in ,

Ali Şeker: SADECE GÖREBİLDİKLERİMİZ GERİDE KALIYOR

Deneme

“ Ve kimilerine göre bir de umut vardı, ışığın kolları arasında ondanda daha derin, aşktan da daha güçlü ve daha da derinlerde saklı bir şey…”

Ve kimilerine göre bir de umut vardı, ışığın kolları arasında ondanda daha derin, aşktan da daha güçlü ve daha da derinlerde saklı bir şey…”

Ya da hepsi bu kadar değil, sen gezinirken bir ana caddede bir otobüs durağına yakın bir yerde, otobüs hareket ettiğinde geride bıraktığı egzoz gazı genzini yakar ve oracıkta dağılır. Yaşamda öyle geçip gitmeye başlıyor, bende o hareketliğin içine dâhil oluyorum. Bir şeyin diğerini izlediği bu genel hareket anları küçümsenmemeli. Benim hayatımda sizinkinde olmayan bir hareket var, yaşamın gelgitlerinde umudu harekete geçirmek gibi umutsuzluğu değil, bu yüzdende gün ışığıyla bile mutlu olabilirim. Her şeyi bir netlikte görüyorum, bir şey başka bir şeye yol açıyor ve o da biriktirdiklerimiz. Binlerce öykü kafamın içinde dönenip duruyor. Şimdi şu sokaktan aşağı doğru kaynaşan insan kalabalığını görüyorum. Bir adam manav arabasıyla bazen mikrofondan bazen de çıplak sesiyle meyve – sebzelerin adını bir – bir sayarak ayvada var ‘ la sözlerini sonlandırıp tekrar başa sarıyor, müşteri bekliyor. Tek tek alabileceği meyve ve sebzelerin hesabını yapan birkaç ev kadını; akşam yemeğinde ne pişirebileceğinin, yaşama hapsolmuş bütün yoksulluklarını maddenin farklılaşmamış aynı halini üzerinde taşıyorlar, domatesle patlıcan arasında bir tercih yapmak zorunda kalmanın ikileminde kalırlar oracıkta. Tüm bu geride bıraktığım ayrıntılar içinde, arabanın mekanik sesini ve manavı bir şiirde betimleye bilirim. Bu ara mahallelere olduğundan çok fazla hurdacı hareketliği ve sabahı delen tiz bir ses var, sobalarda kalkmaya yüz tutuğuna göre eskimiş soba borularını da geri dönüşüme kazandırmak hurdacılara düşüyor. Kamyonettin üzerindeki çırağın çığırtkan sesi ile kamyonettin içerdeki cihazın sesi arasında bir uyumsuzluk var. Sokakta topladıklarından kendi yaşamına benzeyen bu hikâyelerden hurdacı tüm bu beklentiler içinde gökyüzüne bakıyor ne kadar temizlenmiş duru bir maviliğini görüyor, kendi öyküsünün içinde kendi özgür kimliğini nasıl da buluyor… Sen hiçbir gıda kuyruğunda saatlerce ayakta bekledin mi, ter kokusu ve onun kadar keskin kokan başka birinin ağız kokusunu duyumsadın mı yanı başında? Diğer insanlarla birlikte sanki bir düzeneğe sıra – sıra yalnız bir ipe asıldığını hissettin mi? Şimdi çevremizde yaşam her haliyle devam ediyor. Yaşamın tüm somut biçimleri içinde “ benim dışımda da “ acı çeken başkaları da var, hem de çok sayıda insan acı çekiyor. İnsan tüm yönleriyle diğer insanlara açık olduğunda varlığıyla birlikte gün ışığında daha iyi görünür. Şimdi ayak bastığı yer dışında hiçbir şeyi olmayan bir adam; kupkuru bir güneşte de yağmurlu bir havada da ayakta dimdik durabiliyor. Ve önünde koskocaman bir gün vardı. “ Alışkanlıkların neyi örttüğünü görüyorum, özellikle yoksulluğu örttüğünü çok açık bir şekilde görebiliyorum. Serzenişlerini yalnızca tek bir kulağa söyleyip alkışlar arasında sustular. Ve oraya boşluğumu bırakıp gidiyorum… “ Amaçsız şekilde baskılanmış yaşamları kim esnetebilir. Güneşin nasıl yükseldiğini, kırlangıçların baharın üstünden nasıl sekerek evlerin ahşap sundurmalarına geçtiklerini görüyorum. Çocukluğumuzda annelerimizin göğsünde kurduğu cümleleri altında güle oynaya nasıl sevgiyle büyüdüğümüzü de geride bırakıyorum. Hafif bir rüzgâr estiğinde, yoksul ve çıplak yanlarını ortaya çıkardığı kavak ağaçlarının eğilişi gibi sokakta insanların bir baş selamıyla, nezaketle nasıl eğildiklerini görüyorum, bense yaşamın tam ortasındayım. İçimizi kemiren bizi bir nebzede olsa yıpratan şeyleri geride bırakıp, artık geleceğe dört duvarda gerekmiyor. Geride bırakıp sakladığımız şeyler gün içerisinde temizlenip gitti. Gün sona erdiğinde insanlar eve çekilince, birlikte hareket etmeyi de unutmuş, bir araya geldikleri günleri hatırlamıyorlar bile. Neye, niçin ‘ e, taraf olduğumuzun artık bir önemi de kalmamıştı. Erbane, alkışlar ve gülüşmeler eşliğinde lüks sofralarda eğlence sarhoşu bir gençlik, bak şu gördüklerimiz bu sürekli değişen güneşin altında bile düşünceleriyle nasılda gösteriş yapıyorlar. Gençliğin, geleceğe açık ve dürüst öylece kalmasına bile izin vermeyenler hep olacaktır. Güneşin ve ışığın altında, herkes kendi düşüncesinin meyvesini yemeye başlamışsa, artık orada aklıselim bir düşünceye yer yoktu. Ve haktan – hukuksal eşitlikten yana olmak zorlaşır ve o iktidar meyvesini her gün birileri yedikçe. Bir günün aynı zamanın üstesinden gelebilmek için nasıl bir ruh halini istiyoruz. Ne gerçekler gün yüzünde, aynı yalanlar, itaat – biat etmeler, ağızlarında çiğnenen sözcükler, iyi bir yaşamı vaat edenler ve yalanlar, yalanlar… Nasıl bu noktaya geldik, birbirine benzeyen aynı günlere, birbirine benzeyen bu zamana, uzun soluklu bir iktidara göbek bağıyla kendimizi bağladığımız koltuklarda oturanlara bakıp oturuyoruz, onlarda yukarıdan bize bakıyor. Koptuğumuz o özgür alanlara geri dönmenin tek isteğimiz olduğu, mücadeleyle edilgen olabilen ama o ruh hali içerisinde olmadığımızdır, bir başkasını o giysileri bizim yerimize giymesini hep bekleriz, bir dolapta asılı giysiler gibi… Bir şeye bak, ama değişik bir şey olsun, boyun eğmekten dolayı tüm korkularımız bir başkasının memnuniyetine karışıyordu. Sadece gördüklerimiz geride kalıyor, bir tebessüm tüm yükü kaldırmaya yetmiyor. İster bu bir kaldırımda yürüyen cep telefonun kulaklığıyla müzik dinleyen kadının ayak sesleri olsun, İster rüzgâr ısırığının üşüttüğü titreyen ellerinin altında yeşillik sergileyen her hangi bir yerdeki sessin yankısı olsun. En hafif bir şekilde etrafımıza yayılmasına izin verilmeli, yaşanan gerçek öykülerin örgüsüne gereksinim duymalı ve arada birde ağlayabilmeli insan. Ama sokağın kapısı açıldığında zararı, riski de, korkusu da olmalı ve insan tümüyle hepsini kabullenmeli. Sen pencerenin önünde durmuş yoksul evlerin tütmeyen bacalarına bakıyorsun, nisanın bahara kapı açtığı, günün tam ortası güneş tepemizde parlarken de, gelse bir umutsuzluk keyfimizi yok edemez, yılın en parlak mavi gözleriyle bakmalısın güne. Birde akan suyun şırıltısı olsa iyi olurdu, bir gaga dolusu su içmeyen inen güvercinlerin kanadından da rüzgâr geçmeli. Ya da şurada betona hapsolmuş tek başına küçük bir palmiye ağacına bakmak, ben yazmasam da bugün güne bir şiir dizesi düşen şairler hep olacaktır. Ve yazması gereken o lirik sözcüğü bir yerden bulup o anın tarifsiz şevkini tadacaktır. Kendince zorunlu ve gerekli ilk başlangıçlar da: bir coğrafyadan ötekine geçerken de hayata her pencereden bakmalısın, sömürge bir çocuğun yeni yerleştiği bir mekânda giyotinli bir pencereden dışarı bakarken ne hissettiğini duyumsa. Cellâtların salyalarıyla bilediği kılıçların şakırtı sesleri kulaklarına iner ve eritir onu oracıkta. O topraklarda da toplu ölümlerin yaşandığını, birde hayata bu pencerenin içinden bak. Demir parmaklı pencereler arasında, ne kadar düşünce insanının ömür tükettiğini ve bu düşünce gömleğini bir daha giyeceğine dair olan özgüveni, başka birinin de her an giyebileceğini ya da bu meşakkatli gömleği giymeyi beklediğini, bundan dolayı cümlelerinin olduğunu da bu pencereden görmelisin. Ama gökyüzüne açılan bir dolu pencerede, hayatın tamamı görünür ve bu insanı mutlu eder. Ayrı – ayrı değil, herkes gözlerini ilkbahar göğüne dikmişken, bir derede akan suyun dışlamayan mırıltıları arasında, dinleyebileceği bir şarkısı olmalı. Biz hayata yürüdükçe zaman dediğimiz boşluklar geri geliyor. Bir kelebek gün ışığıyla birlikte gül kokusuna koşuyor, hoplayıp zıplayarak… Bugün aldığımız maaştan kaybettiğimiz ne olmuştur? Yarın yine elektrik faturası, ev kirası, yiyecek, giyecek, çocuklara biraz kitap birazda kültür alacak kadar yeter mi? Evet, parası olana yetecek kadar. Bunun dışında her şey durağan ve hareketsiz. Genç ömürleri sokak aralarında kâğıt, atık toplayan çocuklar ana caddeye akıyor. Hakkaniyet adına tanımını tam olarak yapamadığımız zaman şeridi siyah – beyaz geçiyor. Farklı – farklı düşünceleri olan yer – yer yan yana yürüdüğümüz, düşünce ve duygu dünyası adı verdiğimiz içimizdeki hareketlenmelerle neye karşı çıkabiliyoruz, bu sessizliğe karşı savaşabiliriz. Oraya, tam da “ beraber yürüdük biz bu yollarda “ şarkının lakırdıları arasında palazlanıp emekli olmayı soy ağaçlarına bırakacakları bir noktaya geldiler ve mükemmel bir ustalıkla yerleştiler. Yaşamda dört ayak üzerine düşenlerden, tereyağından kıl çekip, güzelce yere inenlerden, nasıl insan yorulmaz ki. Çünkü çok yüksekçe bir yerden bakan hayatın tamamını göremez. Bak yaşamı yeniden örmeye çalışan karıncalar, nasıl da cebelleşiyor onları görmek bile mümkün değil.

Bir derede akan suyun mırıltıları arasında, doğadaki bütün renkler sınırlarından dışarı taşıyordu, yinede ben onlarla olmak istiyorum… “ Ve bir insan bedeni yine iki kişinin elleri arasında tek başına toprağa düştü.

Türdeşliğin içine doğru itilmiş, ellerin ve sesin şimdi ne dokuyor. Normal olan her şey bir – bir yürürlükten kalkıyor, iyice dibe batmak için şimdi daha çok özgürsün…

Ama renksiz bir sabah… Bireysel bir yaşamın tüm yükünü üstlenmek için, ilk adım atanlardan biri ben olmak istemiyorum… “

Ali Şeker

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Einen Augenblick mehr Aufmerksamkeit

Analyse zu SARS-CoV-2-Ausnahmeregelungen: Erleichterter Austausch hilft Millionen Patienten