Yazar Ali Yıldırım, Alevi inancındaki “Yol Bir Sürek Bin Bir” sözünü açıkladı. Alevi inancının, bütün zaman ve coğrafyalarda değişim gösterdiğini belirten Yıldırım, “Hayatın gerçekliği sürekli değiştiği için Aleviliğin kendi varlık kuralları da sürekli değişmek durumundadır. Yani Alevilikte değişmeyen, kendisini yenileyemeyen kurallardan söz edilemez” dedi.
Alevi toplumunu inançsal ve kültürel yönü ile tarif eden “Yol Bir, Sürek Bin Bir” sözündeki manayı Yazar Ali Yıldırım’dan dinledik. Yıldırım, “Yol Bir Sürek Bin Bir”kuramının, geniş coğrafyaya yayılan Alevi toplumunun, temel kurallar üzerinde nasıl bir bütün olarak kendini var ettiğine işaret etti.
“ESAS OLAN YOLUN TEMEL İLKELERİDİR”
“Yol Bir Sürek Bin Bir” sözü ile asıl anlatılmak istenenin, toplumların inanç özgünlüğü olduğunu söyleyen Ali Yıldırım, Aleviliği tarif ederken mutabakata varılan temel kavramların olduğuna işaret etti. Yıldırım, “Yol Bir Sürek Bin Bir’ sözü ile Alevi coğrafyasının zenginliklerinin ifade edildiğini belirterek şunları kaydetti:
“Aleviliğin içeriğinden çok Aleviliğin uygulanışı, kendisini somutlaması, var etmesi noktalarına dair bir yaklaşım içeriyor. ‘Yol Bir Sürek Bin Bir’ sözü; esas olan bir Yol var, bu yolun farklı coğrafyalarda kendisini nasıl var ettiğini, nasıl cisimleştiğini ifade eden bir şeydir. İçerikten ziyade esas olan Yol’un temel ilkeleridir. Yani öncelikli olarak Yol’a özellik kazandıran, onu somutlayan temeller vardır. Bu temeller üzerine çeşitli coğrafyalarda, tarihsel süreçlerde, yani bir zamanın yolu ile başka bir zamanın yolu farklılıklar gösterebilir. Aleviliği başka inançlardan, öğretilerden ayıran nedir? İşte biz buna ‘Yol’ diyoruz.
Şimdi şunu görmemiz lazım ki Alevilik kendisini var etmek için birtakım kurallar geliştirmiştir ve bu kurallar hayatın devamında Alevi toplumunun kendi varlığı, birliği, dirliğini korumak noktasında bizzat hayatın ihtiyaçlarından doğan kurallar olarak karşımıza çıkıyor. Bu kurallara bir manevi inançsal değer atfedilmiştir. Yani Alevilikteki birçok kural, esas olarak varlık meselesine işaret eder. Yani Alevi toplumunun, tarihsel olarak siyasi iktidarlar, egemen sınıflar, devlet karşısında kendisini var etmesi gereken kuralları var.
İkinci olarak, egemen dinsel inançlar karşısında kendisini var etmesine yönelik de kurallar var. İşte bu iki kuralların toplamı Aleviliğin Yol kurallarını oluşturuyor. Bunlar tamamen maddi hayattan kaynaklı kurallardır. Yani şunu açık söylemek lazım: Alevilik’te inanca, itikata dayalı dogmatizm kaynaklı unsurlar söz konusu değildir.”
“ALEVİLİKTE DEĞİŞMEYEN KURALLARDAN SÖZ EDİLEMEZ”
Yazar Ali Yıldırım, tarih boyunca Alevi Yol’unda bir değişimin yaşandığının da altını çizdi. Aleviliğin daima devlet sistemine karşı kendisini koruyup temel kurallar geliştirdiğini anlatan Yıldırım, şöyle devam etti:
“Alevi yolu bütün zaman ve coğrafyalarda kendisini hayatın gerçekliği ile yeniden sınamak durumundadır. Yani buna güncel deyimle ‘adaptasyon’ diyebiliriz. Çünkü hayatın gerçekliği sürekli değiştiği için Aleviliğin kendi varlık kuralları da sürekli değişmek durumundadır. Yani Alevilikte değişmeyen, kendisini yenileyemeyen kurallardan söz edilemez. Öyle olduğu zaman hayat karşısında kendi varlığını devam ettirmez. Tabii tarihsel süreçte Alevi toplumu kapalı bir toplum olarak yaşadı, üretim ilişkileri de Anadolu’da bin yıllar boyu değişmeden sürdü. O toplumsal üretim karşısında Aleviler kendilerini gerek devletten, gerek egemen dinden yalıtarak kurtarılmış bölgeler diyebileceğiniz unsurlar yarattılar. Yani Alevi coğrafyası aslında nerede olursa olsun egemen iktidar ve egemen dinsel anlayışa karşı kurtarılmış bölgeler coğrafyasıdır. Alevi coğrafyası aslında çok büyük bir coğrafya. Bir tarafta diyelim ki Ardahan Damal Alevileri, bir tarafta ise Bulgaristan Demir Baba Tekkesi. Bu coğrafya, ortalama 3 bin kilometre. Ortaya çıkan coğrafya çok büyük. Bu kadar büyük bir alanda Alevilik, temel unsurlarıyla kendisini yaşatabilmiş. İşte ‘Yol’ dediğimiz o genel çizgileriyle kendisini var edebilmiş.
Burada şu soru sorulabilir; Devleti, hiyerarşisi yok. Peki bu kadar büyük bir coğrafyada devletsiz, hiyerarşisiz, efendisiz bir toplum nasıl örnek bir inanç unsurları sergileyebiliyor? Nasıl bir Yol değerleri var edebiliyor. Yani nasıl oluyor da bu coğrafyada temel Yol değerleri aynı olabiliyor?
Çünkü resmi bir din değil. Kitabı olan bir din de değil. Peygamberi olan, devlet tarafından örgütlenen, arkasına iktidar gücünü yasladığı bir inanç değil bu ama buna rağmen bu büyük coğrafyada Yol kuralları gerçekleşiyorsa bu çok anlamlı bir şeydir. Buna ben ‘Devleti olmayan devlet’ diyorum.”
“DEVLET, DİNİN İDEOLOJİK İKNA AYGITI OLARAK KULLANILIYOR”
Yazar Ali Yıldırım, Alevi inancı ile tek tanrılı dinler arasındaki nüans farkına da dikkat çekti. Yıldırım, “Tek tanrılı dinlerin esas özelliği şudur: Bu dünyayı boş ver. Çünkü bu dünya gerçek değil. Bu dünya bir sınanma yeridir o yüzden boş ver ve bunun karşılığında biz sana sonsuz zenginliklerin olduğu bir ahiret hayatı sunalım” yorumunda bulunurken “Bu dünyayı boş vermek ne demektir?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“Sistemin, egemenlerin bütün uygulamalarına, zulme, zorbalığa boyun etmektir. Yani kul, köle olmak. O yüzden tek tanrılı dinlerin tanrısı diyor ki ‘Bana ve benim peygamberime itaat edeceksiniz’. Bir de iktidar sahiplerine itaat edeceksiniz! Yani bu yaşadığınız hayatı bir yazgı olarak göreceksiniz ve bu sömürüyü, insanlık dışı uygulamaları, size görülen her türlü haksızlığı bir tanrısal buyruk olarak algılayacaksınız.
Yani bizim coğrafyamızda tek tanrılı dinler devletsiz yapamıyor. Devlet de dinin bir tür ideolojik ikna aygıtı olarak kullanılıyor. Şimdi esas olarak Alevi Yol’unun özü işte buna itiraz etmektir.
Sürek dediğimiz farklılıklar bu temel kuralların üzerinden oluşan farklılıklardır. Yani temeli reddeden, bu temelden sapan, bu temelle hiç ilişkisi olmayan sürekler olmaz. Farklılıklar bu temel üzerinden yükseliyor. Yani bir zemin atıyorsunuz ve sonrasında inşa edeceğiniz binayı kendiniz coğrafi koşullarına, kültürel değerlerimize göre rengini, penceresini, kapısını, kendi mimarisi ile inşa ediyorsunuz. Biz şimdi bu temeli yadsıyan bir sürekten söz edemeyiz. Coğrafi ve esnek özelliklerden, tarihsel zaman dilimi farklılıklarından kaynaklanan şeyleri de yok sayamayız. Bu durum bugünkü TOKİ evlerine benziyor. Yani ruhsuz, hiçbir yerin özelliğini yansıtmayan bir beton kafa. İşte Alevilik bu betonlaşmayı zamanında aşabilmiş. Yani her yere kendisini daha güzel estetize edip çiçeklendirmiş. Ortaya büyük, renkli bir bahçe çıkmış. Ama zemin değişmiyor. Şimdi sorun burada. Bu zeminin özelliklerini bilince çıkarmak. Yani Aleviliğin varlık koşulları nedir? Tarih boyunca bu var eden değerler bugün yeniden nasıl üretilebilir? Bunun üzerine bizim kafa yormamız gerekir.”
“HER ŞEY BİRBİRİNE BENZEMEYE BAŞLADI”
Alevi inancı üzerindeki esas meselenin bir “Alevi ütopyası” var etmek olduğunu söyleyen Ali Yıldırım, kapitalizm eleştirisi yaparak inanç üzerindeki deformasyona da dikkat çekti.
“Bütün zamanların Aleviliği elbette ki farklıydı ama kapitalizm koşullarında, özellikle 1950’lerden sonra yeni bir Alevilik var. Alevilerin şehre taşınması ile birlikte Alevilik de şehirlere taşındı. Aleviler şehirlere geldikleri zaman şaşa kaldılar. Baktılar ki yanı başlarında başka inançlar kültürler unsurlar var.
Coğrafyaların kendine has özellikleri kapitalizm koşullarında tekleşmeye başladı. O nedenle de bir hayli yontuldu ve aşındırdı. Çünkü her şey birbirine benzemeye başladı. Ama bizim de son zamanlarda bir ‘TOKİ’leşme’ durumumuz var. Her şeyi bir şeye benzetmek; yani bütün semahları bir yere benzetmek gibi. Örneğin Adıyaman, Hubyar, Tahtacı veya Rumeli semahını tek bir semaha dönüştürmek gibi. Yani bir tür betonlaştırma, ruhsuzlaştırma, içeriksizleştirme ve renksiz hale getirme durumu var. O güzellikleri kalıplaştırma yaklaşımları var. Özellikle de bu işin bilincinde olmayan cahil cühela takımının ortaya koymaya çalıştığı işler bunlar.
Cemler her coğrafyada esaslara sahiptir ama onu renklendiren, o coğrafyanın özelliklerini katan unsurlar da var. Ama hepsini birleştirip ‘bu böyle olur’ demeye kalktığın zaman farkında olmadan bütün o renkleri çiçekleri öldürmüş oluyorsun. Sözgelimi cemlerde dem alma meselesi… Tahtacılarda ya da Bulgaristan Alevilerinde demsiz cem yapmıyorlar. Bulgaristan’dan canlarımız bir süre önce Ankara’ya Hüseyin Gazi Türbesi’ne gelmişti, cem yapacaklarını söylemişlerdi. Biz de cemevini gösterdik, bunun üzerine ‘Ama bizler demsiz cem yapamayız’ dediler. Bizler de ‘Siz bu şekilde cem yapıyorsanız sizin ceminize karışma gibi bir hakkımız olamaz’ dedik. Özünüze, kendi süreğinize uygun nasıl yürütüyorsanız öyle yapın zaten. Ama şöyle bir kafa da var şimdi ‘Vay efendim cemde dem mi olur?’
Senin köyünde demsiz cem oluyordu evet ama başka insanın köyünde de başka türlü oluyordu. Bunları tek tipleştirme hakkını kendimizde gördüğümüz zaman başkası da sizin yaptığınız ritüel ya da pratiklere ‘bu böyle olmaz’ deme hakkı kazanır. Sürekleri kurutmamamız gerekir. Sürekler esasın üstüne kuruluyor ve o renkleri olabildiğince var kılmamız gerekir ki Alevilik kurumasın ve hayatın bütün alanlarında o farklılıklarıyla o güzelliği var edebilsin.”
“BİZİ ÇEVRELEYEN DİNSEL DOGMALARDAN ARINMAMIZ GEREKİYOR”
Ali Yıldırım, Aleviliğin esas Yol değerlerinin tarihsel olarak zulme, zorbalığa karşı insanı savunan bir yerde olduğunun altını çizdi. Alevi inancının, insanı ve doğayı merkezine aldığını söyleyen Yıldırım, “Egemen anlayışa karşı ‘insan merkezli bir anlayışsız’ diyorduk. Bugün artık her şeyin ölçüsü doğadır. Birinci önceliğimiz doğa hakkıdır diye söze başlamak gerek” ifadelerini kullandı.
Yazar Ali Yıldırım, 21. Yüzyıl’da egemen anlayışların, doğayla birlikte inançları da himayesine alma çabasında olduğunu belirterek şu aktarımda bulundu:
“Bugün geldiğimiz noktada 100 Alevinin belki bir tanesinde müsahiplik kurumu işliyor. Çünkü kapitalizm, insanları dağıttı ve o türden bir ilişkiyi de yaşanamaz hale getirdi. Dayanışma, paylaşma çok önemlidir ama bu ruh hali kapitalizm koşullarında darmaduman olmuş. Dün çok manevi hazlar duyup gönlümüzü dolduran ritüellerin bugün bir gösteriye dönüşmüş olmasını hepimiz görüyoruz. Yani dün kırdaki cemde sosyal, hukuki, inançsal bir şey olan cemin bugün sembol hale gelip çok şekilsel bir hale geldiğini görüyoruz. ‘Bir an önce bitsin de gidelim’ denilen bir hale geldiğini görmezlikten gelemeyiz. Kırda 8-10 saat insanlar cem sürdürürken bugün iki saati bile çok fazla gören bir durum söz konusu. Çünkü ihtiyaçlara karşılık gelmiyor artık. O zaman bütün Alevi canlarının ruhunu, gönlünü dolduracak, doyuracak ve ona bir sevinç kaynağı oluşturacak şeyler yapmalısınız.
Yani bizlerin bugününü anlamlandıracak, yarınımız için de bize sevinç ve umut kaynağı olacak bir Alevi ütopyası geliştirmek durumundayız.
Bu anlamda dogmatizme karşı yıkıcı olmaktan da korkmamamız gerekir. Yeniyi var etmek için öncelikle yıkmak gerekiyor. Yıkmak bu anlamda iyi bir şeydir. Tarihsel olarak da Alevilere hep egemen sınıflar ‘yıkıcı’ demişlerdir. Çünkü onların egemenlik anlayışlarını reddeden bir yerde durduğu için hep ‘yıkıcı’ denilmiş. Bu nedenle yıkıcılık iyi bir şeydir. Bir olmak, diri olmak, iri olmak için arınmak gerekiyor öncelikle. Gerek resmi ideolojiden, gerek bizi çevreleyen dinsel dogmalardan arınmamız gerekiyor. Bu takdirde Alevilik insanlık açısından anlamlı, değerli mesajlar verebilir.”