekildiklerinde şehri yerle bir edecek önemdeki tuğlalarıydılar. Roeg’in filmiyse Daphne du Maurier’ın ‘Don’t Look Now’ isimli öyküsünden bir uyarlamaydı. Bu öykü İngiltere’de 1971 yılında ‘Not After Midnight, and Other Stories’ isimli ‘Victor Gollancz’ derlemesinde yayımlanmıştı. Bu derlemeye Amerika’da ‘Doubleday’ tarafından ‘Don’t Look Now’ ismi verilmiştir. Belki çok kişi kızacaktır ama, Visconti’nin ‘Venedik’te Ölüm’ünü Thomas Mann’ın ‘Venedik’te Ölüm’üne, Roeg’in ‘Don’t Look Now’ını Daphne du Maurier’ın ‘Don’t Look Now’ına tercih edenlerdenim. Roeg’in uyarlamasının bizde ‘Karanlığın Gölgesi’ ismiyle gösterime girdiği 1978 yılında Atillâ Dorsay’ın sinema eleştirmeni olarak ‘yorucu bir biçim denemesi’ diye yazdığını, bir mimar olaraksa tarih ve sanat merkezi Venedik’in ‘korkular ve ölümler şehri’ne dönüştürülmesine kızdığını çok iyi anımsıyorum. Oysa, Thomas Mann da Daphne du Maurier da, Luchino Visconti de Nicolas Roeg de, Venedik estetiğinde edebiyatı ve sinemayı besleyen bir yok edicilik görmüşlerdi.

MİMARİ DUYGUNUN DEĞİŞTİRDİĞİ KARAKTERLER

Mimarlık okumasına karşın yaşamı boyunca mimarlığın sadece düşünsel tarafında yer alan Hikmet Temel Akarsu da, Mann, du Maurier, Visconti ve Roeg gibi düşünüyor. Sadece Venedik’in karakterindeki yok ediciliği ‘köhnelik’ olarak tanımlıyor ve ‘Köhnelik ne denli azıyorsa estetik o kadar çoğalıyor bu kentte’ diyor. Roeg’in kırmızısının aksine Venedik’i maviyle boyuyor. ‘Buğulu, değişik bir mavisi var Venedik’in. Sanki dünyadaki diğer mavilerden farklı.’ Bu yüzden olmalı ‘Elveda Venedik’in kapak tasarımındaki maviyi çok sevdim, o maviden Hikmet’in öyküsüne daldım. Anlattığı aşk öyküsü ilginç ve şaşırtıcı, ama beni büyüleyen asıl şey bu öykünün mimarî duygusu oldu, mimarî duygu ‘Venedik’te Ölüm’de Gustav von Aschenbach’ı ve Tadzio’yu, ‘Karanlığın Gölgesi’nde Laura Baxter’ı ve John Baxter’ı nasıl dönüştürmüşse, ‘Elveda Venedik’in mimarî duygusu da uzun öykünün üç kahramanını öyle dönüştürüyor. Venedik’te hiçbir kadın istese bile Fellini’nin Anita Ekberg’i olamaz, Ekberg erkeklere ancak Roma’daki ‘Fontana di Trevi’den seslenebilir; Venedik’teki kadın daha çok Roeg’in Julie Christie’sine benzer, erkeği aşk oyunlarına baştan bir kaybeden olarak başlatan bozguncunun ismidir Julie Christie. ‘Karanlığın Gölgesinde’ki yataktan kalkıp ‘Elveda Venedik’in Rosetta Luciana’sına ve Profesör Whimsical’ına dönüşen Julie Christie.

‘Elveda Venedik’ bir ‘duygusal yolculuk’ kitabı; işin hoş tarafı Rosetta Luciana’ya veya Profesör Whimsical’a bağlı kalmıyorsunuz, Hikmet sizi kendi duygusal yolculuğunuza çıkmaya kışkırtıyor. Bu geriye dönüşlerde isimleri ve öyküleri kolaylıkla değiştirebiliyorsunuz ama, sizi dönüştürüp bir başkası yapacak olan mimarî duyguyu değiştiremiyorsunuz. Aşklar şehirlerine, şehirlerse aşklarına benziyor en fazla…

DÜNYANIN GÜRÜLTÜSÜNÜN DUYULMADIĞI ŞEHİR

 

‚Elveda Venedik’, estetiğe ve aşkın dönüşümlerine yapılan bir yolculuğun öyküsü. Kitabın kapağını açıyorsunuz, kendinizi önce ‘en İtalya kalabilmiş şehir’ Bologna’da buluyorsunuz. Bologna, muhtemelen İtalya’daki en ‘solcu şehir’, herkes orada birer Bernardo Bertolucci kahramanı gibi dolaşıyor. Eğlenebilmek için bile bir entelektüel olmak gerekiyor Bologna’da. Sonra Venedik, sanki estetiğin ve aşkın dönüşümlerinin bütün yolları Venedik’e çıkıyormuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Hikmet’in kahramanları başta daha çok içlerine ‘Bologna’ kaçmış gibi görünseler de, Venedik’te değişip dönüşüyorlar, rûhlarında öldürdüklerini sandıkları asıllarıyla karşılaşıyorlar. Sonra Ravenna, sonra da ‘ölümden sonraki yaşam gibi’ Rimini. Bu şehrin faslında Alain Delon’un 1972 filmi ‘İlk Gecenin Sıcaklığı’ aklıma geliyor, Rimini galiba herkesi bir parça nihilist yapıyor. Oradan Roma’ya çıkıyorsunuz. Benim şehirlerimden biri, dünyanın ve hayatın gürültüsünü hissetmediğim bir şehir Roma. Kitabın 101’inci sayfasını açıp, Trastevere’deki bir kafeye giriyorum ve Venedik’te birer Julie Christie olarak bıraktığım kadınları orada birer Anita Ekberg olarak buluyorum.

Karar

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Paradigmenwechsel in der Qualitätssicherung ist überfällig!

Berke Koçyiğitoğlu: Bilmemek