in ,

Ali Şeker: İNSANSIZ, BÜTÜN BİR HAYATIN İÇİNDE YAPRAK KIPIRDAMADIĞINA GÖRE;

Deneme

Bütün bir hayatın içinde, insansız bir yaprak bile kıpırdamayacağına göre, demek ki insan olgusu değerli olduğu kadar, bir o kadar da anlamsız, işe yaramaz ve acımasız olmasıydı.

Yine bütün bu yapılan iyilik ve kötülüklerin tek sorumlusu yine insandı. “

Bütün bir hayatın içinde, insansız bir yaprak bile kıpırdamayacağına göre, demek ki insan olgusu değerli olduğu kadar, bir o kadar da anlamsız, işe yaramaz ve acımasız olmasıydı. Zaman geçiyor, yazdıklarımızın konu başlığı da her gün değişiyor, sonra tekrar yazı yazmak isteği kendini iyi hissettiği bir noktada dirilmeye başlarsa ve elimizden geldiğince bizde onu diriltmeye çalışırız. “ Güneşin gündoğumu ve günbatımından şimdilik vazgeçmesem de, gelecek zamanı genç nesillere, gençlere üşenmeden bırakabilirim. “ Mithat Paşa Caddesinin İzmir yönüne doğru akan caddenin sol tarafındaki kaldırımda günü birlik kentin güvercinlerini yemleyen esnafların, bu işlevi arada birde olsa tekrarlamaları var olan bir canlı türüne karşılıksız gösterilen insani bir davranıştı. Benimde o anlara denk geldiğim ve yine tekrar eden böyle bir anda, güvercinlerin kanat çırpışları rüzgârın etkisiyle kirpiklerime değiyor. Bahar mevsiminin devam ettiği derli toplu güzel bir gün, güvercinler güneşte yem topluyor. Bazen hayatımızın en samimi anları da olmalı: geçen yıl temmuz ayından bu yana uzun soluklu bir şiir yazmadığım, hemen aklıma takılıyor. Bir insan için, mevsimin her zaman ilkbahar – ilkyaz olamayacağı gibi mevsimlerinde kendi döngüsü içerisinde bazen sonbahar bazen de kış olduğu zamanları vardır. Eğer kişi, yazın – düşün hayatında düşsel anlamda gerçekleşmesini istediği şeylerin düşünü, günlük konuşma dilinin dışında, duyumsadığını imgelem yoluyla ifade edebilecek bir cümlenin peşine düşerse, uzun soluklu bir şiir yazmaktan da, ya zorlanır ya da vazgeçmiş olur. Bundan önce yazmış olduğum konu başlıklı “ Her şeyi paylaşmaya hazır bir hayat “ isimli deneme yazısında yazmış olduğum “ Şimdi umudun düşlerimde, bitmedi bende o uçuk mavinin derdi. “ deneme yazılarına böyle cümleler düşmek de, belki herkese bir şeyler ifade etmeyebilir ama bu şiirsel dil ve bu resim bana bir şeyler anlatıyordu. Kalabalığın kıyısından uzak insan eliyle yemlenen güvercinlerden biraz daha uzak, birazda kendine has özgürlük alanını belirleyen Mithat Paşa Caddesinin katran karası akan yolun kıyısında bir mekân. Çarpık kentleşmenin bir örneği: Ana yolu iki koldan kuşatan binalar var oldukça, kaldırımın üzerinde yürüyen insanların gökyüzünü daraltması pekâlâ mümkün. İzmir – Çeşme otobanına açılan geniş bir sokak kapısı olan, Koçyiğit sokağının hemen yanı başına konumlanan Cafe Sarmaşık, artık günü birlik yürüyüş anlarımdan artakalan zamanı değerlendirdiğim hoş sohbet nezih bir mekân, eğer gün içinde uğramasam bir şeyler eksik kalır. Seyrüsefer halindeki araçlar oturduğum yerden uzak olsa da, rüzgârı insanın yakasına yapışır. İnsanların bitmek bilmeyen telaşı beni bir hüznün içine çeker, bahar güneşinin diri ışığını gördüğümüz sürece hayatımızın en samimi ayrıntılarını da yakalayabiliriz. Bahar kokusu her tarafa sinmiş, daha insancıl düşünebilirim. Şimdiden polen döken çiçeklerin erkeksi döküntüleri ve tozu kaldırım taşların arasındaki çatlaklara sızmış şekilde hafif bir rüzgârı bekliyor başka bir yere taşınmak için… Hayatın tekdüzeliğine, saltanatına karşı koyan, bu ülkede yanlış giden bir şeylerin farkında olan insanların var olduğunu hissediyorum. Tek elden, el kadar maviye razı gelin diyen, keyfi keder sesler çok fazla… Bu ne şükürsüzlük kibrini yoksulun üzerine kusanlar mı dersiniz! Polisin: HDP ‘ e milletvekili Ayşe Acar Başaran ‘ a çivilerim seni tehdidi açık alanda yankılanıyor, fakat demokratik bir ülkede yaşıyoruz diyenlerin hiç biri bu çığlığı duymuyordu. Yargıtay ‘ ın onadığı siyasi bir karar da CHP ‘ e İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ‘ na tutuklama ve siyasi yasağında, artık saray hukukunun kural tanımazlığın bir başka örneği olmasıydı. HDP ‘ e Genel Merkezinin önüne konulan siyah çelenk, tartaklanan milletvekilleri ve PM üyelerinin darp edilmesi, birbirine benzer çığlıkların orta yerde duran sessizliği parçalıyordu. Bu olayların hepsinin tek sorumlusu tek doktrinli siyasetin dışına çıkamayanlardır. Hayatı değiştirmek, “ her ileri adımın doğru okunmadığı bu tarihi süreçte “ iyiye – güzele ve geleceğe temiz yaşanabilir bir dünya bırakmak isteyenler illaki olacaktır, toplumsal mücadelelerde sayısal çoğunluk pek de önemli değildir. Yeter ki, yaşanan bütün bu olumsuzluklara aynı refleksi göstermek, aynı cesareti gösterebilmeli insan, ortak bir vicdan ve siyaset dilinin gereği bu tutum olmalı. Başka kimlik ve inançlara da haksızlık – hukuksuzluk yapıldığı zaman da yüksek sesle dillendirmek siyaset ve konuşanların hakkaniyet çerçevesinde görevi olmalıdır, mesleği değil. Hatırladığım geçmiş bir zaman dilimi… Gençlik ve özgürlüğü el ele pervasızca tükettiğimiz yıllar nede çabuk geçiyor. Girip çıktığım işlerin hemen hepsi haksızlığa açılan giriş kapılarından öfkeyle çıkıp ayrıldığım yıllar. 1994 – 2001 ‘ li yıllarda yollarımız, İzmir Büyükşehir Belediyesi otobüslerinin, Narlıdere Huzur mahallesindeki son durağında Kenan Çetin ‘ le kesişmişti. Ben bu son durakta çay ocağı ve büfe işletiyordum, Kenan Çetin ‘ de İzmir Büyükşehir Belediyesinin İzel – man şirketinde şoför olarak çalışıyordu. İşte bu yıllardan beridir Badi Kenan ‘ la tanışmışlığımız var. Hiç kimse bilmese de, bu yaşanmış bir sürecin bende saklı kalan en samimi ayrıntılarıdır… Mithat Paşa Caddesinde, minyon tipli tropikal ağaçları, arkasında bırakan yaşım, atmış üç basamağında yürüyordu. On dokuz aylık bir zamandan sonra tekrar yaşadığım ilçeye dönünce, daha önceleri ayaküstü de olsa çay içmeye gittiğim ya da gereksiz yere uzatılan siyasi sohbetlere tanık olduğum, gerektiğinde konuştuğum sohbet ettiğim arkadaşlıkların bir türlü siyasi ve insani boyutta dostluğa hiç evirilmediği o mekânlara, bir daha gitmeme kararı aldım. Aynı kentte yaşamış olsak da ayak basmadığımız çok sokak ve güzergâh vardır, bu ikinci gelişimle birlikte, kentin farklı sokaklarından farklı zaman dilimleriyle girmeyi seçtim. Dolayısıyla, günlük yaşamın içine girerken kendimce belirlediğim bir yol izleğini yaşama geçirmek istemiştim. Yani daha önceleri kentte gittiğim mekânlara bir daha gitmemeyi uygun görmüştüm. İşte bu noktada Badi Kenan ‘ ın ( Kenan Çetin ) mekânı olan Cafe Sarmaşığa gitmeye başladım. Giresun ‘ lu dan tutun da Diyarbakır ‘ lısına kadar Anadolu ‘ nun her kesiminden insanın gelip çay içtiği – oyun oynadığı kadın ve erkeklere hizmet veren nezih bir ortam. İnsanların gelişigüzel halleriyle zaman geçirdikleri ve oturdukları alanlardı bu mekânlar. İzmir ‘ in farklı ilçelerinden günü birlik çalışmaya gelen insanlarında uğrak yeri, ön kısmı bir çay ocağı havasın da hizmet veren bir iş yeriydi. Mekânın her tarafına güneş doluşmazsa da cafenin ön tarafı her zaman güneş görürdü, camekân olan bölümde ise aydınlık hiç eksilmezdi. Cafenin ana caddeye bakan oldukça geniş bir gökyüzü penceresi vardı ve bende çok sık olmasa da bu pencerenin farklı yerlerine otururdum. Bir diz boyunu biraz aşan bakımlı sehpalarında önümdeki çayı yudumlardım. Hiç kulak misafiri olmasam da, o gün için oraya işi düşen farklı müşterilerin çay – su sohbetlerine tanık olurdum. Ya da onlar biriyle konuşmak için siyasi veya sosyal bir cümleyi havaya – ortaya atarak birinin sohbete dâhil olmasını isterlerdi. Yine farklı hikâyelerin seyredeceği bir günde: Çatı dekorasyon – yalıtım işi yapan iki ustanın, iş bitimi çay eşliğinde soluklandığı bir ana tanık oldum, yanımdaki boş sehpanın taburelerine oturup çaylarını yudumluyorlardı. Kendi aralarında işle alakalı sohbetlerini noktalarken, yan masada oturan ben ‘ e bakmaya başladılar. Onlardan önce çay içme seanslarına ara vermiştim. İsimlerini henüz bilmediğim iki insanın aynı anda çay içer misiniz? Bende biraz önce çay içtiğimi söylüyorum, belki daha sonra olabilir, nezaketle teşekkür ediyorum. Kendi aralarındaki sohbeti noktaladıktan sonra, bana dönerek günlük yaşama dair soru – cevap şeklinde gayet samimi bir sohbete kapı araladılar. Memleket ve dünya temalı soru cevap sohbetinden sonra, anlaşılan sende bizdensin, demeleri üzerine bende, bizdensiniz sözcüğünün çok ayrıştırıcı bir sözcük olduğunu söylüyorum. “ Farklı olanda her zaman göremediğimiz bir güzellik vardır, kendi farkını göremeyen kişi de kendisini ötekileştirir. “ İşte hikaye bu samimi bakışlardan yeniden doğacak… Bunun üzerine daha çok memnun olduklarını söylüyorlar. Bu üçlü söyleyişi de, memleket ve dünya konularına duyarlı bir insan olduğumu söylemeleri üzerine, yazar olduğumu söylüyorum. Eğer kitaplarınız yanınızda varsa imzalı olarak alabiliriz, el çantamdaki heybemde her zaman iki kitabımı yanımda taşıdığım için olduğunu söylüyorum. Ve kitabın birini Karakoçan ‘ lı Zeynel Tepeli ‘ ye diğer kitabı ise Tokat ‘ lı Mustafa Kiper ‘ e imzalıyorum… Cafe Sarmaşığın taburelerinde oturma alanı her gün değişiklik gösterebiliyordu, o gün gelen insanların oturma şekillerine göre benimde oturma düzenim değişiyordu. Ana Caddedeki şehir içi trafiğinin gidiş gelişlerine hiç takılmadan oturan ikişerli yerine göre üçerli insanlar sohbet ediyordu. Beş metre genişliğindeki kaldırımın içe doğru derinliği oldukça geniş, camekânlı bölmenin önüne düzenli bir şekilde bazen dört – beş sehpa olabiliyordu oturma tabureleriyle birlikte… Yine günlerden perşembe… Gayriihtiyarî gözlerim takılıyor, akan trafiğin kendine has homurtuları arasında, o an kaldırımda yürüyen insanlar bizim için bir şey ifade etmese de, yürüyen her yüz insana mutluluk verebilir. Eğer sokaktan geçen bir yüz gözden kaybolursa insan üzülebilir de. Nedense, mavi diyince aklımıza hep martı geliyordu, ilk bende yaptığı çağrışım, kent – özgürlük ve aydınlığı sevmeleriydi. Bu tekdüzelikte ilk aklıma gelen bu üçleme oldu. Bu cümleyi isteyen istediği şekilde de betimleyebilir. Mithat Paşa Caddesi şehir içi ulaşım yolu kara bir nehir gibi seyrüsefer hali, Konak ilçe merkezine kadar akıyordu. Belediyelerin keyfi bir yönetimi mi desek, bazı dükkânların kaldırımı haddinden fazla işgal ettikleri, nerdeyse iki insanın bir arada zor yürüyebileceği bir alan bıraktıkları gözden kaçmıyor. Bazı yerlerde kaldırım iki insanın zorla yürüyebileceği bir koşu bandına dönüşmüştü. Buda günün koşuşturmasından muzdarip olan insanların canını oldukça sıkıyordu. Bazen de ikili el ele aheste – aheste yürüyenlerin arkadan gelen insanlara yol vermediği de oluyordu. Ama bazı insanlara nezaket konusunda herhangi bir şey söylememize bile imkan yoktu…

Yaşam içerisinde, farklı olan birine dokunmak insanı daha mutlu eder. Ve bu duyguyu hiç bir şey daha iyi ifade edemez / di… “

Ali Şeker

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

„PARC“: EU-Forschungspartnerschaft zur Risikobewertung von Chemikalien startet

HFV-Junioren Jg. 2006 beim DFB-U16-Sichtungsturnier